Son günlerde misyonerlik faaliyetleri ülke gündeminde yer almaya başladı. Medya konuya daha yakın ilgi gösterdi. Açık oturumlarda masaya yatırıldı. Konuşuldu, tartışıldı. Konuşulmaya da devam edecek.
Ancak kimi programlar, sanki Türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerini örtmek veya sümenaltı etmek için düzenlenmiş sipariş programlar kimliğine büründü. Hatta misyonerlik faaliyetlerinin birtakım komplocular tarafından servise konulduğunu, bilakis yapılanların azınlıkların dini haklarını kullanmak olduğunu söyleyen Vatikan borazanı yerli diyalogçular kimi ekranları işgal etti.
Bu bağlamda Kanal-7'nin hafta sonundaki iskele sancağının akışı ve formatı sadece izleyicilerin değil, bizzat misyonerlik konulu programa katılımcıların da dikkatini çekti. Sayın Cemal Uşşak beyin misyonerlik konusuna "gevşek yaklaşımı" özellikle ve bilhassa irdelenmeye değerdir. Programın kapanışına doğru sayın Engin Noyan beyin derin bir iç çekerek arzettiği "Konu vatanımızı, milletimizi, dinimizi hedef alan misyonerlik faaliyeti. Ama o tarafa konuşan yok. Nasihati her zaman olduğu gibi yine milletimize, yine müslümana, yine bize verdiler" şeklindeki ifadeleri son derece manidardır. Yanıbaşındaki hırsıza değil de ev sahibine nasihat ve sitem, Engin beyi olduğu kadar izleyicileri de rahatsız eden bir format oldu.
Söz bu noktaya gelmişken sayın Sevgi Erenerol hanımefendinin tespit ve duyarlığı için teşekkür etmek lazım gelir. Zira, programda konuyu merkeze oturtan ve karşısına dizilmiş provakatif tavırlı gençlerin sözlü taarruzlarına rağmen adeta delikanlıca "misyonerlik konusundaki vahim tabloyu ve gerçekleri" haykıran ender konuşmacılardan biriydi.
Teshisi doğru ve eksiksiz yapmak şart. Zira, ülkemiz çok ciddi misyonerlik tehlikesi ile karşı karşıya. Mesele, kültürel ve dini direnci zayıflatılmış gençlerimizin avlanması değil sadece; antik, etnik, dinsel kimlikler kaşınıyor. Lozan'ın değil AB ve Kopenhag'ın "azınlık" tanımına uygun bölücü alan faaliyeti yapılıyor. İşin özeti bu.
Organize tehlike, üçlü sacayağı biçiminde. Maalesef içlerinde farkında olarak veya olmayarak bazı devlet görevlileri de var. Organizasyonun kültürel dejenerazyon ve direnç kırma noktasındaki hizmetini ekranlarda "misyonerlik abartılıyor" diyen ve Papalık misyonunun bir parçası olduklarını deklare eden yerli diyalogçular görüyor. Bu yerli misyon rüzgarları, Diyanet kurumumuzu da maalesef Vatikan güdümlü çağdaş misyonerlik olan dinlerarası diyalog modasına sürükledi. İnanç turizmi adı altında Kültür, Turizm ve İçişleri bakanlıklarımız olan bitenlere göz yumdu, teşvik etti. İş Şanlıurfa/Harran'da müslüman kadınların papazlarla evlendirilmesi noktasına kadar taşındı. Hiç kimse bütün bunların misyonerlerin önünü açan zemin ve altyapı çalışması olduğunu görmedi.
Bu arada ABD, Güney Kore, Vatikan lobileriyle ve özellikle Moon teşkilatıyla bağlantı içinde olan kimi akademisyenler, kürsülerinde yabancı misyonerleri konuşlandırıp dini ve etnik ihtisas yapmalarına imkan sağladılar. Yani ikinci ayak kimi akademisyen, aydınlar ve siyasiler... Aynı lobilerle işbirliği içindeki bazı yerel yöneticiler ise harabe kiliseleri onarmaya koyuldular, Vatikan güdümlü diyalog toplantılarına gönüllerini ve salonlarını tahsis ettiler. Bu arada AB lobilerinden kültürel yardım devşiren kimi aydın ve sivil toplum örgütleri de kentlerde ve kırsallardaki gençlerin etnik ve dinsel kimliklerinin tonlarına eğildiler. Bu geniş çaplı alan çalışması üzerine turist kılıklı, yabancı akademisyen kimlikli, dil uzmanı maskeli, deprem ve yardım gönüllüsü adlı kadro, misyonerlik faaliyetini kökleştirdi; üçüncü ayak da bunlar. Bütün bunlardan sonra çıktıkları ekranlarda Rahip Marovich'e Cevşen-i Kebir'i göstermek, kendisini yerli papazcık diye takdim eden türedi kilise reislerine de daha önce Risale-i Nur şakirdi olduklarını söylemek düştü.
Bu üçlü sacayağını göremeyenler, ülkedeki bölücü misyonerlik faaliyetlerini teşhis edemezler. Dolayısıyla yapılanları masum birer diyalog hizmeti, azınlıkların dinsel haklarını kullanması ve turistlerin tarihi kalıntıları ziyaret etmesi olarak algılarlar ki bugüne kadar oluşan vahim tablo, bu yaklaşımın faturasıdır.
Bugün Karadeniz'de Rum Pontus hayali kurulabiliyor, bölücü haritalar dağıtılabiliyorsa; Doğu'da Büyük Ermenistan üzerine kısık sesle müzakereler ve misyonerlik kitaplarında sözkonusu hayalin haritaları gündeme geliyorsa; internet sitelerinde Güneydoğu bölgesi koparılmış Türkiye haritaları servise konabiliyor, yöre halkı petrol maaşlarıyla kandırılabiliyor ve yabancı azınlıklara el altından toprak satışları yapılıbiliyorsa; uluslararası toplantıların deklerasyonuna cüretkar papazlar "Ekümenik Patrik" ünvanı kullanarak Türk resmi görevlilerle birlikte imza atabiliyorsa... hasılı işler, bu noktaya gelmişse, fatura bu eksik teşhis ve yanlış yaklaşımın neticesidir. Şimdi bazı lobi ve ekranların telaşı, kamuoyu tarafından farkedilen misyonerlik tehlikesinin gerçekte olmadığına dikkat çekerek alınacak tedbirlerde zaafiyet oluşturmaktır. Bu da misyonerliğin üçlü saçayağına lojistik destek sağlayan paravan takımın yeni manevrasıdır. Bilmem anlatabildim mi?
Ancak kimi programlar, sanki Türkiye'deki misyonerlik faaliyetlerini örtmek veya sümenaltı etmek için düzenlenmiş sipariş programlar kimliğine büründü. Hatta misyonerlik faaliyetlerinin birtakım komplocular tarafından servise konulduğunu, bilakis yapılanların azınlıkların dini haklarını kullanmak olduğunu söyleyen Vatikan borazanı yerli diyalogçular kimi ekranları işgal etti.
Bu bağlamda Kanal-7'nin hafta sonundaki iskele sancağının akışı ve formatı sadece izleyicilerin değil, bizzat misyonerlik konulu programa katılımcıların da dikkatini çekti. Sayın Cemal Uşşak beyin misyonerlik konusuna "gevşek yaklaşımı" özellikle ve bilhassa irdelenmeye değerdir. Programın kapanışına doğru sayın Engin Noyan beyin derin bir iç çekerek arzettiği "Konu vatanımızı, milletimizi, dinimizi hedef alan misyonerlik faaliyeti. Ama o tarafa konuşan yok. Nasihati her zaman olduğu gibi yine milletimize, yine müslümana, yine bize verdiler" şeklindeki ifadeleri son derece manidardır. Yanıbaşındaki hırsıza değil de ev sahibine nasihat ve sitem, Engin beyi olduğu kadar izleyicileri de rahatsız eden bir format oldu.
Söz bu noktaya gelmişken sayın Sevgi Erenerol hanımefendinin tespit ve duyarlığı için teşekkür etmek lazım gelir. Zira, programda konuyu merkeze oturtan ve karşısına dizilmiş provakatif tavırlı gençlerin sözlü taarruzlarına rağmen adeta delikanlıca "misyonerlik konusundaki vahim tabloyu ve gerçekleri" haykıran ender konuşmacılardan biriydi.
Teshisi doğru ve eksiksiz yapmak şart. Zira, ülkemiz çok ciddi misyonerlik tehlikesi ile karşı karşıya. Mesele, kültürel ve dini direnci zayıflatılmış gençlerimizin avlanması değil sadece; antik, etnik, dinsel kimlikler kaşınıyor. Lozan'ın değil AB ve Kopenhag'ın "azınlık" tanımına uygun bölücü alan faaliyeti yapılıyor. İşin özeti bu.
Organize tehlike, üçlü sacayağı biçiminde. Maalesef içlerinde farkında olarak veya olmayarak bazı devlet görevlileri de var. Organizasyonun kültürel dejenerazyon ve direnç kırma noktasındaki hizmetini ekranlarda "misyonerlik abartılıyor" diyen ve Papalık misyonunun bir parçası olduklarını deklare eden yerli diyalogçular görüyor. Bu yerli misyon rüzgarları, Diyanet kurumumuzu da maalesef Vatikan güdümlü çağdaş misyonerlik olan dinlerarası diyalog modasına sürükledi. İnanç turizmi adı altında Kültür, Turizm ve İçişleri bakanlıklarımız olan bitenlere göz yumdu, teşvik etti. İş Şanlıurfa/Harran'da müslüman kadınların papazlarla evlendirilmesi noktasına kadar taşındı. Hiç kimse bütün bunların misyonerlerin önünü açan zemin ve altyapı çalışması olduğunu görmedi.
Bu arada ABD, Güney Kore, Vatikan lobileriyle ve özellikle Moon teşkilatıyla bağlantı içinde olan kimi akademisyenler, kürsülerinde yabancı misyonerleri konuşlandırıp dini ve etnik ihtisas yapmalarına imkan sağladılar. Yani ikinci ayak kimi akademisyen, aydınlar ve siyasiler... Aynı lobilerle işbirliği içindeki bazı yerel yöneticiler ise harabe kiliseleri onarmaya koyuldular, Vatikan güdümlü diyalog toplantılarına gönüllerini ve salonlarını tahsis ettiler. Bu arada AB lobilerinden kültürel yardım devşiren kimi aydın ve sivil toplum örgütleri de kentlerde ve kırsallardaki gençlerin etnik ve dinsel kimliklerinin tonlarına eğildiler. Bu geniş çaplı alan çalışması üzerine turist kılıklı, yabancı akademisyen kimlikli, dil uzmanı maskeli, deprem ve yardım gönüllüsü adlı kadro, misyonerlik faaliyetini kökleştirdi; üçüncü ayak da bunlar. Bütün bunlardan sonra çıktıkları ekranlarda Rahip Marovich'e Cevşen-i Kebir'i göstermek, kendisini yerli papazcık diye takdim eden türedi kilise reislerine de daha önce Risale-i Nur şakirdi olduklarını söylemek düştü.
Bu üçlü sacayağını göremeyenler, ülkedeki bölücü misyonerlik faaliyetlerini teşhis edemezler. Dolayısıyla yapılanları masum birer diyalog hizmeti, azınlıkların dinsel haklarını kullanması ve turistlerin tarihi kalıntıları ziyaret etmesi olarak algılarlar ki bugüne kadar oluşan vahim tablo, bu yaklaşımın faturasıdır.
Bugün Karadeniz'de Rum Pontus hayali kurulabiliyor, bölücü haritalar dağıtılabiliyorsa; Doğu'da Büyük Ermenistan üzerine kısık sesle müzakereler ve misyonerlik kitaplarında sözkonusu hayalin haritaları gündeme geliyorsa; internet sitelerinde Güneydoğu bölgesi koparılmış Türkiye haritaları servise konabiliyor, yöre halkı petrol maaşlarıyla kandırılabiliyor ve yabancı azınlıklara el altından toprak satışları yapılıbiliyorsa; uluslararası toplantıların deklerasyonuna cüretkar papazlar "Ekümenik Patrik" ünvanı kullanarak Türk resmi görevlilerle birlikte imza atabiliyorsa... hasılı işler, bu noktaya gelmişse, fatura bu eksik teşhis ve yanlış yaklaşımın neticesidir. Şimdi bazı lobi ve ekranların telaşı, kamuoyu tarafından farkedilen misyonerlik tehlikesinin gerçekte olmadığına dikkat çekerek alınacak tedbirlerde zaafiyet oluşturmaktır. Bu da misyonerliğin üçlü saçayağına lojistik destek sağlayan paravan takımın yeni manevrasıdır. Bilmem anlatabildim mi?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019