Muhtemel Irak operasyonunun bir 'Saddam meselesi' veya 'kitle imha silahları konusu' olmadığını artık çocuklar bile biliyor.
Dolayısıyla Irak müdahalesine, çok daha farklı açılardan bakmak şarttır.
Avrupa ve ABD'nin kaynak ve hammadde sorunlarının ciddi biçimde kendini hissettirdiği açık... Hele Avrupa'da eşilecek toprak bile kalmadı, desek yanlış olmaz. ABD de onlardan farklı değil.
Bu bağlamda ABD'nin, 'dirençli iradelerin azaldığı bölgemize çöreklenme'yi en az yatırım ve zayiat gerektiren 'çok verimli bir proje' olarak algıladığı muhakkak. Zaten 5. kol faaliyetleriyle son on yılda yoğun biçimde samanaltından/yani 'samanyolları'yla yayıldığı bakir Türk dünyası topraklarına en rahat şekilde buradan 'artık birebir' ulaşma arzusu da doğaldır. Dolayısıyla ABD' nin, öyle 5 yıl kalırım, 6 yıl kalırım gibi alt çıtadan teklifleri, sadece 'şimdilik ayak basacak taşlar' edinene kadardır. Ayağını sağlam bastıktan sonra çıkart çıkartabilirsen.
Bu bağlamda Diyarbakır'a 90 bin 'dokunulmaz coni'nin konuşlanmasına fırsat verenler, onlara altyapı hazırlayanlar, yarın vatanın ve milletin namusuna halel geldiğinde 'somut birer vatan haini' olacaklarının da hesabını yapmalıdırlar. Hatta bu riski gördüğü halde görmezlikten gelenleri, 'potansiyel vatan haini' olarak değerlendirmek de mümkün. Zira conilerin, topraklarımıza çöreklenmekle birlikte her türlü açılımı yapacaklarından kimsenin şüphesi olmasın.
Efendim, üç-beş dolar gelecekmiş, ekonomi nefes alacakmış. Halbuki, savaşın ihtimali bile ekonomimizi göçertiyor. Hangi ekonomik tablo savaşa dayanabilir?
Bazıları ya sayı saymasını bilmiyor, ya da hiç dayak yememiş.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman ile Hazine Müsteşarı John Taylor, geliyorlar. Irak'a muhtemel operasyon karşılığında Türkiye'ye rüşvet kapsamında 20 milyar dolarlık yardım konusunu müzakere edecekler. Eski zararları unutun; yeni hayaller kurun diyecekler. Dolar namlı yeşil renkli 'ithal kağıt'a karşılık, liman, üs, toprak, kara ve havanızı peşkeş çekin diyorlar, diyecekler; bizimkiler de tav oluyor.
Üç kuruşluk iş değil bu... Bir bölgenin kaybedilmesi, ardından Türk vatanının 'düşük yoğunluklu gerilimlerle' bölünmeye tabi tutulmasına fırsat verilmesidir.
Musul'da üç kuruşluk manevra ile petrol hakkımızı elimizden almadılar mı, hatırlayın. Musul sorunu Lozan Antlaşması gereğince Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. 20 Eylül 1924'te Cenevre'de yeniden görüşmeler başladı. Türk tarafını temsil eden Fethi Okyar, Musul için halk oylamasına gidilmesini istedi, fakat İngiltere buna karşı çıktı. Bunun üzerine Türk ve İngiliz güçleri arasında çatışmalar başladı. İngiltere 9 Ekim 1924'te belirtilen sınırlara geri çekilmesi için Türkiye'ye 48 saatlik süre verdi. Milletler Cemiyeti Meclisi, 29 Ekim 1924'te Brüksel'de Türkiye ile Irak arasında güya yeni geçici bir sınır belirledi.
Çeşitli safhalar sonucu, Türkiye tepki göstermesine rağmen Brüksel'de belirlenen sınırı kabul etmek zorunda kaldı ve 5 Haziran 1926'da imzalanan anlaşma ile Musul sorunu çözüldü. Bu anlaşmaya göre Brüksel sınırını kabul eden Türkiye'ye 25 yıl süreyle Musul petrollerinden yüzde 10 pay verilecekti. Ancak Türkiye '500 bin İngiliz sterlini karşılığı'nda bu paydan vazgeçti. Böylece Türkiye, Musul petrollerine sahip olma fırsatını tamamen elinden kaçırmış oldu.
Batı tarihten bugüne bizi, kendi bahçemizde, kendi bölgemizde bile sofranın dışında tutmuştur. Aklınızı başınıza devşirin. Aynı delikten on kere ısırılmayın lütfen.
Konuya, Türk vatanın geleceğinin riske edilmesi olarak değil de, 15-20 milyar dolarlık yardım paketine kavuşma veya Musul'dan üç-beş varil petrol çekme fırsatı olarak yaklaşanlar ciddi şekilde yanılıyorlar. Yanıldıklarını birkaç sene sonra karşımıza çıkacak olan çok ağır fatura ile anlayacaklardır.
I. Körfez operasyonundan 180 milyar dolar zarar eden biz olduk. Bunu en iyi bilenlerden biri de Bakan Kürşat Tüzmen'dir; bari gelecek olan yeni ağır faturanın hiç olmazsa 'maddi kısmı'nı ona sorun. Bu bile ABD'nin bölgemize yönelik oyununu bozmak için yeter.
Diyorlar ki, efendim, BM ve NATO kararları çerçevesinde katkıda bulunuruz. Sanki ABD, BM ve NATO'dan bir saatte istediği kararı çıkartamıyormuş gibi... Kimse sizi kandırması; BM de bu işin ortağı, NATO da. Kıbrıs meselesinde olduğu gibi...
Türkiye'nin NATO'yu bahane ederek güya ipe un sermeye başladığı'nı hisseden NATO Genel Sekreteri George Robertson derhal devre yapıyor. NATO'nun muhtemel Irak savaşında ABD'yi desteklemek için manevi yükümlülüğü olduğunu söylüyor. Yani, bu çorap geniş konsorsiyum mamulüdür; öyle sadece üç-beş Batılı kurt işi değil. Sofranın başında çoook kurtlar var.
Çekiç Güç'ün görev süresinin 31 Aralık 2002 tarihinden itibaren 6 ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi'nin TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilmesi de, vekillerimizin Irak müdahalesine maalesef sıcak baktığının bir işareti sayılabilir.
AKP'den Eyyüp Sanay, İhsan Arslan, Yüksel Çavuşoğlu, Nihat Eri, Zülfikar İzol, Osman Nuri Filiz gibi vekiller halkın sesine kulak kabartarak Irak'a müdahaleye hayır demeye çalışıyorlar, fakat sesleri kısık çıkıyor.
Daha yüksek haykırın beyler, daha yüksek... Patronlarınızın kulaklarının pası silinecek kadar haykırın.
Mazlumu bırakıp zalime gönül bağlamış olanlar iflah olmaz, ama belki bir umut... Haykırın.
Dolayısıyla Irak müdahalesine, çok daha farklı açılardan bakmak şarttır.
Avrupa ve ABD'nin kaynak ve hammadde sorunlarının ciddi biçimde kendini hissettirdiği açık... Hele Avrupa'da eşilecek toprak bile kalmadı, desek yanlış olmaz. ABD de onlardan farklı değil.
Bu bağlamda ABD'nin, 'dirençli iradelerin azaldığı bölgemize çöreklenme'yi en az yatırım ve zayiat gerektiren 'çok verimli bir proje' olarak algıladığı muhakkak. Zaten 5. kol faaliyetleriyle son on yılda yoğun biçimde samanaltından/yani 'samanyolları'yla yayıldığı bakir Türk dünyası topraklarına en rahat şekilde buradan 'artık birebir' ulaşma arzusu da doğaldır. Dolayısıyla ABD' nin, öyle 5 yıl kalırım, 6 yıl kalırım gibi alt çıtadan teklifleri, sadece 'şimdilik ayak basacak taşlar' edinene kadardır. Ayağını sağlam bastıktan sonra çıkart çıkartabilirsen.
Bu bağlamda Diyarbakır'a 90 bin 'dokunulmaz coni'nin konuşlanmasına fırsat verenler, onlara altyapı hazırlayanlar, yarın vatanın ve milletin namusuna halel geldiğinde 'somut birer vatan haini' olacaklarının da hesabını yapmalıdırlar. Hatta bu riski gördüğü halde görmezlikten gelenleri, 'potansiyel vatan haini' olarak değerlendirmek de mümkün. Zira conilerin, topraklarımıza çöreklenmekle birlikte her türlü açılımı yapacaklarından kimsenin şüphesi olmasın.
Efendim, üç-beş dolar gelecekmiş, ekonomi nefes alacakmış. Halbuki, savaşın ihtimali bile ekonomimizi göçertiyor. Hangi ekonomik tablo savaşa dayanabilir?
Bazıları ya sayı saymasını bilmiyor, ya da hiç dayak yememiş.
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman ile Hazine Müsteşarı John Taylor, geliyorlar. Irak'a muhtemel operasyon karşılığında Türkiye'ye rüşvet kapsamında 20 milyar dolarlık yardım konusunu müzakere edecekler. Eski zararları unutun; yeni hayaller kurun diyecekler. Dolar namlı yeşil renkli 'ithal kağıt'a karşılık, liman, üs, toprak, kara ve havanızı peşkeş çekin diyorlar, diyecekler; bizimkiler de tav oluyor.
Üç kuruşluk iş değil bu... Bir bölgenin kaybedilmesi, ardından Türk vatanının 'düşük yoğunluklu gerilimlerle' bölünmeye tabi tutulmasına fırsat verilmesidir.
Musul'da üç kuruşluk manevra ile petrol hakkımızı elimizden almadılar mı, hatırlayın. Musul sorunu Lozan Antlaşması gereğince Milletler Cemiyeti'ne götürüldü. 20 Eylül 1924'te Cenevre'de yeniden görüşmeler başladı. Türk tarafını temsil eden Fethi Okyar, Musul için halk oylamasına gidilmesini istedi, fakat İngiltere buna karşı çıktı. Bunun üzerine Türk ve İngiliz güçleri arasında çatışmalar başladı. İngiltere 9 Ekim 1924'te belirtilen sınırlara geri çekilmesi için Türkiye'ye 48 saatlik süre verdi. Milletler Cemiyeti Meclisi, 29 Ekim 1924'te Brüksel'de Türkiye ile Irak arasında güya yeni geçici bir sınır belirledi.
Çeşitli safhalar sonucu, Türkiye tepki göstermesine rağmen Brüksel'de belirlenen sınırı kabul etmek zorunda kaldı ve 5 Haziran 1926'da imzalanan anlaşma ile Musul sorunu çözüldü. Bu anlaşmaya göre Brüksel sınırını kabul eden Türkiye'ye 25 yıl süreyle Musul petrollerinden yüzde 10 pay verilecekti. Ancak Türkiye '500 bin İngiliz sterlini karşılığı'nda bu paydan vazgeçti. Böylece Türkiye, Musul petrollerine sahip olma fırsatını tamamen elinden kaçırmış oldu.
Batı tarihten bugüne bizi, kendi bahçemizde, kendi bölgemizde bile sofranın dışında tutmuştur. Aklınızı başınıza devşirin. Aynı delikten on kere ısırılmayın lütfen.
Konuya, Türk vatanın geleceğinin riske edilmesi olarak değil de, 15-20 milyar dolarlık yardım paketine kavuşma veya Musul'dan üç-beş varil petrol çekme fırsatı olarak yaklaşanlar ciddi şekilde yanılıyorlar. Yanıldıklarını birkaç sene sonra karşımıza çıkacak olan çok ağır fatura ile anlayacaklardır.
I. Körfez operasyonundan 180 milyar dolar zarar eden biz olduk. Bunu en iyi bilenlerden biri de Bakan Kürşat Tüzmen'dir; bari gelecek olan yeni ağır faturanın hiç olmazsa 'maddi kısmı'nı ona sorun. Bu bile ABD'nin bölgemize yönelik oyununu bozmak için yeter.
Diyorlar ki, efendim, BM ve NATO kararları çerçevesinde katkıda bulunuruz. Sanki ABD, BM ve NATO'dan bir saatte istediği kararı çıkartamıyormuş gibi... Kimse sizi kandırması; BM de bu işin ortağı, NATO da. Kıbrıs meselesinde olduğu gibi...
Türkiye'nin NATO'yu bahane ederek güya ipe un sermeye başladığı'nı hisseden NATO Genel Sekreteri George Robertson derhal devre yapıyor. NATO'nun muhtemel Irak savaşında ABD'yi desteklemek için manevi yükümlülüğü olduğunu söylüyor. Yani, bu çorap geniş konsorsiyum mamulüdür; öyle sadece üç-beş Batılı kurt işi değil. Sofranın başında çoook kurtlar var.
Çekiç Güç'ün görev süresinin 31 Aralık 2002 tarihinden itibaren 6 ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık Tezkeresi'nin TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilmesi de, vekillerimizin Irak müdahalesine maalesef sıcak baktığının bir işareti sayılabilir.
AKP'den Eyyüp Sanay, İhsan Arslan, Yüksel Çavuşoğlu, Nihat Eri, Zülfikar İzol, Osman Nuri Filiz gibi vekiller halkın sesine kulak kabartarak Irak'a müdahaleye hayır demeye çalışıyorlar, fakat sesleri kısık çıkıyor.
Daha yüksek haykırın beyler, daha yüksek... Patronlarınızın kulaklarının pası silinecek kadar haykırın.
Mazlumu bırakıp zalime gönül bağlamış olanlar iflah olmaz, ama belki bir umut... Haykırın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019