Mesut Yılmaz ANAP Genel Kurulu'nda "Her açılımın önü, 'Ulusal güvenlik elden gidiyor' diye kesiliyor'' dedi, en hassas tabu olan ''Ulusal güvenlik'' kavramına savaş açtı. Yılmaz, ulusal güvenliğin Türkiye'de gelişmeyi sağlayacak her adımı engelleyecek şekilde kullanıldığını belirterek, ''Türkiye'de değişimin anahtarı ulusal güvenlik kavramında saklıdır. Onsuz adım atmak imkansız hale gelmektedir. Türkiye'yi bir adım ileri götürmek istiyorsak bu sendromdan kurtulmalıyız'' dedi.
Yâni M.Ali Birand pespembe bir tablo çizip Türkiye'nin güvenlik diye bir sorunu olmadığını söyledi, Yılmaz da ulusal güvenliğin Türkiye'nin önünü kestiğini ifade etti.
Dün, Ermenilerin "duyarlı" olduğu Ağrı Dağı'nda İstiklâl Marşı okunmasına tahammül edemeyen, bin türlü sebep arayan Birand'ın yazısı dolayısı ile Türkiye'nin tepesinden Ankara'nın değişik göründüğünü, bazı gerçeklerin çarpıcı bir hâl aldığını söylememiş miydik?
Yılmaz ulusal güvenliğin lüzumsuz olduğunu söylerken hortumlardan, yolsuzluklardan hiç bahsetmedi. Dikkatleri güvenliğe çekti, hortumları unutturmaya çalıştı.
Sadece bu sebep bile "güvenliğe" özel bir önem vermemize yetmez mi?
Yılmaz şimdiye kadar hep yaptığı gibi, sıkıştığı herhangi bir pozisyonda askerin sırtından politika yapmaya meraklıdır. Çünkü asker bütün kamuoyu yoklamalarında en güvenilir kurum olarak yer almaktadır. Ve arkadan Yılmaz sağda tek rakip olarak gördüğü Çiller'e karşı bütün siyasî geleceğini AB üyeliğinin Türkiye'deki alemdarlığına bağlamıştır.
Asker'in ise bilhassa ülkenin üniter yapısı ve egemenlik konularında AB'ye rezerv koyduğu açıktır. O halde askere ölçüyü kaçırarak saldırırsan bir taşla iki kuş vuracaksın. Hem AB konusunda kararlılığını gösterecek, engel olarak askeri afişe edecek, hem de Çiller'e karşı irtifa kazanacaksın. Neyin karşılığında; güneydoğuda HADEP'le işbirliği karşılığında. Ve bu sefer bir üçüncü kuşa da göz diktiği anlaşılmaktadır Yılmaz'ın; Tayyip'in muhtemel asker karşıtı oylarına.
"Ulusal güvenlik"i bir tabu gibi saklamayacağız da neyi saklayacağız? Hortumların ve yolsuzlukların, üç kâgıtçılıkların "güvenliğini" mi? "Ulusal Güvenlik"i kıskanç bir şekilde koruyup kollamayacağız da neyi kollayacağız, "Avrupa'nın, AB'nin" güvenliğini mi?
Konu bu kadar açıktır ve Yılmaz bir kere daha ucuz kahramanlığa soyunmuştur. Tavrı; yalnızken ağzını açıp konuşamadığı ağabeyini kalabalıktan güç alarak anne-babasına şikâyet eden çocuk tavrıdır.
Yılmaz bu ülkede üç kere başbakanlık yapmış ve halen başbakan yardımcısı koltuğunu işgal etmekte olan bir kimsedir.
Meclis'te, Bakanlar Kurulu'nda ve nihayet MGK'da bu konuyu hiç açıp tartışmış mıdır ki kendi delegelerinden güç alarak bir konser-gösteri ortamında kahramanlık taslamaktadır?
Yılmaz; " Türkiye'de değişimin anahtarı, ulusal güvenlik kavramında saklıdır. Ulusal güvenlik gerekçesiyle devletimizin bekasını sağlamlaştıracak, milletimizi rahat ve huzura erdirecek adımlar atılması adeta imkansızlaştırılmaktadır. Türkiye, eğer bir adım ileriye gitmek istiyorsa bu sendromdan kurtulmalıdır..." demektedir.
Yılmaz'a göre "ulusal güvenlik", ülkenin bekasının, milletin rahat ve huzurunun önündeki en büyük engeldir. Ve yine "ulusal güvenlik" bir adım ileri gitmeyi engelleyen bir hastalıktır. Birand, Yılmaz ve onlar gibi düşünenlere o zaman hangi ülkeden, hangi milletten bahsettiğini sorma hakkımız doğmaktadır. Hangi millet adına konuşmaktadırlar?
Kopenhag-Helsinki sürecinden güç ve kuvvet alan mutlu Süryaniler, bahtiyar Yahudiler, müreffeh Rumlar, mesut ve huzur içindeki Ermeniler'in AB şemsiyesi altında Ulusal Güvenliğimize dahil edilmelerinin 100-150 yıl önceki Tanzimat Fermanına dahil edilen azınlıklardan farkı var mıdır? Tanzimat'ın İmparatorluğu yıktığını, Helsinki'nin Cumhuriyet'i bölüp parçalamaya kalktığını göremiyor muyuz?
Medya, siyaset, üniversite ve iş âlemindeki AB muhibleri, Ağrı'dan bakınca öyle bir efsane filân gibi değil kocaman bir balon gibi görünmektedirler. Egemenlik ve üniter yapı konusunda milletin ayağına dolaşan, AB renkleriyle bezenmiş bir balon.
Rüyadan uyanmaları, kendilerine gelmeleri için ille Genelkurmay'dan okkalı bir açıklama mı yemeleri gerekmektedir?
Yâni M.Ali Birand pespembe bir tablo çizip Türkiye'nin güvenlik diye bir sorunu olmadığını söyledi, Yılmaz da ulusal güvenliğin Türkiye'nin önünü kestiğini ifade etti.
Dün, Ermenilerin "duyarlı" olduğu Ağrı Dağı'nda İstiklâl Marşı okunmasına tahammül edemeyen, bin türlü sebep arayan Birand'ın yazısı dolayısı ile Türkiye'nin tepesinden Ankara'nın değişik göründüğünü, bazı gerçeklerin çarpıcı bir hâl aldığını söylememiş miydik?
Yılmaz ulusal güvenliğin lüzumsuz olduğunu söylerken hortumlardan, yolsuzluklardan hiç bahsetmedi. Dikkatleri güvenliğe çekti, hortumları unutturmaya çalıştı.
Sadece bu sebep bile "güvenliğe" özel bir önem vermemize yetmez mi?
Yılmaz şimdiye kadar hep yaptığı gibi, sıkıştığı herhangi bir pozisyonda askerin sırtından politika yapmaya meraklıdır. Çünkü asker bütün kamuoyu yoklamalarında en güvenilir kurum olarak yer almaktadır. Ve arkadan Yılmaz sağda tek rakip olarak gördüğü Çiller'e karşı bütün siyasî geleceğini AB üyeliğinin Türkiye'deki alemdarlığına bağlamıştır.
Asker'in ise bilhassa ülkenin üniter yapısı ve egemenlik konularında AB'ye rezerv koyduğu açıktır. O halde askere ölçüyü kaçırarak saldırırsan bir taşla iki kuş vuracaksın. Hem AB konusunda kararlılığını gösterecek, engel olarak askeri afişe edecek, hem de Çiller'e karşı irtifa kazanacaksın. Neyin karşılığında; güneydoğuda HADEP'le işbirliği karşılığında. Ve bu sefer bir üçüncü kuşa da göz diktiği anlaşılmaktadır Yılmaz'ın; Tayyip'in muhtemel asker karşıtı oylarına.
"Ulusal güvenlik"i bir tabu gibi saklamayacağız da neyi saklayacağız? Hortumların ve yolsuzlukların, üç kâgıtçılıkların "güvenliğini" mi? "Ulusal Güvenlik"i kıskanç bir şekilde koruyup kollamayacağız da neyi kollayacağız, "Avrupa'nın, AB'nin" güvenliğini mi?
Konu bu kadar açıktır ve Yılmaz bir kere daha ucuz kahramanlığa soyunmuştur. Tavrı; yalnızken ağzını açıp konuşamadığı ağabeyini kalabalıktan güç alarak anne-babasına şikâyet eden çocuk tavrıdır.
Yılmaz bu ülkede üç kere başbakanlık yapmış ve halen başbakan yardımcısı koltuğunu işgal etmekte olan bir kimsedir.
Meclis'te, Bakanlar Kurulu'nda ve nihayet MGK'da bu konuyu hiç açıp tartışmış mıdır ki kendi delegelerinden güç alarak bir konser-gösteri ortamında kahramanlık taslamaktadır?
Yılmaz; " Türkiye'de değişimin anahtarı, ulusal güvenlik kavramında saklıdır. Ulusal güvenlik gerekçesiyle devletimizin bekasını sağlamlaştıracak, milletimizi rahat ve huzura erdirecek adımlar atılması adeta imkansızlaştırılmaktadır. Türkiye, eğer bir adım ileriye gitmek istiyorsa bu sendromdan kurtulmalıdır..." demektedir.
Yılmaz'a göre "ulusal güvenlik", ülkenin bekasının, milletin rahat ve huzurunun önündeki en büyük engeldir. Ve yine "ulusal güvenlik" bir adım ileri gitmeyi engelleyen bir hastalıktır. Birand, Yılmaz ve onlar gibi düşünenlere o zaman hangi ülkeden, hangi milletten bahsettiğini sorma hakkımız doğmaktadır. Hangi millet adına konuşmaktadırlar?
Kopenhag-Helsinki sürecinden güç ve kuvvet alan mutlu Süryaniler, bahtiyar Yahudiler, müreffeh Rumlar, mesut ve huzur içindeki Ermeniler'in AB şemsiyesi altında Ulusal Güvenliğimize dahil edilmelerinin 100-150 yıl önceki Tanzimat Fermanına dahil edilen azınlıklardan farkı var mıdır? Tanzimat'ın İmparatorluğu yıktığını, Helsinki'nin Cumhuriyet'i bölüp parçalamaya kalktığını göremiyor muyuz?
Medya, siyaset, üniversite ve iş âlemindeki AB muhibleri, Ağrı'dan bakınca öyle bir efsane filân gibi değil kocaman bir balon gibi görünmektedirler. Egemenlik ve üniter yapı konusunda milletin ayağına dolaşan, AB renkleriyle bezenmiş bir balon.
Rüyadan uyanmaları, kendilerine gelmeleri için ille Genelkurmay'dan okkalı bir açıklama mı yemeleri gerekmektedir?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002