Günümüzde en çok istismar edilen, içi boşaltılan, asıl anlamından uzaklaştırılan kavramların başında aşk sözcüğü gelmektedir. Şarkılarda, romanlarda, TV dizilerinde ve sinemada en çok vurgusu yapılarak kullanılan temel konu aşktır. Hatta öyle ki, neredeyse görsel ve yazılı basının reytingini yükselten en temel mevzu aşktır.
Üzerinde durmaya çalıştığımız, tenkit ettiğimiz, temeli hayvani hırs ve ihtirastan oluşan, nefisten beslenen, insanı insanlıktan çıkaran, dipsiz bir arzu ile şehvet bataklığına sürükleyen, insanları saptıran, iblislerin başköşede oturduğu mevsimsel veya dönemsel muhabbetlere aşk denilmesidir.
Biz de biraz İslam ahlakının, irfanının merkeze aldığı aşktan veya Kur'ani ifadeyle meveddetten bahsedelim.
Bu aşk ruhtan, maneviyattan beslenen bir aşk olup vücudun beşeri arzu ve isteklerinin kontrolünde değildir, çok ötesindedir.
İnsanın aklı, Allah'ın (c.c) insana verdiği en kıymetli nimettir. Belki aklımızı gösteremeyiz, çünkü nesnel değildir ama ortaya koyduğu fiillerden, işlerden, ürünlerden onun varlığını görürüz.
İnsanoğlu aklı sayesinde evreninde Cenab-ı Hakk'ın ilmi gereği perdelediği pek çok hakikati gün ışığına çıkarır.
Tabi şunu da ifade etmek gerekir ki aklın da bir haddi, bir hududu, bir kapasitesi var.
Akıl sadece kabı kadar yani kapasitesi kadar olanı idrak edebilir, ötesine gidemez, gidemediği yerlere ilahi tecellilerin kontrolüne girmiş bir kalp ayağıyla veya kalp kanadıyla aşkla vasıl olabilir.
Yoksa akıl tek başına ne hayrı ne de şerri bilebilir mi? Tabi ki hayır, bilemez.
Ancak tarif edildikten sonra kabul eder.
İnsanın siretini aşk, akıl, kalp belirler.
Bu âlemde suretten ziyade sirettir önemli olan. Siret de muhafaza altına alınmalı ve korunmalı, yoksa değişir.
Aslında insanın topraktan yaratılan sureti öz olarak değişmez.
Ama insanın hakikatinden uzaklaştığı zaman manası değişir, Hakk'ın ikramı olan manevi şerefini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Manayı koruyan her daim Hak ile olma, ibadet halinde, aşk ile yaşamaktır, onunla her daim olmaktır.
Hz. Ali keremallahuveche'nin buyurduğu gibi "Allah rızka kefildir ama imana kefil değildir. Bu yüzden imanınızı dert edinin, rızkınızı değil."
Hz. Ali keremallahuveche de aslında burada asıl değişecek olan, kaybedilecek olandan söz ediyor. Rızık endişesinden ziyade asıl tehlikede olanın insanın siretinin yani manası olduğunu vurguluyor.
Yine Rahmetenlil âlemin olan Resulü Ekrem bu gerçeği şu mübarek sözleriyle bize hatırlatıyor, "İlerde bir fitne olacak. O fitne içinde kişi mü'min olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayabilecek. Ancak Allah'ın ilimle kalbini dirilttiği kimseler hariç."
Zaten mananın değişebileceğini tevhidi hakikatin Allah'ın (c.c) en sevdiği nebileri, resulleri ve nimet verdiği kulları vasıtasıyla teklif olunmasından da anlayabiliyoruz. Siret değişme riski taşıyor ki hak ve hakikat insana teklif ediliyor yoksa teklif olunmazdı.
Kısaca insanın, topraktan, çamurdan, sudan yaratılan kısmı değişmez, ama manası, sireti değişebilir. En güzel biçimde yaratılan insan, dünya hayatı serüvenine tertemiz bir sirette başlıyor, ama ne oluyorsa yaptığı tercihler yüzünden değişme, bozulma, çürüme oluyor.
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025