Hazret-i Mevlânâ'ya sorarlar:
"Aşk nedir?" diye… O da cevaben:
"Ben ol da gör!" der.
"Allah'tan başka bir temaşası bulunan aşk, aşk olamaz; o saçma sapan bir sevda olur.
Allah (c.c) için ağlayan göz, ne mübarektir!
O'nun aşkıyla yanıp kavrulan yürek, ne mukaddestir!
Bizim Peygamberimizin yolu, aşk yoludur.
Biz aşkın çocuklarıyız. Aşksız olma ki, ölü olmayasın.
Aşkta öl ki, diri kalasın.
Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim hep O'dur.
Tek mâbud ancak Allah (c.c)'dır.
Bağ, gül, sema, sevgili... Hepsi bahane, maksat daima O -azze ve celle-'dir.
Aşk geldi, damarımda, derimde kan kesildi. Beni kendimden aldı, Sevgiliyle kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep O..."
* * *
Rabbimizin tecellilerine vasıl olmak, o tecellilerin zevkini duymak ve o duyuşla bakmak, görmek, düşünmek, konuşmak, yürümek, çalışmak… Kısaca semavi cazibenin kontrolünde yaşamaktır aşk.
Aşkın ikametgâh adresi kalptir.
Kalp denilince kanı pompalayan et parçasını anlamayalım.
Kalp, Allah'ın yerleştiği, tecelli ettiği, aşkın yeşerdiği mekân.
Öyle bir mekân ki, arşı kaldırıp koysan, kalpte çok az bir yer kaplar. Kalp o kadar geniş, o kadar büyüktür.
Kalp, yere göğe sığmayan Allah (c.c)'ın tecellileriyle sığdığı yerin adıdır.
Beytullah taştan inşa edilmiş bir yapı, bir bina, banisi Hz. İbrahim'dir. Beytullah'ın kıymeti nazarıgâhı ilahi olmasındandır. Yani o mekâna Allah (c.c) nazar ettiği için, tecellileriyle ihata ettiği için o taştan inşa edilen binaya Allah'ın evi denmektedir. Allah (c.c) kıymet verdiği için kıymetlidir ve biz müminler için de kutsal bir mekândır.
Kalp çok daha kıymetlidir. Çünkü banisi Allah (c.c)'dır.
Makamın, mekânın sahibi Allah (c.c)' dır.
Allah'ın tecelli ettiği kalbin bulunduğu şehir, insandır. İnsanı şerefli kılan da Allah'ın tecelli ettiği kalbi insanın taşımasındandır. O kalpten Hak tecelli ettiği müddetçe, insan da o tecellilerin zevkini yaşadıkça hazreti insan olacak, eşrefi mahlûkat olacaktır. Tecellilerin uğramadığı kalp de adeta ölü bir kalptir, çünkü mühürlenmiştir ve nasipsizdir. O kalbin patronu, efendisi iblis ve avenesi olan nefistir. Nefsin kontrol ettiği insan hayvan dahi olamaz, hayvanlardan aşağı bir yere bir çukura düşer. Bu çukura düşen insan vicdanını kaybetmiş, dünyaya geliş gayesini unutmuş ve vazifesinin farkına varamamıştır.
Bu vadiye girmişken şunu da belirtelim ki, günümüzde en çok istismara uğrayan kavramlar arasında vazife ve vicdan kavramları gelmektedir.
Semavi cazibenin arzusuna uygun olarak yaşamayan insanın vicdanı mı olur?
Semavi cazibenin tekliflerine, kontrolüne sırt dönen bir insan kimin adına vazife yapar acaba?
Bu soruların cevabını size bırakıyorum.
Bir insan iç âlemi ile dış âlemini dengede buluşturup, birleştirebilmeli ki Allah'a yakın olabilsin. Bunun sonucu olarak da eli karda gönlü yarda olsun.
Allah'a yakın olanlar Allah'a yüzü ak, gönlü pak gitmeyi kabul edenlerdir. Dünyayı da hak hesabına kazanıp, kazancını ahiret azığına dönüştürenlerdir.
Çünkü onlar hayatı yalnız bu dünyadan ibaret olarak kabul etmeyip, ölümden sonra da dirilişi kabul edip, ebedi bir hayata göre hazırlanıp, Hakk'ın hatırını koruyup, Hakk'ın rızasını kazanarak fıtrattaki temizliği koruyarak o güzelliği yaşamaya, yaşatmaya çalışırlar. Allah'a (c.c) güvenir ve ona yaslanırlar. Dirilerin ölülerden daha hızlı çürüdüğü bu çağda bozulmamak, Allah'a güvenip, ona teslim olmak, diri kalmak en büyük özgürlük ve en büyük servettir.
Böylesi bir inanca sahip olmayan, ölümden sonraki hayatın varlığını kabul etmeyenler, hangi dünyevi varlığa, mevkie, rütbeye, güce sahip olurlarsa olsunlar, mahrumiyet içerisindedirler. Fanilik kimliğine sahip bu dünyadan onun rızasına uygun olan ve cemalullah nimetinin olduğu o sonsuz, ebedi mana âlemine gidiş vizesini ancak o güzeller güzelinin rızasını kazanarak alabiliriz.
Biz faniler o güzeller güzeli ile barışmak, rızasını kazanmak için, affın, mağfiretin sahibine koşarak, aklı, ilmi, kalbi, ruhu, ilahi cazibenin arzusuna uygun bir oluşu, bir duruşu ortaya koymak mecburiyetindeyiz.
Sevgi isteyen, sevgisini artırmak isteyen, şeref isteyen, şerefini artırmak isteyen; itibar isteyen, itibarını artırmak isteyen kısaca insan olmak isteyen Resûlullah'ın ve Ehl-i Beyt'in ahlakı ile ahlaklanacak onlarla birlikte Hakk'a koşacak, Hakk'ı yaşayacak ve Hak ile olacak.
Sevgisiz kalmamak için, sevgisizlikten ve yalnız ölmemek için, sevgilinin sevgilisine ona yani Hakk'a koşacağız.
Koşacağız ki aşk olsun, koşacağız ki ağlayan yüzler gülsün. Koşacağız ki ânımız ve akıbetimiz hayırlı olsun.
Hak ile olun, Haklı olun ve Hakk'a emanet olun, birbirimize duamız olsun.
Elbette, dinlemek kolay, okumak kolay, yazmak kolay, ancak hakkıyla yaşamak büyük mesele. Allah (c.c) hepimizi rızasına erdirip, bu kutlu yolda hakkıyla yaşamayı ve yaşatmayı nasip etsin.
Çünkü Allah her şeye muktedir, kul ise acizdir.
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025
- İmam-ı Şafi ve Ehl-i Beyt sevgisi: Bir inanç ve ahlak meselesi / 11.03.2025