Akıl hastaları ve çocuklar neden hikâye dinlemeyi sever, hiç düşündünüz mü?
Çünkü hikâye dinleyen insanın hayal dünyası genişler. Zihnine yeni kelimeler eklenir, yeni olaylar canlanır gözünde. Anlatılan hikâyeyi, kendi hayal dünyasında algılarken beyin egzersizi yapar. Bu şekilde öğrenme süreci aktifleşmiş olur. Bu durumda kişi huzurludur, çünkü kendine yetiyordur.
Öğrenme sürecinin pasifliği her insanı mutsuz ve sıkıntılı kılar.
Öğrenme sürecinde aktif olan insanların en doruk noktası, bilim adamları, araştırmacılar ve âlimlerdir. Bu insanların sürekli yeni bilgiye ulaşma çabası, yaşam tarzlarını oluşturur.
Normal insanlar ise, arkadaş sohbetlerinde, gezilerde, izlediği belgesel programlarında, gözlemlediği her yeni bir olayda, belki de farkında olmadan zihnine yeni bir şey atar.
Her insan bilgisini arttırabilecek bir fıtrata sahip olup, bu özellik ona insanda doğuştan verilmiştir. Ne tür bilgi öğrenirseniz öğrenin, hangi alanda ilerlerseniz ilerleyin, onu artırmayı yeğlemeyen bir insan tabiata aykırıdır. O halde, her insan tabiatında bulunan bu özelliğini kabiliyet haline getirip, bir kuvve edinebilir. Bu güç, kılıç gücünün üstündedir.
Napolyon'un dediği gibi; "İki şey dünyaya hükmeder, biri kılıç diğeri düşünce. Kılıç eninde sonunda düşünceye yenilir."
Peki, ilimden yani öğrenmeden kasıt nedir?
Gelin isterseniz, bu sorunun cevabına Yunus Emre'nin sözünü hatırlayarak ulaşalım: "İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsen/Bu nice okumaktır." İnsan önce kendini öğrenmelidir, kendini tanımalıdır, kendini bilmelidir. Karakterini analiz etmeli, beklentilerini gözden geçirmeli, yaşayış tarzını sorgulamalıdır. Kendini tanıma ilmi, bütün ilim kapılarına açılan bir kapıdır.
Bu şekilde kendini tanıyan insanlar olgunluğa erişir, üretmenin hazzını yaşar ve verimli olmanın mutluluğunu hisseder. Bizler kendimizi biraz olsun sorgulayalım, kendimizle ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? Doğayla ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? Tarihle ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? İnancımızla ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? İletişim ve sosyal hayatla ilgili neler biliyoruz?
Her alanda her konuda birkaç dakika sorgulayalım kendimizi?
Belki de sıkça boşlukta olduğumuzu hissetmemizin, kendimizi sürekli eksik hissedip, mutlu olamamamızın sebebi, kısır dünyamızdaki çevremizin bize yetersiz ve eksik kalması olamaz mı?
Bu durumu daha da genelleştirelim; toplum olarak yaşadığımız bu kaosların sebebini hiç düşündük mü? Sorgulama dürtümüzü kaybettik. Elimizde bulunan kulaktan dolma ve kolay bilgilere teslim oluyoruz. Çoğunluk ne söylüyorsa, hangi şeyler karşımıza sıkça çıkıyorsa onlara inanıyor, hiç araştırma ihtiyacı duymuyoruz. Etrafımızda neler oluyor, dünyada da neler oluyor, insanlık olarak nasıl bir durumdayız, reel bir şekilde araştırıyor muyuz?
Böyle devam ederse, geleceğe yönelik ya ruh hastası olmuş beyinler, ya depresyona girmiş bir nesil ya da esaretinin ve cahilliğinin bedelini ağır ödeyecek olan bir kuşak olarak ileriye dönük tehlike arz ederiz.
Gelişmiş bir ülke, huzurlu bir toplum, mutlu bireyler olmak istiyorsak, öğrenelim, araştıralım, sorgulayalım.
Aksi halde durumuz ne olur biliyor musunuz? Gelin bu soruya da M. K. Atatürk'ün sözüyle cevap bulalım:
"Gerçek kurutuluş ancak, cehaletin ortadan kaldırılmasıyla olur. Cehalet kaldırılmadıkça toplum yerinde kalıyor demektir. Yerinde duran bir şeyse geri gidiyor demektir."
Allah bu milleti tarihin acı sahnelerine geri döndürmesin?
Çünkü hikâye dinleyen insanın hayal dünyası genişler. Zihnine yeni kelimeler eklenir, yeni olaylar canlanır gözünde. Anlatılan hikâyeyi, kendi hayal dünyasında algılarken beyin egzersizi yapar. Bu şekilde öğrenme süreci aktifleşmiş olur. Bu durumda kişi huzurludur, çünkü kendine yetiyordur.
Öğrenme sürecinin pasifliği her insanı mutsuz ve sıkıntılı kılar.
Öğrenme sürecinde aktif olan insanların en doruk noktası, bilim adamları, araştırmacılar ve âlimlerdir. Bu insanların sürekli yeni bilgiye ulaşma çabası, yaşam tarzlarını oluşturur.
Normal insanlar ise, arkadaş sohbetlerinde, gezilerde, izlediği belgesel programlarında, gözlemlediği her yeni bir olayda, belki de farkında olmadan zihnine yeni bir şey atar.
Her insan bilgisini arttırabilecek bir fıtrata sahip olup, bu özellik ona insanda doğuştan verilmiştir. Ne tür bilgi öğrenirseniz öğrenin, hangi alanda ilerlerseniz ilerleyin, onu artırmayı yeğlemeyen bir insan tabiata aykırıdır. O halde, her insan tabiatında bulunan bu özelliğini kabiliyet haline getirip, bir kuvve edinebilir. Bu güç, kılıç gücünün üstündedir.
Napolyon'un dediği gibi; "İki şey dünyaya hükmeder, biri kılıç diğeri düşünce. Kılıç eninde sonunda düşünceye yenilir."
Peki, ilimden yani öğrenmeden kasıt nedir?
Gelin isterseniz, bu sorunun cevabına Yunus Emre'nin sözünü hatırlayarak ulaşalım: "İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir/Sen kendini bilmezsen/Bu nice okumaktır." İnsan önce kendini öğrenmelidir, kendini tanımalıdır, kendini bilmelidir. Karakterini analiz etmeli, beklentilerini gözden geçirmeli, yaşayış tarzını sorgulamalıdır. Kendini tanıma ilmi, bütün ilim kapılarına açılan bir kapıdır.
Bu şekilde kendini tanıyan insanlar olgunluğa erişir, üretmenin hazzını yaşar ve verimli olmanın mutluluğunu hisseder. Bizler kendimizi biraz olsun sorgulayalım, kendimizle ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? Doğayla ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? Tarihle ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? İnancımızla ilgili ne kadar bilgiye sahibiz? İletişim ve sosyal hayatla ilgili neler biliyoruz?
Her alanda her konuda birkaç dakika sorgulayalım kendimizi?
Belki de sıkça boşlukta olduğumuzu hissetmemizin, kendimizi sürekli eksik hissedip, mutlu olamamamızın sebebi, kısır dünyamızdaki çevremizin bize yetersiz ve eksik kalması olamaz mı?
Bu durumu daha da genelleştirelim; toplum olarak yaşadığımız bu kaosların sebebini hiç düşündük mü? Sorgulama dürtümüzü kaybettik. Elimizde bulunan kulaktan dolma ve kolay bilgilere teslim oluyoruz. Çoğunluk ne söylüyorsa, hangi şeyler karşımıza sıkça çıkıyorsa onlara inanıyor, hiç araştırma ihtiyacı duymuyoruz. Etrafımızda neler oluyor, dünyada da neler oluyor, insanlık olarak nasıl bir durumdayız, reel bir şekilde araştırıyor muyuz?
Böyle devam ederse, geleceğe yönelik ya ruh hastası olmuş beyinler, ya depresyona girmiş bir nesil ya da esaretinin ve cahilliğinin bedelini ağır ödeyecek olan bir kuşak olarak ileriye dönük tehlike arz ederiz.
Gelişmiş bir ülke, huzurlu bir toplum, mutlu bireyler olmak istiyorsak, öğrenelim, araştıralım, sorgulayalım.
Aksi halde durumuz ne olur biliyor musunuz? Gelin bu soruya da M. K. Atatürk'ün sözüyle cevap bulalım:
"Gerçek kurutuluş ancak, cehaletin ortadan kaldırılmasıyla olur. Cehalet kaldırılmadıkça toplum yerinde kalıyor demektir. Yerinde duran bir şeyse geri gidiyor demektir."
Allah bu milleti tarihin acı sahnelerine geri döndürmesin?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Behiye Alioğlu / diğer yazıları
- Egoist miyiz? / 04.07.2019
- Çok komik / 18.01.2019
- Kilis'ten İzmir'e bir tümevarım / 25.05.2017
- Mekanikleşen kadın / 10.03.2017
- Her çocuk bizimdir / 22.02.2017
- İçindeki mutlu dünyanı keşfet! / 23.11.2016
- Gitmek mi zor kalmak mı? / 25.09.2016
- İlmin amacı / 23.08.2016
- Annenin görevi nedir? / 06.08.2016
- Yaklaşan kamp heyecanı / 28.06.2016
- Çok komik / 18.01.2019
- Kilis'ten İzmir'e bir tümevarım / 25.05.2017
- Mekanikleşen kadın / 10.03.2017
- Her çocuk bizimdir / 22.02.2017
- İçindeki mutlu dünyanı keşfet! / 23.11.2016
- Gitmek mi zor kalmak mı? / 25.09.2016
- İlmin amacı / 23.08.2016
- Annenin görevi nedir? / 06.08.2016
- Yaklaşan kamp heyecanı / 28.06.2016