Siyaset biliminde demokratik seçimlerle ilgili temel varsayım, seçmenlerin oy verirken en iyi siyasi adayı ya da en iyi siyasi görüşü ayırt edebilecek yetkinlikte olmasıdır. Ne var ki, yapılan pek çok bilimsel çalışmada bu varsayımın gerçekleşmediği sonucuna varılmıştır.Anlaşılan o ki, demokratik süreçler ülkeden ülkeye farklılık gösterse bile, seçmen psikolojisinin sonucu olarak sandıktan çıkanlar en iyisi olmamakta, hatta vasatı dahi aşamamaktadır. Seçilen liderler, gerçek lider olma niteliğinden hayli uzak kalmaktadır. Bu noktada seçmenin tercihini belirleyen faktörler için çok şey söylenebilir. Ancak, merhamet ve inanç faktörü etkin görünmektedir; halkın inançlarını kullanan politikalar, seçmen psikolojisini etkilemektedir. Bunun adı din sömürüsüdür.Temel yurttaşlık bilinci olmayan insanlar, demokratik seçimlerde adayların yetkinlik düzeylerini ya da savundukları düşüncelerinin niteliğini doğru değerlendirememektedir. Örnek verecek olursak; ekonomi konusunda hiçbir temel bilgisi olmayan bir seçmenin, ekonomiyi kalkındırabilecek yetkinlikte olan adayın hangisi olduğunu ayırt etmesi zordur. Yine, adalet konusunda bilgisi bulunmayan bir seçmenin anayasa referandumunda doğru değerlendirme yapması mümkün değildir.Bu nedenle ne söylenirse söylensin, seçmen kitlesinin yurttaşlık ve demokrasi konusunda yeterli donanıma sahip olmadığı bir toplumda sandıktan çıksa çıksa vasat liderler çıkar.Sandıktan çıkan sonucu "Milli İrade" olarak öne sürüp, "Milli İradeye Saygı" mitingleri düzenleyenleri gördük. Peki, milli irade nedir? "Milli irade teorisi" 1789 Fransız İhtilâli'nin ürünüdür. "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sloganının amacı da egemenlik tacını kralın başından alıp, milletin başına koymaktır.Gel gör ki, Almanya'da ve İtalya'da yaşananlar, milli irade anlayışında sarsıcı etkilere yol açtı. Almanya'da Hitler'in Nazi, İtalya'da Mussolini'nin faşist diktatörlüklerini kurmaları karşısında, milli egemenlik ve milli irade kavramları altüst oldu. Hak ve özgürlükleri koruyamayan meclislere ve sayısal sandık demokrasisine güven sarsıldı. Gerek Hitler gerekse Mussolini yönetimleri seçimle iktidara gelmiş, yasama organında çoğunluğu ele geçirmiş, sonradan kişisel diktatörlüğe dönüşerek hak ve özgürlükleri ve demokrasiyi tahrip etmişlerdi. Prof. Dr. Sayın Haydar Baş'ın deyimiyle "Seçilmiş Krallar" dı bunlar.Günümüzde demokrasi anlayışı, sayısal demokrasi değil, çoğulcu ve katılımcı demokrasidir.Hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramları tüm çağdaş demokrasilerde temel ilkeler olarak benimsenmiştir.Milli irade kavramı yapısal değişikliğe uğramış, anayasal ve demokratik yöneliş, milli iradeyi insan hakları hukuku ile örtüştürmüştür. Sandıktan çıkan çoğunlukla her şeyin yapılabileceği, buna karşı gelinmesi durumunda da milli iradeye karşı gelinemeyeceğinin ileri sürülmesi, hukuk devletinde ve çağdaş demokrasilerde geçerliliğini yitirmiştir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023