Artık, Türkiye'de neler oluyor, diye sormak bile abesle iştigal halini aldı.
Siyasetteki ilkesizlik, kimi medyadaki basın ahlakı yoksunluğu, aydınımızdaki "manda marazı" devam ettiği sürece, ülkemizde her an herşey olabilir.
MHP lideri Devlet Bahçeli'nin özellikle son dönemlerdeki "politik profil"ine toplum hayret ediyor.
AB'ye teşne Bahçeli, seçim sandığını "AB'cilerin tabutu" gibi görmeye başlayınca, tabanın "gazını almak" için güya AB'ye aykırı çıkışlar yapıyor. Bu arada koalisyon takasını sarsmayan "ağır devlet adamlığı" rolünü elden bırakmamak için ortaklarına da "mavi AB boncuğu" dağıtıyor.
Bahçeli zorlanıyor. Bu kadar rolü aynı anda icra etmek elbette kolay değil. Hem AB'ci olmak, hem de AB karşıtı rolünü üstlenmek son derece zor. Bu bağlamda koalisyon ortakları arasında en çok sayın Bahçeli zorlanıyor.
AB, taviz isteklerinde sözünü eğip bükmüyor. Yerli AB'cilerimiz, bu tavizleri gizlemek için rol kesiyor.
AB açık ve net olarak, Kıbrıs'ı Rumlara vermeden AB hayali kurmayın, diyor; bizimkiler ise hem AB'ciyiz diyor, hem de güya Kıbrıs'tan taviz vermiyoruz, demeye getiriyorlar.
AB açık ve net olarak, Ege kıta sahanlığını Yunanistan'ın isteği doğrultusunda halledilmesi gerektiğini bildiriyor; bizimkiler ise hem AB'ciyiz diyor, hem de Ege'den taviz vermiyoruz, diyorlar.
AB sade bir dille, suriçi İstanbul'da Vatikan benzeri "Ortodoks ekümenik patriklik" kurulmasını yasallaştırın, diyor; bizimkiler hem AB'den başka yol yok diyor, hem de suriçi İstanbul'da ekümenik oluşuma izin vermiyoruz, diyorlar. Diyorlar demesine ancak, 1936'dan 2002 Ocak'ına kadar suriçi İstanbul'da Patrikhane'nin edindiği hukukdışı gayr-ı menkullerin bir defalığına izin verilerek tapu-tescilini öngören Vakıflar Kanunu tasarısına imzayı basıyorlar. Kuvay-ı Milliye kurmayları ve BTP kadrosu, bunlara suçüstü yapınca, bir kısmı imzalarını geri çekiyor. Ardından da tabanın gazını almak için Fatih'te "gaflet kapısı kapansın" türünden azınlık vakıflarına ilişkin toplantılar tertib ediyorlar.
Dahası var...
AB anlaşılır bir dille, değil Apo'yu, kimseyi idam edemezsiniz, diyor; bizim AB'ciler hem AB'siz Türkiye batar diyorlar, hem de Başbakanlık dolabında küflenmeye terkettikleri Apo dosyasına güya cila çekiyorlar. Gökyüzüne kanatlanmış şehitlerimize güya kendilerince "politik manevra" yapıyorlar.
Mesut Yılmaz ile kafa kafaya AB yolunun taşlarını döşeyen sanki bizzat kendisi değilmiş gibi, millete rağmen Ulusal Programı oluşturan yine bizzat kendisi değilmiş gibi, sayın Devlet Bahçeli, AB karşıtı nümayişler rolünü icra ediyor.
Ankara, "550 koltuklu tiyatro sahnesi"ne çevrildi...
AB meselesi, devlet ciddiyeti gerektiren "çok stratejik" bir iştir. Konjonktüre göre rol üstlenmekle AB işinde milli bir duruş oluşturulamaz. Bu türden roller, olsa olsa AB'ye verilecek Kıbrıs, Ege ve sair tavizler için "milletimizin gözünü" boyamak olur.
Bugüne kadar milletin gözünü boyayanlardır zaten, Türkiye'yi bu ekonomik çöküşe, siyasal ve hukuksal "global manda"ya sürükleyenler...
Rol üstüne rol değiştiren bu ilkesiz siyasi anlayışlar, basın ahlakı ve habercilik ilkelerinden yoksun kimi mandacı medyanın "bataklık çiçekleri" gibi duruyorlar Ankara'da.
Bunu kendileri de görüyor.
Bu AB'ci siyasetçilerimiz, seçim sandığını "kendi tabutları" olarak gördükleri için, her türlü ilkesizliğe ve kılığa bürünmeyi hızlandırdılar.
Bunların AB sürecinde aynı zamanda "Anayasal suç" işledikleri de açıktır. Çünkü Anayasa'mızın 90. maddesi, kanunlarda değişiklik gerektiren devletler ve uluslararası kuruluşlarla yapılan antlaşmalarda TBMM'nin onaylamasını ve bir kanunla uygun bulmasını şart koşmasına rağmen, işbaşındaki AB'ciler TBMM'ye sadece bilgi vermekle yetiniyorlar. Ulusal Program'ın TBMM'den onayı yok, ilgili değişikliklerin yapılması için gerekli olan "kanun maddesiyle uygun bulunması" yok.
Bu Anayasal suç bile, AB'ci politikacılarımızın seçim sandığını "kendi tabutları" olarak görerek rol üstüne rol değiştirmeleri için yeterli sebeptir.
Ancak Türkiye'nin artık rol üstüne rol değiştiren politikacılarla ayağa kalkması mümkün olmadığı bir gerçektir. Faturalar ortadadır.
Bu sebeple topyekün milletimizin, Kuvay-ı Milliye ruhuyla şahlanıp Bağımsız Türkiye sevdasıyla vatanına, milletine, bayrağına, sancağına, Kıbrıs'ına, Egesine, İstanbul'una, milli ve dini bütünlüğüne, ekonomisine, parasına, sanayisine, tarımına, üretimine, kalkınmasına... sahip çıkması "tarihi bir silkiniş"tir. Türkiye'mizin dönüm noktasıdır.
Bu sebeple Kuvay-ı Milliye'nin mimarı Prof. Dr. Haydar Baş beye ve BTP kadrosuna bir kere daha, binlerce kere daha şükranlarımı arzetmeyi, aziz milletimizin gördüğü gibi, bir vatanborcu olarak görüyorum.
Siyasetteki ilkesizlik, kimi medyadaki basın ahlakı yoksunluğu, aydınımızdaki "manda marazı" devam ettiği sürece, ülkemizde her an herşey olabilir.
MHP lideri Devlet Bahçeli'nin özellikle son dönemlerdeki "politik profil"ine toplum hayret ediyor.
AB'ye teşne Bahçeli, seçim sandığını "AB'cilerin tabutu" gibi görmeye başlayınca, tabanın "gazını almak" için güya AB'ye aykırı çıkışlar yapıyor. Bu arada koalisyon takasını sarsmayan "ağır devlet adamlığı" rolünü elden bırakmamak için ortaklarına da "mavi AB boncuğu" dağıtıyor.
Bahçeli zorlanıyor. Bu kadar rolü aynı anda icra etmek elbette kolay değil. Hem AB'ci olmak, hem de AB karşıtı rolünü üstlenmek son derece zor. Bu bağlamda koalisyon ortakları arasında en çok sayın Bahçeli zorlanıyor.
AB, taviz isteklerinde sözünü eğip bükmüyor. Yerli AB'cilerimiz, bu tavizleri gizlemek için rol kesiyor.
AB açık ve net olarak, Kıbrıs'ı Rumlara vermeden AB hayali kurmayın, diyor; bizimkiler ise hem AB'ciyiz diyor, hem de güya Kıbrıs'tan taviz vermiyoruz, demeye getiriyorlar.
AB açık ve net olarak, Ege kıta sahanlığını Yunanistan'ın isteği doğrultusunda halledilmesi gerektiğini bildiriyor; bizimkiler ise hem AB'ciyiz diyor, hem de Ege'den taviz vermiyoruz, diyorlar.
AB sade bir dille, suriçi İstanbul'da Vatikan benzeri "Ortodoks ekümenik patriklik" kurulmasını yasallaştırın, diyor; bizimkiler hem AB'den başka yol yok diyor, hem de suriçi İstanbul'da ekümenik oluşuma izin vermiyoruz, diyorlar. Diyorlar demesine ancak, 1936'dan 2002 Ocak'ına kadar suriçi İstanbul'da Patrikhane'nin edindiği hukukdışı gayr-ı menkullerin bir defalığına izin verilerek tapu-tescilini öngören Vakıflar Kanunu tasarısına imzayı basıyorlar. Kuvay-ı Milliye kurmayları ve BTP kadrosu, bunlara suçüstü yapınca, bir kısmı imzalarını geri çekiyor. Ardından da tabanın gazını almak için Fatih'te "gaflet kapısı kapansın" türünden azınlık vakıflarına ilişkin toplantılar tertib ediyorlar.
Dahası var...
AB anlaşılır bir dille, değil Apo'yu, kimseyi idam edemezsiniz, diyor; bizim AB'ciler hem AB'siz Türkiye batar diyorlar, hem de Başbakanlık dolabında küflenmeye terkettikleri Apo dosyasına güya cila çekiyorlar. Gökyüzüne kanatlanmış şehitlerimize güya kendilerince "politik manevra" yapıyorlar.
Mesut Yılmaz ile kafa kafaya AB yolunun taşlarını döşeyen sanki bizzat kendisi değilmiş gibi, millete rağmen Ulusal Programı oluşturan yine bizzat kendisi değilmiş gibi, sayın Devlet Bahçeli, AB karşıtı nümayişler rolünü icra ediyor.
Ankara, "550 koltuklu tiyatro sahnesi"ne çevrildi...
AB meselesi, devlet ciddiyeti gerektiren "çok stratejik" bir iştir. Konjonktüre göre rol üstlenmekle AB işinde milli bir duruş oluşturulamaz. Bu türden roller, olsa olsa AB'ye verilecek Kıbrıs, Ege ve sair tavizler için "milletimizin gözünü" boyamak olur.
Bugüne kadar milletin gözünü boyayanlardır zaten, Türkiye'yi bu ekonomik çöküşe, siyasal ve hukuksal "global manda"ya sürükleyenler...
Rol üstüne rol değiştiren bu ilkesiz siyasi anlayışlar, basın ahlakı ve habercilik ilkelerinden yoksun kimi mandacı medyanın "bataklık çiçekleri" gibi duruyorlar Ankara'da.
Bunu kendileri de görüyor.
Bu AB'ci siyasetçilerimiz, seçim sandığını "kendi tabutları" olarak gördükleri için, her türlü ilkesizliğe ve kılığa bürünmeyi hızlandırdılar.
Bunların AB sürecinde aynı zamanda "Anayasal suç" işledikleri de açıktır. Çünkü Anayasa'mızın 90. maddesi, kanunlarda değişiklik gerektiren devletler ve uluslararası kuruluşlarla yapılan antlaşmalarda TBMM'nin onaylamasını ve bir kanunla uygun bulmasını şart koşmasına rağmen, işbaşındaki AB'ciler TBMM'ye sadece bilgi vermekle yetiniyorlar. Ulusal Program'ın TBMM'den onayı yok, ilgili değişikliklerin yapılması için gerekli olan "kanun maddesiyle uygun bulunması" yok.
Bu Anayasal suç bile, AB'ci politikacılarımızın seçim sandığını "kendi tabutları" olarak görerek rol üstüne rol değiştirmeleri için yeterli sebeptir.
Ancak Türkiye'nin artık rol üstüne rol değiştiren politikacılarla ayağa kalkması mümkün olmadığı bir gerçektir. Faturalar ortadadır.
Bu sebeple topyekün milletimizin, Kuvay-ı Milliye ruhuyla şahlanıp Bağımsız Türkiye sevdasıyla vatanına, milletine, bayrağına, sancağına, Kıbrıs'ına, Egesine, İstanbul'una, milli ve dini bütünlüğüne, ekonomisine, parasına, sanayisine, tarımına, üretimine, kalkınmasına... sahip çıkması "tarihi bir silkiniş"tir. Türkiye'mizin dönüm noktasıdır.
Bu sebeple Kuvay-ı Milliye'nin mimarı Prof. Dr. Haydar Baş beye ve BTP kadrosuna bir kere daha, binlerce kere daha şükranlarımı arzetmeyi, aziz milletimizin gördüğü gibi, bir vatanborcu olarak görüyorum.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019