Üçler sofrası

Bu gün kıymetli okuyucu, sizleri "üçler sofrası"na davet edeceğiz. Hep gözünüzün önünde bulunsun, hiç aklınızdan çıkmasın diye böyle bir isim taktık.. İster hemen tadına bakın, ister turşusunu kurup ileride lâzım olur diye kavanozda bir dolaba kaldırın.

Modern çağın sömürge zihniyeti "küreselleşme"dir. Dünyayı idare etmeye soyunanlar diğer devletleri "küreselleştirmeye" çalışırlar. Böylece eski sömürgeler şimdi "küreselleştirilmiş" olur.Küreselleştirmenin üç ayağı vardır. 1. Siyasi ayak; Helsinki-Kopenhag kriterleri; 2. Ekonomik ayak; IMF, Dünya Bankası; 3. Kültürel ayak: Misyonerlik, diyalog-hoşgörü yutturmacası.

Bu sömürge düzenine alınan tavra göre ülkemizde üç sosyal grup teşekkül etmiştir: Bunlar;1. Kuvayi Milliye, 2.Kuvayi Seyyare ve 3. Kuvayi İnzibatiye'dir.

Kuvayi Milliye vatanın ve milletin bölünmeden tam bağımsızlığını savunan güçlerdir. Kuvayi Seyyare ve Kuvayi İnzibatiye ise; bir kısım STÖ, Dernek, bürokrat, siyasetçi, üniversite öğretim üyesi, iş adamı, basın mensubu kılığında karşımıza çıkarlar. İstanbul meyhanelerinde sömürge müfettişi ve komiserleri ile demlenir onların yayın organlarına makbuz karşılığı yazı yazmak için kuyruğa girerler.

1. Mandacı; 2. Bölücü ve 3.Mürteciler bu tür maskelerin arkasında memleketi satmak için güç birliği yapmışlardır.

Ülkenin, içinde bulunduğumuz ahval ve şeraitte belli başlı üç bağımsızlık sembolü vardır: 1. Ayasofyaların cami olabilmesi; 2. Kıbrıs; 3. Öcalan'ın İnfazı.

Bunları başaran bir Türkiye kurtlar sofrasında küreselleştirmecilerin karşısına eli daha kuvvetli, daha güçlü çıkacaktır. Bu konularda çekingen ve çekimser davrandığı hissedilen Türkiye küreselleştirmecilerin bitmez-tükenmez yeni istekleri karşısında kalacaktır.

Ayasofyalarda bir türlü namaz kıldıramayan Türkiye, Avrupa Parlâmentosunda Romen delegelerin "Ayasofya Ortodoks İbadetine açılmalıdır" isteğine muhatap olmuştur. Memleketimize gelen Romen Başbakanı daha da ileri gitmiş, Prens Stefan'ın kılıcını geri isterken, İstanbul'daki Romenler için de bir kilise tahsis edilmesini-açılmasını taleb etmiştir.

İstanbul'daki kiliseler yetmemiş kıymetli okuyucu Romenler için ayrı bir kilise arzu edilmiştir. Emin olun sırada her millet için ayrı kilise istekleri vardır.

Biz her memlekette Türkler için ayrı birer cami istedik mi şimdiye kadar?

Kıbrıs'ı Helsinki ile AB kılığında Yunanistan'a teslim eden Türkiye Avrupa Parlâmentosunun Ermeni talebi ile karşı karşıya kalmıştır. Sırada Ermenistan'ın tazminat istemesi, belki para, belki toprak vardır.

Öcalan'ı infaz edemeyen Türkiye şimdi Öcalan'ın siyaseten tanınması, sandığa çekilmesi, DEP'li milletvekillerinin affedilmesi isteğine mâruz kalmıştır.

Durum bu merkezde iken Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz Parti Grubunda 6 Mart 2002 günü altından kolay kolay kalkamayacağı bir lâf etmiş ve demiştir ki; "AB'ye giren bir Türkiye'de polis 13 yaşında İHL'li kızların başörtüsünün peşine düşmeyecektir".

Bunu resmen "idare"de bulunan bir genel başkan söylemektedir. Söylemekle "aczini" ifade etmektedir. İçişleri bakanının bağlı olduğu bir genel başkan polise iki kelimelik bir talimat vermekten âciz midir? Şikâyetçiysen sen yapsana!

Ve AB'ye girince "idare"nin ve "egemenliğin" AB'ye devredileceğinin bundan açık bir ikrarı olur mu? Mesut Yılmaz'ın yapamadığını Verhaugen-Karen Fogg yapacak.

O halde sizin o koltukta oturmanızın sebebi hikmeti nedir Sayın Yılmaz?

Bu millet 5 Mart günü Kayseri'de bir toplantıya katılan Amerikan Büyükelçisinin ağzından şu lâfı da işitmiştir: "ABD IMF'nin Türkiye'ye 35 milyar dolar vermesine yardımcı oldu. Bunun 17 milyar doları ABD'de vergi ödeyenlerce karşılandı.Bu parayı vermek için ABD vatandaşları ekstra vergi ödemeyi kabul etmişlerdir."

Bu; Türkiye'den belki Afganistan, belki Irak, belki de Kıbrıs ve Ege'de ekstra tâvizler istenilecek demek değil midir?

Başörtüsünün AB'ye, "diyet"in ABD'ye, kiliselerin Romenlere ihale edileceği bir Türkiye istemiyorsanız yukarıda saydığımız üçlü formülleri aklınızdan hiç çıkarmayın.