11 Eylül saldırılarının ardından başlayan süreç, yeni dünya düzeni için bir dönüm noktasıdır.
Azalan enerji kaynakları nedeniyle, yeryüzünde henüz işlenmemiş potansiyeli ele geçirme gayesi, 21. Yüzyıl devlet politikalarını şekillendiren ana unsurdur.
Afganistan operasyonuyla sıcak savaş ortamına tekrar dönen dünyada, süper güçlerin nihai hedefini, görünen sebepler ne olursa olsun, petrol ve diğer kaynaklar üzerindeki hakimiyet ile, liderlik oluşturmuştur.
Saddam rejimi bahane edilerek topyekün bir ülkeye operasyon düzenlemeye hazırlanan ABD'nin ve müttefiklerinin tavrı da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Zira, müdahale sebebi olarak ortaya atılan Irak'ın elindeki kitle imha silahları, BM silah denetçilerinin defalarca yeniledikleri aramalara rağmen bulunamamıştır.
Ülkede 7 yıl görev yapan denetçilerden Scot Ritter'in ifadesiyle, ABD, kendine tanınan Irak içinde hareket etme iznini Güvenlik Konseyi'nin kararlarına aykırı bir biçimde kullanarak, CIA'ya ortam hazırlamıştır. Sırf, Saddam hakkında bilgi toplama amaçlı pek çok program yürütülmüştür.
Kaldı ki, mesele -olmayan- kitle imha silahlarını kullanma tehlikesi bulunan Saddam rejimini ortadan kaldırmak olsa idi, bunun savaşa varmayacak pek çok yolunun olduğu strateji uzmanlarınca ifade edilmektedir.
Sınır ötemizde patlak verecek böyle bir savaş için, ABD'nin "müsadeli işgal" anlamına gelen üs talepleri ve limanlarımızı kullanma isteğinin de, süper güçlerin enerji kaynaklarına ulaşma politikalarının, yanısıra Türkiye'nin bölgedeki tarihi geçmişi ve misyonuyla alakalı olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye'nin bölgedeki böyle kritik bir gündemde izleyeceği strateji, savaşın seyrinde anahtar mesabesindedir.
Bu nedenle, Irak sorununun, askerî müdahaleye gerek kalmadan barışçıl bir yolla çözülmesi için Ortadoğu ülkelerine "Aktif Barış Diplomasisi" adıyla ziyaretlerde bulunan Başbakan Gül'ün vereceği mesaj çok önemlidir. Sn Başbakan, neticesi ülke bütünlüğünü de etkileyecek Ortadoğu'daki böyle bir savaşa karşı, bu coğrafyadaki ülkeleri birliğe çağırarak, ABD karşısında yükselen kararlı bir set oluşturmalıdır.
Şu anki ziyaretlerden edindiğimiz izlenim ise, Arap âlemine böyle bir birlik çağrısıyla savaşı durdurma gayreti değil, adeta, ABD'nin politikalarına ses çıkarmayın, turlarıdır.
Nitekim, ziyaret edilen ülkeler, gün be gün yaklaşan operasyonu planlayan güçler olmadığı gibi savaş da istememektedirler.
Bu noktada, Türkiye'nin yapması gereken, savaş istemeyen ülkeleri ziyaret yerine, savaşı isteyen tarafı ikna etmek olmalıdır.
Türkiye bu savaşı önleyebilecek güçtedir.
Azalan enerji kaynakları nedeniyle, yeryüzünde henüz işlenmemiş potansiyeli ele geçirme gayesi, 21. Yüzyıl devlet politikalarını şekillendiren ana unsurdur.
Afganistan operasyonuyla sıcak savaş ortamına tekrar dönen dünyada, süper güçlerin nihai hedefini, görünen sebepler ne olursa olsun, petrol ve diğer kaynaklar üzerindeki hakimiyet ile, liderlik oluşturmuştur.
Saddam rejimi bahane edilerek topyekün bir ülkeye operasyon düzenlemeye hazırlanan ABD'nin ve müttefiklerinin tavrı da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Zira, müdahale sebebi olarak ortaya atılan Irak'ın elindeki kitle imha silahları, BM silah denetçilerinin defalarca yeniledikleri aramalara rağmen bulunamamıştır.
Ülkede 7 yıl görev yapan denetçilerden Scot Ritter'in ifadesiyle, ABD, kendine tanınan Irak içinde hareket etme iznini Güvenlik Konseyi'nin kararlarına aykırı bir biçimde kullanarak, CIA'ya ortam hazırlamıştır. Sırf, Saddam hakkında bilgi toplama amaçlı pek çok program yürütülmüştür.
Kaldı ki, mesele -olmayan- kitle imha silahlarını kullanma tehlikesi bulunan Saddam rejimini ortadan kaldırmak olsa idi, bunun savaşa varmayacak pek çok yolunun olduğu strateji uzmanlarınca ifade edilmektedir.
Sınır ötemizde patlak verecek böyle bir savaş için, ABD'nin "müsadeli işgal" anlamına gelen üs talepleri ve limanlarımızı kullanma isteğinin de, süper güçlerin enerji kaynaklarına ulaşma politikalarının, yanısıra Türkiye'nin bölgedeki tarihi geçmişi ve misyonuyla alakalı olduğu unutulmamalıdır.
Türkiye'nin bölgedeki böyle kritik bir gündemde izleyeceği strateji, savaşın seyrinde anahtar mesabesindedir.
Bu nedenle, Irak sorununun, askerî müdahaleye gerek kalmadan barışçıl bir yolla çözülmesi için Ortadoğu ülkelerine "Aktif Barış Diplomasisi" adıyla ziyaretlerde bulunan Başbakan Gül'ün vereceği mesaj çok önemlidir. Sn Başbakan, neticesi ülke bütünlüğünü de etkileyecek Ortadoğu'daki böyle bir savaşa karşı, bu coğrafyadaki ülkeleri birliğe çağırarak, ABD karşısında yükselen kararlı bir set oluşturmalıdır.
Şu anki ziyaretlerden edindiğimiz izlenim ise, Arap âlemine böyle bir birlik çağrısıyla savaşı durdurma gayreti değil, adeta, ABD'nin politikalarına ses çıkarmayın, turlarıdır.
Nitekim, ziyaret edilen ülkeler, gün be gün yaklaşan operasyonu planlayan güçler olmadığı gibi savaş da istememektedirler.
Bu noktada, Türkiye'nin yapması gereken, savaş istemeyen ülkeleri ziyaret yerine, savaşı isteyen tarafı ikna etmek olmalıdır.
Türkiye bu savaşı önleyebilecek güçtedir.
Hüseyin Kibarlı / diğer yazıları
- Başlıksız... / 19.01.2003
- Küreselleşme milliliği bitirir / 17.01.2003
- Kıbrıs'ta milli bütünlük dini bütünlükten geçer / 16.01.2003
- Asıl hedef başka / 15.01.2003
- Ekonomide kalıcı çözüm için / 11.01.2003
- Türkiye güçlü olmaya mecburdur / 09.01.2003
- Türkiye, savaşı önleyebilecek güçtedir / 08.01.2003
- Yabancılara el açmaktan kurtulmalıyız / 24.11.2002
- Türkiye yol ayrımında / 23.11.2002
- IMF ile bu iş olmaz / 19.11.2002
- Küreselleşme milliliği bitirir / 17.01.2003
- Kıbrıs'ta milli bütünlük dini bütünlükten geçer / 16.01.2003
- Asıl hedef başka / 15.01.2003
- Ekonomide kalıcı çözüm için / 11.01.2003
- Türkiye güçlü olmaya mecburdur / 09.01.2003
- Türkiye, savaşı önleyebilecek güçtedir / 08.01.2003
- Yabancılara el açmaktan kurtulmalıyız / 24.11.2002
- Türkiye yol ayrımında / 23.11.2002
- IMF ile bu iş olmaz / 19.11.2002