Sonunda 17 Aralık geldi ve geçti.
Önümüze yeni bir hedef konuldu: 3 Ekim 2005.
Artık AB'ci hükümet ve siyasilerimiz, 3 Ekim için hayaller kurmaya başlayacak, mütarekeci basın ise kıyıda köşede bu hayalleri destekleyecek örnekler bulmaya çalışacak.
Bir 9 ay daha Türkiye amaçsız, gayesiz bir hiç uğruna sürüm sürüm süründürülecek.
17 Aralık zirvesi sonrası sayın Başbakan kendince başarılı gördüğü zirveyi değerlendirdi.
Zirveye damgasını vuran Kıbrıs mevzuunda "Ankara Anlaşması'nın genişletilmesi ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin tanınması teknik bir prosedürdür. Ankara Anlaşması'nın genişletilmesi Kıbrıs Rum Kesimi'nin tanınması anlamına gelmez" açıklamasını yaptı.
Devamında ise "Balkenende de böyle ifade etti" dedi.
Sayın Erdoğan, Ankara Anlaşması'na Türkiye olarak imza atarken, Rum Kesimi de Kıbrıs Cumhuriyeti olarak imza atacak. Ortada resmi bir anlaşma olacak. Siz ise "Baklenende de böyle ifade etti" diyerek anlaşmanın tanıma olmadığına delil gösteriyorsunuz.
Balkenende, yarın dese ki "Ben bunu kastetmedim" ne yapacaksınız? Bir tarafta yazılı imzalı bir anlaşma, diğer tarafta ise sadece söz var.
Bütün kamuoyu da biliyor ki, AB'li liderlerin basına yansıyan "Türkiye bu anlaşmayı genişletirse, Kıbrıs Rum Kesimi'ni tanımış olur" şeklinde birçok beyanatı var.
Kıbrıs mevzuunda Başbakanın sözlü taahhüt verdiği ve bu sözlü güvencenin bildirgeye yazıldığı ifade edildi.
Bu "sözlü güvence" bildirgeye yazıldıysa hala nasıl "sözlü" olarak nitelendirilebiliyor? Söz veriyorsun, ama bu sözü tutacağını yazılı olarak kaşeli ve imzalı bir şekilde beyan ediyorsun.
Başbakan zirve sonrası "Kıbrıs sorununu çözmekte elimizden geleni yapacağız" diyor.
Bu çözümün kimin lehine olacağı meçhul. Çıkan sonuçtan Rum kesimi, Yünan yetkililer, AB liderleri memnun ve "Artık Kıbrıs bir sorun olmayacak" beyanatları yapıyorlar.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise "Onlar memnunsa biz memnun olmayız demektir" dedi. Rumların sevincine bakılırsa Denktaş oldukça haklı.
Sayın Erdoğan, eğer Kıbrıs için yaptığınız gibi Türkiye için de elinizden geleni yapacaksanız vay halimize.
Başbakan Erdoğan "İstediklerimiz oldu. Yüzde 100 değil ama başardık" dedi. Konuşmanın devamında ise "Bundan sonraki süreç daha zor ve daha engebeli olacak" şeklinde ifade etti.
AB dönem başkanı Balkenende ise yaptığı değerlendirmede "Bitmiş olan hiçbir şey yok, daha her şey yeni başlıyor" dedi.
Peki sayın Erdoğan, zorlu ve engebeli bir yola başladıysak, daha her şey yeni başlıyorsa, bitmiş hiçbir şey yoksa hangi başarıdan bahsediyorsunuz?
AB' ye üyelikte aranan tek şart Maastricht Kriterleridir. Ağzınızda sakız yaptığınız Kopenhag Kriterleri bile sadece tavsiye niteliğindedir.
Buna rağmen AB ilerleme raporunda ve sonradan önümüze konulan taslaklar serisinde gerek Maastricht gerekse Kopenhag kriterleriyle hiçbir alakası olmayan şartlar konuldu ve bu zirvede siz bunların hepsini kabul ettiniz.
Bu sizce gerçekten başarı mı?
Diğer önemli bir mevzu ise derogasyonlar. Yapısal politikalar, serbest dolaşım ve tarım alanlarında "Kalıcı kısıtlamalar" ifadesi sayın Erdoğan'ın ifadesiyle "gerekli görüldüğü, ihtiyaç duyulduğu takdirde" olarak değiştirildi.
AB'nin taslaklara ısrarla "kalıcı kısıtlamalar" yazmasının sebebi, zaten AB'li yetkililerin böyle kısıtlamalara ihtiyaç duyduğundandır. Ha "kalıcı" ha "ihtiyaç duyulduğu takdirde", AB için ne farkeder? İkisi de aynı anlama geliyor. Pratikte uygulanacak olan yine "kalıcı kısıtlamalar"dır.
Yarın zirve değerlendirmelerimize devam edeceğiz.
Önümüze yeni bir hedef konuldu: 3 Ekim 2005.
Artık AB'ci hükümet ve siyasilerimiz, 3 Ekim için hayaller kurmaya başlayacak, mütarekeci basın ise kıyıda köşede bu hayalleri destekleyecek örnekler bulmaya çalışacak.
Bir 9 ay daha Türkiye amaçsız, gayesiz bir hiç uğruna sürüm sürüm süründürülecek.
17 Aralık zirvesi sonrası sayın Başbakan kendince başarılı gördüğü zirveyi değerlendirdi.
Zirveye damgasını vuran Kıbrıs mevzuunda "Ankara Anlaşması'nın genişletilmesi ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin tanınması teknik bir prosedürdür. Ankara Anlaşması'nın genişletilmesi Kıbrıs Rum Kesimi'nin tanınması anlamına gelmez" açıklamasını yaptı.
Devamında ise "Balkenende de böyle ifade etti" dedi.
Sayın Erdoğan, Ankara Anlaşması'na Türkiye olarak imza atarken, Rum Kesimi de Kıbrıs Cumhuriyeti olarak imza atacak. Ortada resmi bir anlaşma olacak. Siz ise "Baklenende de böyle ifade etti" diyerek anlaşmanın tanıma olmadığına delil gösteriyorsunuz.
Balkenende, yarın dese ki "Ben bunu kastetmedim" ne yapacaksınız? Bir tarafta yazılı imzalı bir anlaşma, diğer tarafta ise sadece söz var.
Bütün kamuoyu da biliyor ki, AB'li liderlerin basına yansıyan "Türkiye bu anlaşmayı genişletirse, Kıbrıs Rum Kesimi'ni tanımış olur" şeklinde birçok beyanatı var.
Kıbrıs mevzuunda Başbakanın sözlü taahhüt verdiği ve bu sözlü güvencenin bildirgeye yazıldığı ifade edildi.
Bu "sözlü güvence" bildirgeye yazıldıysa hala nasıl "sözlü" olarak nitelendirilebiliyor? Söz veriyorsun, ama bu sözü tutacağını yazılı olarak kaşeli ve imzalı bir şekilde beyan ediyorsun.
Başbakan zirve sonrası "Kıbrıs sorununu çözmekte elimizden geleni yapacağız" diyor.
Bu çözümün kimin lehine olacağı meçhul. Çıkan sonuçtan Rum kesimi, Yünan yetkililer, AB liderleri memnun ve "Artık Kıbrıs bir sorun olmayacak" beyanatları yapıyorlar.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ise "Onlar memnunsa biz memnun olmayız demektir" dedi. Rumların sevincine bakılırsa Denktaş oldukça haklı.
Sayın Erdoğan, eğer Kıbrıs için yaptığınız gibi Türkiye için de elinizden geleni yapacaksanız vay halimize.
Başbakan Erdoğan "İstediklerimiz oldu. Yüzde 100 değil ama başardık" dedi. Konuşmanın devamında ise "Bundan sonraki süreç daha zor ve daha engebeli olacak" şeklinde ifade etti.
AB dönem başkanı Balkenende ise yaptığı değerlendirmede "Bitmiş olan hiçbir şey yok, daha her şey yeni başlıyor" dedi.
Peki sayın Erdoğan, zorlu ve engebeli bir yola başladıysak, daha her şey yeni başlıyorsa, bitmiş hiçbir şey yoksa hangi başarıdan bahsediyorsunuz?
AB' ye üyelikte aranan tek şart Maastricht Kriterleridir. Ağzınızda sakız yaptığınız Kopenhag Kriterleri bile sadece tavsiye niteliğindedir.
Buna rağmen AB ilerleme raporunda ve sonradan önümüze konulan taslaklar serisinde gerek Maastricht gerekse Kopenhag kriterleriyle hiçbir alakası olmayan şartlar konuldu ve bu zirvede siz bunların hepsini kabul ettiniz.
Bu sizce gerçekten başarı mı?
Diğer önemli bir mevzu ise derogasyonlar. Yapısal politikalar, serbest dolaşım ve tarım alanlarında "Kalıcı kısıtlamalar" ifadesi sayın Erdoğan'ın ifadesiyle "gerekli görüldüğü, ihtiyaç duyulduğu takdirde" olarak değiştirildi.
AB'nin taslaklara ısrarla "kalıcı kısıtlamalar" yazmasının sebebi, zaten AB'li yetkililerin böyle kısıtlamalara ihtiyaç duyduğundandır. Ha "kalıcı" ha "ihtiyaç duyulduğu takdirde", AB için ne farkeder? İkisi de aynı anlama geliyor. Pratikte uygulanacak olan yine "kalıcı kısıtlamalar"dır.
Yarın zirve değerlendirmelerimize devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Murat Çabas / diğer yazıları
- ‘Güçlü’nün hukukuyla ‘adalet’ sağlanır mı? / 08.02.2025
- Bir daha 6 Şubat’ları yaşamamak için… / 07.02.2025
- Ahmed Şara’nın Türkiye ziyareti ne anlama geliyor? / 05.02.2025
- Yatırımcılar, ‘demokrasi’ ve ‘hukuk’ arar / 04.02.2025
- Türkiye’de tarım BTP ile zirveye ulaşır / 01.02.2025
- İsrail, işgallerini kalıcı hale getirmeye çalışıyor / 31.01.2025
- Trump hızlı başladı; ne değişecek? / 29.01.2025
- İnsan bozulunca, her şey bozuluyor / 28.01.2025
- Gazze’deki ateşkes ABD’ye mi emanet? / 25.01.2025
- Kartalkaya’da yüreğimiz yandı / 24.01.2025
- Bir daha 6 Şubat’ları yaşamamak için… / 07.02.2025
- Ahmed Şara’nın Türkiye ziyareti ne anlama geliyor? / 05.02.2025
- Yatırımcılar, ‘demokrasi’ ve ‘hukuk’ arar / 04.02.2025
- Türkiye’de tarım BTP ile zirveye ulaşır / 01.02.2025
- İsrail, işgallerini kalıcı hale getirmeye çalışıyor / 31.01.2025
- Trump hızlı başladı; ne değişecek? / 29.01.2025
- İnsan bozulunca, her şey bozuluyor / 28.01.2025
- Gazze’deki ateşkes ABD’ye mi emanet? / 25.01.2025
- Kartalkaya’da yüreğimiz yandı / 24.01.2025