(Aliya İzzetbegoviç'ten mektubunuz var -3)
"? Saraybosna'yı, Mostar'ı gezerken göreceksiniz ki bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizin istirahatgâhı?
Size, Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey çoğunuzun üstünkörü bildiği, bazı detaylarına vakıf olmadığı Srebrenitsa Olayı hakkında? Bir insanın hayatında karşılaşabileceği en aşağılayıcı, en zalim, en adi günlerin yaşandığı katliam?
İnanın, o gün Srebrenitsa'da bulunan binlerce Boşnak kardeşimize Allah'ın Kitap'ta bize anlattığı cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme sığınmak için ne yapmaları gerekiyorsa mutlaka yaparlardı. Ama buna bile fırsatları olmadı?
Birleşmiş Milletler savaş devam ederken burayı Güvenli Bölge ilan etti ve Hollandalı bir askeri birliği şehrin beş kilometre yakınına, Potocari'deki kampa yerleştirdi. Şimdi dinleyeceklerinizi lütfen yüzlerce yıl önce yaşanıp bitmiş bir hadise olarak dinlemeyin. Henüz yirmi yıl önce yaşanmış ve etkileri hâlâ devam eden çok taze bir dramdır bu.
Güvenli Bölge ilan edilen bir yerde "Avrupa'nın ilkeleri" gereği insanlar silahsızlandırılır. Boşnak kardeşlerimiz de Avrupa'ya güvenerek ve artık NATO, BM gibi kurumların koruması altına girdiklerini düşünerek silahlarını teslim ettiler.
Fakat 1995'in Temmuz'unda Sırplar, Radko Mladiç komutasında Srebrenitsa'yı abluka altına aldılar. Dağlardan sivil insanlara tanklarla, toplarla saldırmaya başladılar. Çevre kasaba ve köylerdeki vatandaşlarımız, büyük bir korkuyla güvenli yer bildikleri Srebrenitsa'ya sığındı.
Şehrin nüfusu bir anda katbekat arttı. Artık bırakın evleri, sokaklarda bile yatacak yer, yiyecek gıda kalmamıştı. Mladiç, bir insanın asla yapamayacağı bir planla silahsız ve korunmasız bu insanların üzerine ateş kustu. Binlerce Boşnak, canını kurtarmak üzere Potocari'deki BM kampına sığındı. Şehir boşaltılmış, yirmi bine yakın masum sivil halk, kampın etrafına kaçmıştı. Gücü yetenler ise ormanlara dalıp Tuzla tarafına doğru koşmaya ve kurtulmaya çalıştı.
Mladiç, askerleriyle birlikte Srebrenitsa'ya girdiğinde yakılmış evler, yıkılmış camiler ve okullarla karşılaştı. Sokaklarda tek bir insan bile yoktu. Büyük bir keyifle gezindiği caddelerde "Nihayet Türklerden intikamımızı alıyoruz, artık onları Avrupa'dan tamamen kovmanın zamanı geldi." diye konuşuyor, askerlerini tebrik ediyordu.
Bugün Almanya'ya gitseniz, sokaklarda karşılaştığınız herhangi bir Alman vatandaşının yüzüne baksanız, Yahudi soykırımı sırasında yaşanan insanlık dışı olayları bu insanların yaptığına inanır mısınız? Ben inanamıyorum. Tıpkı sokakta karşılaştığım bir Sırp'ın o gün Srebrenitsa'da yaşananları yapacağına inanamadığım gibi. Fakat yaptılar. Maalesef yaptılar.
Mladiç, askerleriyle Potocari'deki kampa geldi. Kampa sığınan bütün sivillerin kendisine teslim edilmesini istedi. (Hollandalı komutan) hiçbir direnç göstermeden bu isteği kabul etti.
Şimdi gözlerinizi kapatın ve erkek, kadın, çocuk, yaşlı yirmi bin kişinin aynı anda "Bizi teslim etmeyin, öldürecekler." diye yalvardığını düşünün. Nasıl hüzünlü ve uğultulu bir ses, değil mi? Mahşer yeri denilen bu olsa gerek?
Bombardıman altındaki Güvenli Bölge'yi korumak için bir tek adım bile atmayan bu beyler, (Fransız ve Hollandalı komutanlar) yirmi bin masum sivili o gün Radko Mladiç'e teslim ettiler. NATO'ya bağlı uçakların, karargâhtan havalandığını ama İtalya üzerindeyken yeni bir emirle geri döndüğünü artık hepimiz biliyoruz.
Peki, o gün orada neler oldu?
Size söylemiştim, bize yapılan her şeyi affedebiliriz ama kadınlarımıza ve çocuklarımıza yapılanları asla affetmeyeceğiz.
Dokuz yaşında henüz ergenliğe girmemiş bir erkek çocuğunu düşünün. Yanında annesi var. Sırp askerler, çocuğun kafasına silah dayıyorlar ve ondan çırılçıplak soydukları annesine (?) etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istediğini yapamayınca kafasına yediği tek kurşunla ölüyor. Bu sırada Hollandalı Barış Gücü askerleri kulaklarına takılı kulaklıkla müzik dinliyorlar.
Bir kadın, kucağında beş yaşında kız çocuğu. İki asker, kızı annesinin kucağından indirmeden (?) üçüncü bir askerin (?) uğruyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler komutanı, askerlerin önderi Mladiç'le aynı masada bira içiyor.
Bir bebek. Kampın etrafındaki binlerce insan gibi ağlıyor. Sesi, askerleri rahatsız etmiş. Annesine "Kes şunun sesini!" diye bağırıyorlar. Kadın bebeğini sarıp sarmalıyor, susturmaya çalışıyor ama başaramıyor. Asker "Sen susturamazsan ben sustururum" deyip elindeki çakıyla bebeğin dilini kesip yere atıyor.
Türk'ün evladı unutma!
(yarın devam edelim)?
"? Saraybosna'yı, Mostar'ı gezerken göreceksiniz ki bizim şehirlerimizde park yoktur. Bütün parklarımız şehitlerimizin istirahatgâhı?
Size, Bosna hakkında anlatmak istediğim son şey çoğunuzun üstünkörü bildiği, bazı detaylarına vakıf olmadığı Srebrenitsa Olayı hakkında? Bir insanın hayatında karşılaşabileceği en aşağılayıcı, en zalim, en adi günlerin yaşandığı katliam?
İnanın, o gün Srebrenitsa'da bulunan binlerce Boşnak kardeşimize Allah'ın Kitap'ta bize anlattığı cehennemi tarif etseniz, onlar o cehenneme sığınmak için ne yapmaları gerekiyorsa mutlaka yaparlardı. Ama buna bile fırsatları olmadı?
Birleşmiş Milletler savaş devam ederken burayı Güvenli Bölge ilan etti ve Hollandalı bir askeri birliği şehrin beş kilometre yakınına, Potocari'deki kampa yerleştirdi. Şimdi dinleyeceklerinizi lütfen yüzlerce yıl önce yaşanıp bitmiş bir hadise olarak dinlemeyin. Henüz yirmi yıl önce yaşanmış ve etkileri hâlâ devam eden çok taze bir dramdır bu.
Güvenli Bölge ilan edilen bir yerde "Avrupa'nın ilkeleri" gereği insanlar silahsızlandırılır. Boşnak kardeşlerimiz de Avrupa'ya güvenerek ve artık NATO, BM gibi kurumların koruması altına girdiklerini düşünerek silahlarını teslim ettiler.
Fakat 1995'in Temmuz'unda Sırplar, Radko Mladiç komutasında Srebrenitsa'yı abluka altına aldılar. Dağlardan sivil insanlara tanklarla, toplarla saldırmaya başladılar. Çevre kasaba ve köylerdeki vatandaşlarımız, büyük bir korkuyla güvenli yer bildikleri Srebrenitsa'ya sığındı.
Şehrin nüfusu bir anda katbekat arttı. Artık bırakın evleri, sokaklarda bile yatacak yer, yiyecek gıda kalmamıştı. Mladiç, bir insanın asla yapamayacağı bir planla silahsız ve korunmasız bu insanların üzerine ateş kustu. Binlerce Boşnak, canını kurtarmak üzere Potocari'deki BM kampına sığındı. Şehir boşaltılmış, yirmi bine yakın masum sivil halk, kampın etrafına kaçmıştı. Gücü yetenler ise ormanlara dalıp Tuzla tarafına doğru koşmaya ve kurtulmaya çalıştı.
Mladiç, askerleriyle birlikte Srebrenitsa'ya girdiğinde yakılmış evler, yıkılmış camiler ve okullarla karşılaştı. Sokaklarda tek bir insan bile yoktu. Büyük bir keyifle gezindiği caddelerde "Nihayet Türklerden intikamımızı alıyoruz, artık onları Avrupa'dan tamamen kovmanın zamanı geldi." diye konuşuyor, askerlerini tebrik ediyordu.
Bugün Almanya'ya gitseniz, sokaklarda karşılaştığınız herhangi bir Alman vatandaşının yüzüne baksanız, Yahudi soykırımı sırasında yaşanan insanlık dışı olayları bu insanların yaptığına inanır mısınız? Ben inanamıyorum. Tıpkı sokakta karşılaştığım bir Sırp'ın o gün Srebrenitsa'da yaşananları yapacağına inanamadığım gibi. Fakat yaptılar. Maalesef yaptılar.
Mladiç, askerleriyle Potocari'deki kampa geldi. Kampa sığınan bütün sivillerin kendisine teslim edilmesini istedi. (Hollandalı komutan) hiçbir direnç göstermeden bu isteği kabul etti.
Şimdi gözlerinizi kapatın ve erkek, kadın, çocuk, yaşlı yirmi bin kişinin aynı anda "Bizi teslim etmeyin, öldürecekler." diye yalvardığını düşünün. Nasıl hüzünlü ve uğultulu bir ses, değil mi? Mahşer yeri denilen bu olsa gerek?
Bombardıman altındaki Güvenli Bölge'yi korumak için bir tek adım bile atmayan bu beyler, (Fransız ve Hollandalı komutanlar) yirmi bin masum sivili o gün Radko Mladiç'e teslim ettiler. NATO'ya bağlı uçakların, karargâhtan havalandığını ama İtalya üzerindeyken yeni bir emirle geri döndüğünü artık hepimiz biliyoruz.
Peki, o gün orada neler oldu?
Size söylemiştim, bize yapılan her şeyi affedebiliriz ama kadınlarımıza ve çocuklarımıza yapılanları asla affetmeyeceğiz.
Dokuz yaşında henüz ergenliğe girmemiş bir erkek çocuğunu düşünün. Yanında annesi var. Sırp askerler, çocuğun kafasına silah dayıyorlar ve ondan çırılçıplak soydukları annesine (?) etmesini istiyorlar. Sonunda askerlerin istediğini yapamayınca kafasına yediği tek kurşunla ölüyor. Bu sırada Hollandalı Barış Gücü askerleri kulaklarına takılı kulaklıkla müzik dinliyorlar.
Bir kadın, kucağında beş yaşında kız çocuğu. İki asker, kızı annesinin kucağından indirmeden (?) üçüncü bir askerin (?) uğruyor. Bu sırada Birleşmiş Milletler komutanı, askerlerin önderi Mladiç'le aynı masada bira içiyor.
Bir bebek. Kampın etrafındaki binlerce insan gibi ağlıyor. Sesi, askerleri rahatsız etmiş. Annesine "Kes şunun sesini!" diye bağırıyorlar. Kadın bebeğini sarıp sarmalıyor, susturmaya çalışıyor ama başaramıyor. Asker "Sen susturamazsan ben sustururum" deyip elindeki çakıyla bebeğin dilini kesip yere atıyor.
Türk'ün evladı unutma!
(yarın devam edelim)?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Dün Suriyeliler tehditti bugün Suriye tehdit / 13.03.2025
- Esad, halkını katlediyor (!) Şara devletini koruyor (!) / 11.03.2025
- ABD neden Ortadoğu’da? / 10.03.2025
- Faiz maddi-manevi hastalıktır / 09.03.2025
- Ramazanda faiz indirim kararı / 08.03.2025
- Erdoğan ve Bahçeli birlikte başardılar / 07.03.2025
- Dünyanın kalbi teorisi -2- / 06.03.2025
- Dünyanın kalbi teorisi -1- / 05.03.2025
- Başkomutan! / 03.03.2025
- PKK bitti (!) Kürt sorunu (!) küreselleşti / 02.03.2025
- Esad, halkını katlediyor (!) Şara devletini koruyor (!) / 11.03.2025
- ABD neden Ortadoğu’da? / 10.03.2025
- Faiz maddi-manevi hastalıktır / 09.03.2025
- Ramazanda faiz indirim kararı / 08.03.2025
- Erdoğan ve Bahçeli birlikte başardılar / 07.03.2025
- Dünyanın kalbi teorisi -2- / 06.03.2025
- Dünyanın kalbi teorisi -1- / 05.03.2025
- Başkomutan! / 03.03.2025
- PKK bitti (!) Kürt sorunu (!) küreselleşti / 02.03.2025