‘Ey evlat! Allah, dedikten sonra kalanı bırak’
Sizden biri, Hak Teâlâ'nın cennette olan nimetlerini haber veren: “Orada nefislerin özlediği ve gözlerin zevk aldığı şeyler var”. (Zuhruf/71)
04.03.2025 05:48:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Sizden biri, Hak Teâlâ'nın cennette olan nimetlerini haber veren: "Orada nefislerin özlediği ve gözlerin zevk aldığı şeyler var". (Zuhruf/71) Âyet-i Kerimesini işitse ve: "Oranın pahası ne ola" diye sorsa şu cevabı veririz:
Hak Teâlâ şöyle ferman buyurdu: "Allah, mü'minlerden, cennet karşılığı, nefislerini ve mallarını satın aldı." (Tevbe/111)
Nefsini, malını Hakk'a teslim et, her şey senin olur. Bir kimse bana dese: Hakk'ın vechini dileyenlerden olmak istiyorum. Kalbime, Hak yakınlığı kapısının şafağı çıkıyor. Hakk'ı sevenleri ve Hak kapısından içeri girenleri, onun dışında kalanları görüyorum. O kapıdan alınmış olanların üzerinde şah libası var; buna ermenin pahası ne ola ki?
Ona şöyle deriz: Cümle varını harca. Şehvetini ve lezzetini bırak. Kendinden geç, O'nda fena bul. Cenneti ve içindekileri unut, vazgeç. Nefsi, havaî işleri, dünya ve âhiret tadlarını bırak.
Cümle maddiyatı geç, bu gibi işlerin tümünü arkaya at. Sonra da oraya gir. Bunları yaptıktan sonra, gözlerin görmediğini, kulakların işitmediğini duyacak ve göreceksin. Ayrıca beşer kalbinin hatırlaması kabil olmayan işleri de öğreneceksin.
Bu hâller bir kimsede tam ve kalp ayağı iman yolunda sabit olursa hem dünya hem uhrâ onun olur. Her ikisi de onun eline zahmetsiz girer. Onlar da bir arada kula nimet olarak ihsan edilir.
Bunların sonu da Hakk'a yakınlık, O'na nazar olarak tekâmül eder. Dünyada Hakk'a kalben yakınlık duyar, âhirette ise görerek O'nun yakınlığına erer.
Ey evlâd! Allah, dedikten sonra kalanı bırak. Söyle: Beni O yarattı; hidayetim O'nun elindedir.
Ey dünya zahidi, kalbin ki, âhiret talebi ile dünyadan çıktı. Söyle: Beni O yarattı. Hidayet yolunu da gösterir.
Ve sen ey Hakk'ı dileyen, O'na rağbet eden ve O'ndan başkasına perhiz yapan; kalbin Mevlâ talibi olarak cennetten ayrılır, yola koyulursa, söyle: O ki; beni yarattı, hidayet de nasib eder.
Yol zorluğunu düşünme, Hakk'ın nasib edeceği hidayeti düşün.
Ey âhiret ve Mevlâ yoluna koyulan, o yola daha önce girenleri delil tut. Oralarda mevcut korkulu yolları öğrenmiş kimseleri bul. Onlar, büyük ve bilginin gereğini yerine getiren âlim, yaptığında tam ihlâs sahibi kimselerdir.
Ey evlâd! önder zâtın çocuğu ol, ona uy. Bütün yükünü onun önüne dök. Ve onunla yola koyul. Bazen o zâtın sağında, bazen solunda, bazen gerisinde, bazen önünde yola devam et.
Sakın onun görüşü dışına çıkma ve muhalifi olma. Böyle yaparsan, maksuduna kavuşursun, sağlam caddeden sapmazsın.
Rabbini birle; her darlık açılır ve her sıkıntı zail olur.
İbrahim (s.a.a.v) peygamber, mancınığa kondu; ateşe atılıyordu. Bu durumda bütün vasıtalar aradan kalktı. O, bu sıkışık durumda, Rabbinden gayrına iltifat etmedi. Yalnız Hakk'ın zâtını istediği için, Hak Teâlâ ateşe şu emri verdi: "İbrahim için serin ve selâm ol." (Enbiya/69)
Bu emir şöyle tefsir edilebilir: Ey ateş, hâlinden ayrıl. Şeklini değiştir, bir başka ol. Sıcaklığını, şerrini çek. Dişlerini ört. Kılıcını kınına koy. Öfkeni yut. Kıvrıl, bükül ve dürül; serin ol. Eziyet verici olma.
İşte, bu emrin verilmesi, tevhid ve ihlâs bereketi ile oldu. İbrahim peygamberde bunlar vardı." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Hak Teâlâ şöyle ferman buyurdu: "Allah, mü'minlerden, cennet karşılığı, nefislerini ve mallarını satın aldı." (Tevbe/111)
Nefsini, malını Hakk'a teslim et, her şey senin olur. Bir kimse bana dese: Hakk'ın vechini dileyenlerden olmak istiyorum. Kalbime, Hak yakınlığı kapısının şafağı çıkıyor. Hakk'ı sevenleri ve Hak kapısından içeri girenleri, onun dışında kalanları görüyorum. O kapıdan alınmış olanların üzerinde şah libası var; buna ermenin pahası ne ola ki?
Ona şöyle deriz: Cümle varını harca. Şehvetini ve lezzetini bırak. Kendinden geç, O'nda fena bul. Cenneti ve içindekileri unut, vazgeç. Nefsi, havaî işleri, dünya ve âhiret tadlarını bırak.
Cümle maddiyatı geç, bu gibi işlerin tümünü arkaya at. Sonra da oraya gir. Bunları yaptıktan sonra, gözlerin görmediğini, kulakların işitmediğini duyacak ve göreceksin. Ayrıca beşer kalbinin hatırlaması kabil olmayan işleri de öğreneceksin.
Bu hâller bir kimsede tam ve kalp ayağı iman yolunda sabit olursa hem dünya hem uhrâ onun olur. Her ikisi de onun eline zahmetsiz girer. Onlar da bir arada kula nimet olarak ihsan edilir.
Bunların sonu da Hakk'a yakınlık, O'na nazar olarak tekâmül eder. Dünyada Hakk'a kalben yakınlık duyar, âhirette ise görerek O'nun yakınlığına erer.
Ey evlâd! Allah, dedikten sonra kalanı bırak. Söyle: Beni O yarattı; hidayetim O'nun elindedir.
Ey dünya zahidi, kalbin ki, âhiret talebi ile dünyadan çıktı. Söyle: Beni O yarattı. Hidayet yolunu da gösterir.
Ve sen ey Hakk'ı dileyen, O'na rağbet eden ve O'ndan başkasına perhiz yapan; kalbin Mevlâ talibi olarak cennetten ayrılır, yola koyulursa, söyle: O ki; beni yarattı, hidayet de nasib eder.
Yol zorluğunu düşünme, Hakk'ın nasib edeceği hidayeti düşün.
Ey âhiret ve Mevlâ yoluna koyulan, o yola daha önce girenleri delil tut. Oralarda mevcut korkulu yolları öğrenmiş kimseleri bul. Onlar, büyük ve bilginin gereğini yerine getiren âlim, yaptığında tam ihlâs sahibi kimselerdir.
Ey evlâd! önder zâtın çocuğu ol, ona uy. Bütün yükünü onun önüne dök. Ve onunla yola koyul. Bazen o zâtın sağında, bazen solunda, bazen gerisinde, bazen önünde yola devam et.
Sakın onun görüşü dışına çıkma ve muhalifi olma. Böyle yaparsan, maksuduna kavuşursun, sağlam caddeden sapmazsın.
Rabbini birle; her darlık açılır ve her sıkıntı zail olur.
İbrahim (s.a.a.v) peygamber, mancınığa kondu; ateşe atılıyordu. Bu durumda bütün vasıtalar aradan kalktı. O, bu sıkışık durumda, Rabbinden gayrına iltifat etmedi. Yalnız Hakk'ın zâtını istediği için, Hak Teâlâ ateşe şu emri verdi: "İbrahim için serin ve selâm ol." (Enbiya/69)
Bu emir şöyle tefsir edilebilir: Ey ateş, hâlinden ayrıl. Şeklini değiştir, bir başka ol. Sıcaklığını, şerrini çek. Dişlerini ört. Kılıcını kınına koy. Öfkeni yut. Kıvrıl, bükül ve dürül; serin ol. Eziyet verici olma.
İşte, bu emrin verilmesi, tevhid ve ihlâs bereketi ile oldu. İbrahim peygamberde bunlar vardı." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethu'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.