Maalesef bizler kendi yarattığımız mağaralarda kendimizi zincirledik ve gölgeler o kadar güzel ki ne ışığın peşine düşmek istiyoruz ne de gerçekten bir ışık olup olmadığını merak ediyoruz. Platon düşünmüş, biz hala düşünmeyi düşünüyoruz.
Cahillik mutluluktur diyorsanız mağaranın dışı gerçekten sizi delirtebilir. Bazılarına gölgeler yeterken bazıları gölgeyi yaratanın peşine düşebilir. Her insanın mağara dışına çıkmasını engelleyen bir zinciri vardır bu para olabilir, hazları olabilir, unvan, makam olabilir vs.
Anne karnındaki bir bebekle konuşma imkânımız olsa, ona anne karnındaki dünyanın dışında, dışarıda koca bir âlem var desek çocuğun bize tepkisi nasıl olurdu acaba?
Şöyle söylemesi mümkün, git işine arkadaş burada benim rahatım yerinde, ekmek elden su gölden bana dokunma, bana hikâye anlatma derdi herhalde. Arzularına, hırslarına, ihtiraslarına, nefsine mahkûm olan bir insan da dünya hapishanesindedir. Dünya dışarıdaki güzelliklerden habersizdir, haber verenlere de inanmıyor, söylediklerini kabul etmiyor.
Ama görünenin arkasındaki görünmeyeni görmek isteyenler, özgür olmak isteyenler mağaranın dışına çıkma cesaretini gösterebilenlerdir.
Bakın Mevlana'mız mağaranın dışına çıkamayıp, dünya kafesine mahkûm olanlara ne diyor; bir kulak verelim; "Dünya malı, zayıf kuşların tuzağıdır..."
Platon bu öyküsü ile bilginin ve aydınlanmanın önemini ve aynı zamanda bilgi ve aydınlanmaya karşı direncin insanın kendi içinde olduğunu anlatmak istemiştir. Platon'un Mağarası bize öğrenme, düşünme, karar verme, etkileme ve eleştirme gibi çok önemli kavramları mükemmel bir şekilde gözler önüne seriyor.
Youtube da çizgi film şeklinde yapılmış olan bu hikâyeyi izlemenizi tavsiye ederim.
Hakikati anlatanları anlamayanlar ve kavramayanlar gülerek hakikatin gerçekliğinden kaçarlar. Hakikatten kaçanlar, hakikati görmezden gelenler köleleşir.
Ancak hakikati, gerçeği görenler, anlamak için, kavramak için çaba harcayanlar özgürleşir ve eksik olan yönleri de tamamlanır.
İnsan anlamaya önce kendinden başlamalı bunun içinde çaba harcamalıdır. İnsan anlamak için bir çaba harcamayacaksa niye aklı kafasında taşır da kendisine yük eder ki?
Oysa ki kutsal kitabımız "insanların akletmesini, düşünmesini, aklını kullanmasını, istiyor.."
Yine Kur'an-ı Kerim; insanların düşünerek, akıllarını kullanarak inanmadıkları için, körü körüne inandıkları için, niçin akletmezsiniz diyerek, insanları eleştiriyor. Kur'an-ı Kerim insanların kuşku duymalarını, sorgulamalarını, düşünmelerini ister. Kelime-i tevhidin bütün ilahları ret ederek hayır (La) ile başlamasını düşünmek lazım. Niçin itiraz ile başlıyor.
Ayrıca hakiki bir iman şüphe ile başlar. Hz. İbrahim'in Rabbini arayıştaki Ay'ı, yıldızları, güneşi sorgulamasındaki dersi iyi çıkarmak gerekiyor.
Bu olay herhâlde de hikâye olsun diye bize anlatılmadı.
Çünkü kuşku duymayan bir kişi bakmaz, bakmayan görmez, görmeyen kör ve şaşkın kalır.
Kendisinde ki boşluktan haberi olmayan arayışını yanlış adreslerde arar, o ruhun aradığı güzellikleri çanak ile çömlek ile dolacağını sanır. Böylece karanlıkların arasında adeta bir mağarada kör döğüşüyle bir ömür geçer.
Yol odur ki Hakka vara, Hakka çıkmayan yolların hepsi batıla çıkar, batıl da bizi mağaralara hapseder.
Surete aldanan hakikati ıskalar.
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025