Asıl soru şu herkesin aklında. Dinimiz mükemmel, evrensel ve son din. Efendimizin hayatı âlemlere destan. Tarihimiz hep iyi insanlarla ve iyiliklerle dolu. Öğretilerimiz de çağlara ışık tutmuş. Peki, madem neden asırlardır bu haldeyiz? Neden çıkamıyoruz bu kokuşmuşluktan? Sevgimiz mi az, samimiyetimiz mi? Yeterince İslam'ı anlamadık mı, yoksa anlatamadık mı? Yaratıcının muradını doğru kavrayamadık mı? Neden düzgünce yaşamıyoruz İslam'ı?
Bu sorulara asırlardır cevaplar aranmış, eleştiriler yapılmış, alternatif sistemler denenmiş durmuş. Ancak şimdiye kadar ne dişe değer bir çözüm bulundu, ne de kayda değer henüz bir uygulama. Yanlış teşhislerle de bulunmayacak gibi duruyor. Çünkü teşhis bunların tamamından farklı. Ve doğru teşhisi yapamazsanız asla tedaviniz müspet bir sonuç vermez, veremez.
Oysa Geylani'nin okulunda yetişen milyonlar Anadolu'yu, Hindistan'ı, Avrupa'yı, Balkanlar'ı, Kuzey Afrika'yı ve dahi neredeyse tüm dünyayı sardığı halde bugün neden dilenci durumundayız. Demek ki teşhisi ve tedaviyi doğru yaptığımız zamanlar olmuş ve bu zamanlar hiç de az değil. Peki ya şimdi? Yunus gibi samimi olamamakla mı alakalı her şey. Mevlana gibi düşünememekle mi? Yoksa Hacı Bektaş gibi sevmemekle mi? Ya da hep dışardan müdahaleler yüzünden mi? Keşke çözüm bu kadar basit olsa. Samimi çözümler ve samimi düşüncelerle aşılsaydı her şey. "Dış mihraklar"ı ayıklayabilsek ve her şey düzelseydi. Ama olmadı, olamadı.
Teşhis sanırım kendimizle alakalı. Kanaatimce ilk olarak bilimsel metodolojiyi kaybettik. Geylani'nin sistematiğini yitirdik. İkinci olarak da kavramlar üzerinde düşünmeyi bıraktık, böylelikle de kavramları unuttuk. Bildiklerimizi de yanlış yorumladık ve nihayetinde kavramlara doğru anlamlar veremedik. Zira bir şairi/yazarı yaşatan da öldüren de kelime ve kavramlardır. Sonuncusu ve en önemlisi soru ve sorgulama düşüncesini bırakmamızdır. Eleştirel bakış açısından mahrum kaldıkça birilerinin yönlendirmesi bize akletmeyi unutturdu.
Konumuz özelinden öncelikle kavramları ele alalım. Örneğin "tasavvuf ve tarikat" ayrı kavramlardır. Evvela bu ayrımı yapmak gerekir. Sünnet ile hadis kavramlarını ayıramadığımız gibi bunu da karıştırdık. Tasavvuf belirli usül/metodolojisi olan bir bilim dalıdır. Geçen yazımızda Platonun Akademisi gibi kural ve kaideleri vardır dedik. Mesela Geylani'nin tasavvuf okulunun başlangıcı/doğumu "velayet" KAVRAMI üzerinedir. O da Hz. Ali'nin ve evlatlarının öğretisinin devam ettirilmesi için belirli usül, erkân ve kurallar belirlenerek KURULMUŞTUR.
Konuyu çok dağıtmadan Gadr-i Hum'da Hz. Ali'ye verilen "vasilik veya velilik" yolunun (hangisini kabul ederseniz fark etmez) 12 imamdan sonraki vekaletidir, Tasavvuf. Tarikat ise özel anlamda bunlara ulaştıran yol veya yollardır. Bu anlamda bozulan ilmin kendisi değil usülleridir. Başka bir deyişle tasavvuf değil tarikatlardır. Mesela günümüzde bu usül hatasından kaynaklanan tarikatları ayıklayamamamız ya da tasavvufun içinde belki de fark edemediğimiz Kur'an'da ve sünnette yer almayan uygulamaların olmasıdır.
İslam içiresinde kabul edilen ve 12.yy'dan sonra kurulan bazı tarikat ekolleri silsilelerini Hz. EBUBEKİR'E bağlıyorlar ki bu durumun Hz. Ebubekir'le alakası yoktur. Zira Ebubekir efendimizin tarihin hiçbir kaydında böyle bir iddiası dahi olmamıştır. Ve bu tarikat yolunu Selman-i Farisi'den (İslam'dan) Hz. Ebubekir'e bağlamaları ilmi açıdan metodolojik bir cinayettir. Zira Hz. Selman, Hz. Ali'ye bağlı bir numaralı sahabedir. Ve onu Hz. Ebubekir'e isnad etmek her ikisine de iftiradır.
Bir diğer husus da yine tarikatlarda görülen ve büyük bir metodoloji hatası olarak karşımızda duran silsilede kopukluklar/boşluklar olmasıdır. Mesela, hadis ilminde "isnad" metodu vardır. Yani Peygamberden gelen rivayeti bir raviye daha sonra başka bir raviye zincir olarak dayandırma. Bu yöntem metodoloji tarihi açısından bilimsel bir devrimdir. Dünyada ilk defa İslam ilim adamlarının mükemmel bir disiplinle çalışmasının ürünüdür. Tasavvufta da buna benzer "silsile" metodu vardır. Bu yolla kurulan ve devam eden zincir ile kurulan silsile. Yani yaşayan kâmil ve erdemli bir hocadan icazet alarak, 12 imamdan birine ve oradan da Peygambere kadar devam ede gelen ilmi bir metot. Ancak zamanla bazı tarikat ekollerinde 200 yıllık boşluklar oluşmuş mezardan ders alma veya rüyadan yetki alma usulleri konmuş, Nakşibendilik (nakşı bende) gibi yakın ve sevecen isimler verilmiş ve maalesef Geylani'nin metodolojisi uygulanmamıştır. 200 yıl değil 2 gün bile olsa böyle bir metot Geylani okulunda yoktur. Bu durum usül ve erkân tanımayan yeni ekoller doğurmuş ve adeta tasavvufa da zamanla olmayan usüller bazen de batıl tarikatlar olarak yamanmıştır.
Dolayısıyla yanlış teşhis yanlış tarikatlar doğurunca meşrep ve mezhep taassubu kör etmiştir bizleri. Bırakın evrensel dini, yöresel kabile dinleri gibi zamanla katletmişizdir birbirimizi. Veya "falan tarikat kolunun falan şubesinden iseniz" diyerek sorgusuz cenneti parsellemişizdir. Tabi ki bir anda olmadı hiçbir şey. Asırlar içinde bu okulların içine kilise siyaseti, manastır usulleri, Hıristiyan doktrinleri ve Yahudi fanatizmi girdi. Ehl-i Beyt'in usül ve ahlakı, yerini zamanla Şii veya Sünni taassubuna bıraktı.
Devam edecek…
- Elbise Kuramı-2 / İnsan elbisesinde saklıdır / 10.05.2024
- İCMA VE İCTİHAD / 26.10.2022
- Geylani okulunda Ehl-i Beyt ekolü / 10.08.2022
- Geylani Okulu / 29.07.2022
- Bir tasavvuf anatomisi / 22.07.2022
- Antroposen Çağı / 30.06.2022
- Holosen / Mavi Cennet / 09.06.2022
- Bir Deniz Masalı/ Günebakan Şiiri / 09.05.2022
- Sakız orucu bozar mı? -2- / 19.04.2022