21. yüzyılda teknoloji sahasında altın çağını yaşayan Batılı devletler, medenilik adına ise tarihin affetmeyeceği insanlık suçlarını işlemektedirler.
Azalan enerji kaynaklarını ele geçirmek için yapılanlar, şiddete dayalı yaptırımlarla menfaat çatışmasından başka bir şey değildir.
Yalnızca "çıkar" bahanesiyle başlayan bu sürecin ilk ayağı Afganistan olmuş, pek çok masum insanın ölümüyle neticelenen acı akıbet, tüm dünyanın TV ekranlarından izlemekle yetindiği bir hal almıştır.
Bugün ise Irak halkı, aynı kaderi beklemektedir.
Birleşik Devletler'in başlattığı yeni düzende hiç bir ülkenin müdahalesi ile karşılaşılmadan istenilen ülkeye savaş ilan edilmekte, her türlü yaptırım uygulanmaktadır.
ABD'nin şer ekseni olarak nitelediği Irak, İran ve Kuzey Kore bu manada belirlenen hedeflerdir.
Irak ve İran tıpkı Afganistan gibi zengin yeraltı rezervlerine ve petrole sahip iki Müslüman ülkedir.
K. Kore ise ABD'nin müttefiki G. Kore ve Japonya'yı tehdit eden bir konumdadır.
Irak'a yapılması muhtemel operasyon için, zahirde, kitle imha silahlarının etkisiz hale getirilmesinden bahsedilse de, geleceğin belirleyici unsurları olan petrol esas sebeptir.
BM Silah Denetçilerinin 2 aydır Irak'ta yaptığı araştırmalarda savaşı gerektirecek herhangi bir delile ulaşamamasının ABD'yi savaştan caydıramamış olması, kimyasal silahın bir bahane olduğunu göstermektedir.
Geçtiğimiz günlerde, ülkedeki BM Silah Denetçilerini sınırdışı eden ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi anlaşmasından çekilen K. Kore'ye karşı, Irak benzeri yaptırımların uygulanmaması da petrolü olmayan bir ülkenin nükleer silah denemesi yapsa da, ABD için fazla tehlikeli olmadığı fikrini akla getirmektedir.
Kaldı ki, 11 Eylül saldırılarının ardından müslümanı terörist, İslam'ı terör yanlısı bir din olarak ilan eden bu zihniyetin başlattığı süreç bir Haçlı ittifakını anımsatmaktadır.
ABD'nin ve müttefiklerinin yalnızca Afganistan, Irak, İran gibi Müslüman ülkelere yönelmesi, aynı şartları taşıyan Hıristiyan dünyaya aynı tavrı koymaması operasyonlar için Hıristiyan-Müslüman ayrımını da akıllara getirmektedir.
Son gelişmeler bu dünyanın olaylara yaklaşım tarzının da canlı bir örneğidir.
Batı dünyası ile kurulacak ilişkilerde Batının değişmeyen inançlar ve menfaatler üzerine kurulu bu zihniyeti asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Azalan enerji kaynaklarını ele geçirmek için yapılanlar, şiddete dayalı yaptırımlarla menfaat çatışmasından başka bir şey değildir.
Yalnızca "çıkar" bahanesiyle başlayan bu sürecin ilk ayağı Afganistan olmuş, pek çok masum insanın ölümüyle neticelenen acı akıbet, tüm dünyanın TV ekranlarından izlemekle yetindiği bir hal almıştır.
Bugün ise Irak halkı, aynı kaderi beklemektedir.
Birleşik Devletler'in başlattığı yeni düzende hiç bir ülkenin müdahalesi ile karşılaşılmadan istenilen ülkeye savaş ilan edilmekte, her türlü yaptırım uygulanmaktadır.
ABD'nin şer ekseni olarak nitelediği Irak, İran ve Kuzey Kore bu manada belirlenen hedeflerdir.
Irak ve İran tıpkı Afganistan gibi zengin yeraltı rezervlerine ve petrole sahip iki Müslüman ülkedir.
K. Kore ise ABD'nin müttefiki G. Kore ve Japonya'yı tehdit eden bir konumdadır.
Irak'a yapılması muhtemel operasyon için, zahirde, kitle imha silahlarının etkisiz hale getirilmesinden bahsedilse de, geleceğin belirleyici unsurları olan petrol esas sebeptir.
BM Silah Denetçilerinin 2 aydır Irak'ta yaptığı araştırmalarda savaşı gerektirecek herhangi bir delile ulaşamamasının ABD'yi savaştan caydıramamış olması, kimyasal silahın bir bahane olduğunu göstermektedir.
Geçtiğimiz günlerde, ülkedeki BM Silah Denetçilerini sınırdışı eden ve nükleer silahların yayılmasının önlenmesi anlaşmasından çekilen K. Kore'ye karşı, Irak benzeri yaptırımların uygulanmaması da petrolü olmayan bir ülkenin nükleer silah denemesi yapsa da, ABD için fazla tehlikeli olmadığı fikrini akla getirmektedir.
Kaldı ki, 11 Eylül saldırılarının ardından müslümanı terörist, İslam'ı terör yanlısı bir din olarak ilan eden bu zihniyetin başlattığı süreç bir Haçlı ittifakını anımsatmaktadır.
ABD'nin ve müttefiklerinin yalnızca Afganistan, Irak, İran gibi Müslüman ülkelere yönelmesi, aynı şartları taşıyan Hıristiyan dünyaya aynı tavrı koymaması operasyonlar için Hıristiyan-Müslüman ayrımını da akıllara getirmektedir.
Son gelişmeler bu dünyanın olaylara yaklaşım tarzının da canlı bir örneğidir.
Batı dünyası ile kurulacak ilişkilerde Batının değişmeyen inançlar ve menfaatler üzerine kurulu bu zihniyeti asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Kibarlı / diğer yazıları
- Başlıksız... / 19.01.2003
- Küreselleşme milliliği bitirir / 17.01.2003
- Kıbrıs'ta milli bütünlük dini bütünlükten geçer / 16.01.2003
- Asıl hedef başka / 15.01.2003
- Ekonomide kalıcı çözüm için / 11.01.2003
- Türkiye güçlü olmaya mecburdur / 09.01.2003
- Türkiye, savaşı önleyebilecek güçtedir / 08.01.2003
- Yabancılara el açmaktan kurtulmalıyız / 24.11.2002
- Türkiye yol ayrımında / 23.11.2002
- IMF ile bu iş olmaz / 19.11.2002
- Küreselleşme milliliği bitirir / 17.01.2003
- Kıbrıs'ta milli bütünlük dini bütünlükten geçer / 16.01.2003
- Asıl hedef başka / 15.01.2003
- Ekonomide kalıcı çözüm için / 11.01.2003
- Türkiye güçlü olmaya mecburdur / 09.01.2003
- Türkiye, savaşı önleyebilecek güçtedir / 08.01.2003
- Yabancılara el açmaktan kurtulmalıyız / 24.11.2002
- Türkiye yol ayrımında / 23.11.2002
- IMF ile bu iş olmaz / 19.11.2002