Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; mahallenizdeki iki bakkaldan birinin peşmerge, fırıncının Habeş, kapıcınızın Paki olmasını tercih eder miydiniz? Sokak arasında karşınıza hırpani kılıklı Sudanlı bir dilencinin çıkmasını? Ya da Türkiye'de işsizlik alıp başını gitmişken, bin bir zahmetle üniversiteye sokup mezun ettiğimiz diplomalı evlenme çağındaki çocuklarımız işsiz evde veya kahve köşelerinde boş oturur, evde sıkıntılı günler geçirirken, sınırlarımızı açıp binlerce yeni ve yabancı işsizi bir dilim somunumuza, bir kaşık çorbamıza ortak etmemizi ister miydiniz? Köprü altlarındaki tinerci çocuklar, kırmızı ışıkta araba durunca önüne atlayıp cam silerek üç kuruş almak isteyen yüzlerce sokak çocuğu varken binlerce yüzbinlerce dili, rengi, herşeyi yabancı yeni bir takım çocukların ortalığı sarıvermesini? Yankesiciliğin, kapkaçın, fuhuşun alıp başını gitmesini?
Le Pen de istemiyor... İstemediği için "ırkçı" oluyor. Sadece o değil, Avrupa'nın hiçbir ülkesi "göçmen" istemiyor. Blair göçmen gemilerine İngiliz donanmasının Akdeniz'de ateş açacağını duyurdu. Avrupa'ya göçte atlama tahtası olan Türkiye'nin etkili önlem almaması durumunda çeşitli yaptırımlar uygulanacağı Amerika ve AB tarafından her gün tekrarlanıyor.
Fransa'da hafta sonu yapılan seçimlerden sonra sandıktan "sağ koalisyon" çıktı, sol ezici bir yenilgi aldı. Fakat Le Pen'in partisi; altı milyona yakın oy aldığı halde çeşitli hesaplama yöntemleriyle meclise sokulmadı.
Le Pen dedi ki; "Bu etkisiz meclis, Fransa'da yürürlükteki yasaların yüzde 40'nı yapıyor, diğer yüzde 60'ı ise Brüksel'de yapılıyor".
Biz de aynı şeyi söylemiyor muyuz? AB'ye girince TBMM Başkanlık Divanının arkasındaki duvarda yazılı "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünün silineceğini, "hakimiyet"in yüzde altmışının Brüksel'e devredileceğini ifade etmiyor muyuz?
Meclis, o zaman "il genel meclisine" dönecek; sokak ve caddelere verilecek isimlerle uğraşacak. Dikte edilen talimatların uygulama yönergelerini düzenleyecek.
Rüya demeyin. IMF ve Dünya Bankası şimdiden çiftçinin neyi, nereye, ne kadar dikeceğine, ücretlinin cebine kaç kuruş para koyacağımıza karışmıyor mu?
AB tabii sadece maddiyata değil, kafamızın içine de karışıyor, hâttâ daha fazla ona, kültürümüze karışıyor. Kopenhag'ın zihnimize taktığı prangalardan sonra artık 20 Mayıs'larda Salacak'tan Kızkulesine doğru denize çiçek bırakarak 150 yıllık sürgünlerini anmaya, ve hâlâ "diaspora"da yâni Türkiye'de, yâni bu ülkede sürgünde olduklarını duyurmaya başlayan "İstanbul'lu bir kısım Çerkezler"den sonra bir de "Mohtiler" çıktı.
"Tulum ve kemençedeki ustalığıyla dünyaca tanınan Karadenizli müzisyen" Birol Topaloğlu, Lazca türküleri nedeniyle televizyona çıkarılmamaktan yakınıyor...
"Şimdi Türkiye'de maalesef tek dil, tek din, tek kültür, yani tektipleştirme politikası yüzünden Türkiye'de yaşayan diğer halklar, diğer mozaik kültürler diyelim, artık ne isim verirsek, yani Türkçe dışında diller konuşan halklar yıllarca göz ardı edildi. Dolayısıyla onların müziği de. Yıllarca Laz ezgilerinin üzerine Türkçe milliyetçi sözler yazılarak yapılan türküler insanlara Karadeniz müziği diye yutturuldu. Ama Türkiye'de artık ana dilde eğitim gündeme geldi. Ben artık bunların aşılacağına inanıyorum. Ancak şunu da söyleyeyim: Bizim kültürümüzün göz ardı edilmesi benim kendi kültürüme daha da yakınlaşmama neden oldu" diyor Topaloğlu. "Peki, sizce Lazlar'ın ana dilde eğitim talebi olacak mı?" sorusuna "Zaten talep ediyorlar. Ben ediyorum. Ben televizyona çıkıp ana dilimde türkü söylemek istiyorum" cevabını veriyor.
Evet, "ana dilde eğitim" konusunda geldiğimiz nokta bu... Sırada, ve belki "Lâzca"dan da önce "Pontusça" var.
"Avşar kızı" olmaktan gurur duyduğunu söyleyen bir "sanatçı" sahnede ay-yıldızlı balonu tekmeliyor. Emniyete çağırılınca da sinirleniyor. "Programı uymadığı için" ifade vermeye bir ayda gidiyor, "İşsiz güçsüz biri beni şikayet etmiş" diye de hırçınlaşıyor.
Bırakın asılmasını; panellerde bile artık "Sayın" haline getirilen Öcalan için Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi, Adalet Bakanlığı'na başvuruyor: "Öcalan'a telefon hakkı verin. Hem arasın, hem aransın. İzin verin hobileriyle uğraşsın" diyor..
Sonra kalkıp bizde birileri, özellikle de "Ortodoks solcular" Le Pen'e kızıyor, kazanamadı diye bayram yapıyor.
Le Pen de istemiyor... İstemediği için "ırkçı" oluyor. Sadece o değil, Avrupa'nın hiçbir ülkesi "göçmen" istemiyor. Blair göçmen gemilerine İngiliz donanmasının Akdeniz'de ateş açacağını duyurdu. Avrupa'ya göçte atlama tahtası olan Türkiye'nin etkili önlem almaması durumunda çeşitli yaptırımlar uygulanacağı Amerika ve AB tarafından her gün tekrarlanıyor.
Fransa'da hafta sonu yapılan seçimlerden sonra sandıktan "sağ koalisyon" çıktı, sol ezici bir yenilgi aldı. Fakat Le Pen'in partisi; altı milyona yakın oy aldığı halde çeşitli hesaplama yöntemleriyle meclise sokulmadı.
Le Pen dedi ki; "Bu etkisiz meclis, Fransa'da yürürlükteki yasaların yüzde 40'nı yapıyor, diğer yüzde 60'ı ise Brüksel'de yapılıyor".
Biz de aynı şeyi söylemiyor muyuz? AB'ye girince TBMM Başkanlık Divanının arkasındaki duvarda yazılı "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünün silineceğini, "hakimiyet"in yüzde altmışının Brüksel'e devredileceğini ifade etmiyor muyuz?
Meclis, o zaman "il genel meclisine" dönecek; sokak ve caddelere verilecek isimlerle uğraşacak. Dikte edilen talimatların uygulama yönergelerini düzenleyecek.
Rüya demeyin. IMF ve Dünya Bankası şimdiden çiftçinin neyi, nereye, ne kadar dikeceğine, ücretlinin cebine kaç kuruş para koyacağımıza karışmıyor mu?
AB tabii sadece maddiyata değil, kafamızın içine de karışıyor, hâttâ daha fazla ona, kültürümüze karışıyor. Kopenhag'ın zihnimize taktığı prangalardan sonra artık 20 Mayıs'larda Salacak'tan Kızkulesine doğru denize çiçek bırakarak 150 yıllık sürgünlerini anmaya, ve hâlâ "diaspora"da yâni Türkiye'de, yâni bu ülkede sürgünde olduklarını duyurmaya başlayan "İstanbul'lu bir kısım Çerkezler"den sonra bir de "Mohtiler" çıktı.
"Tulum ve kemençedeki ustalığıyla dünyaca tanınan Karadenizli müzisyen" Birol Topaloğlu, Lazca türküleri nedeniyle televizyona çıkarılmamaktan yakınıyor...
"Şimdi Türkiye'de maalesef tek dil, tek din, tek kültür, yani tektipleştirme politikası yüzünden Türkiye'de yaşayan diğer halklar, diğer mozaik kültürler diyelim, artık ne isim verirsek, yani Türkçe dışında diller konuşan halklar yıllarca göz ardı edildi. Dolayısıyla onların müziği de. Yıllarca Laz ezgilerinin üzerine Türkçe milliyetçi sözler yazılarak yapılan türküler insanlara Karadeniz müziği diye yutturuldu. Ama Türkiye'de artık ana dilde eğitim gündeme geldi. Ben artık bunların aşılacağına inanıyorum. Ancak şunu da söyleyeyim: Bizim kültürümüzün göz ardı edilmesi benim kendi kültürüme daha da yakınlaşmama neden oldu" diyor Topaloğlu. "Peki, sizce Lazlar'ın ana dilde eğitim talebi olacak mı?" sorusuna "Zaten talep ediyorlar. Ben ediyorum. Ben televizyona çıkıp ana dilimde türkü söylemek istiyorum" cevabını veriyor.
Evet, "ana dilde eğitim" konusunda geldiğimiz nokta bu... Sırada, ve belki "Lâzca"dan da önce "Pontusça" var.
"Avşar kızı" olmaktan gurur duyduğunu söyleyen bir "sanatçı" sahnede ay-yıldızlı balonu tekmeliyor. Emniyete çağırılınca da sinirleniyor. "Programı uymadığı için" ifade vermeye bir ayda gidiyor, "İşsiz güçsüz biri beni şikayet etmiş" diye de hırçınlaşıyor.
Bırakın asılmasını; panellerde bile artık "Sayın" haline getirilen Öcalan için Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi, Adalet Bakanlığı'na başvuruyor: "Öcalan'a telefon hakkı verin. Hem arasın, hem aransın. İzin verin hobileriyle uğraşsın" diyor..
Sonra kalkıp bizde birileri, özellikle de "Ortodoks solcular" Le Pen'e kızıyor, kazanamadı diye bayram yapıyor.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002