Sabahın erken vakitlerinde gözlerimi güneşle açtım hayata doğru. Bir günün başlangıcında hevesler, ümitler ve yığınla sorular... Dünle bugün arasında bir fark olacak mı; müspet mi, menfi mi? Belki de bu yolda koşarken ayağım takılıp düşeceğim. Tek başıma kalkabilecek miyim, yoksa birilerinin yardımına mı ihtiyaç duyacağım? Binlerce soruya cevap bulabilecek ve yeni şeyler keşfedebilecek miyim?
"Işık körlere ne yapsın? Hele, iki avucunu (dilenmekten yorgun düşmüş avuçlarına) acımadan gözlerine bastıran körlere..." (Nedim Gürbüz, Dostlara Mektup)
Aydınlık bir düşüncenin ekseninde kaç kişi toplanıp da köklü kararlar aldı. Gören gözlerin görmeyen gözlere pusula olduğu gibi. Bir rehber edasıyla ve gelecek endamıyla yürümek kör gözlerin üstüne üstüne.
"El yüzsüze ne yapsın? Ne kadar yanmış arınmış olursan ol. Pamuk eller, zor eler "şükür" için sıvazlayacak yüze hasrettir. Şükürsüz yüzler ve yüzsüzlerin elleri... Demek öylesi de var..." (a.g.e)
Eller; bir duanın ardından yüze kondurulan nur iklimi. Oradan gönle akan ılık bir rüzgar, bir güneşin ardından buz gibi soğuk su; ferahladın değil mi... Yıkılmaz bir duvardır gönlünü dayayabileceğin. İçindeki duygular ayyuka çıktığı zaman, dua göğsüne yaslanıp ağlayabileceğin samimi bir dosttur.
"Çiçek saksıya ne yapsın? Her bahar, kadifeden bir habercidir. Ve çiçekler "buyur" davetiyesi. Saksı ölüm, çiçek hayatın ta kendisi. Demek, hayat ölümle kolkola, çiçek farkında, ya saksı?" (a.g.e)
Her çiçek bir insanı anlatır, her insan bir çiçeğe benzer, otlar da bazan bir çiçek grubuna dahil olur. Her gün öteler aleminden binlerce haber gelmekte yeryüzü mahzenine... Dostum, sen belki de bir gülü, bir nilüferi, kardeleni yaşıyorsun kendinde...
"Yürek sana ne yapsın? Her sabah güneş bin meydanı gösterir. Sade, zinde ve sultancasına hani meydana atladın... Varıp tam orta yerde sıkılı yumruklarını bağrına vura vura "Burdayım" dediğin oldu mu? Meydanlara sığmayıp, o meydandan öbürüne tek adımda ulaştığın? Sonra oturup menekşeler topladığın..." (a.g.e)
Akşam olmakta, gün birazdan battı batacak. Yorgun mu düşmektesin, o zaman kardeleni, nilüferi hatırla, sonra beyaz zambakları, yorgunluğunu dinçlendirecek hayata dair ne varsa. Gün batımı neler neler anlatır anlayabilen insanlara. Bir günün batımında çiçekler geri döner savaş meydanlarından. Gündüzden geceye doğru yeni bir dünyanın seferindesin. Bir gün batımında ikindi vakitlerinde, akşam ezanlarında yarın yeşersin diye tohumlar ekerler toprağa.... Gün ağarırken yeşeren fidanın, bir gün batımında ekilen tohum olduğunu öğrenemediler.
"Işık körlere ne yapsın? Hele, iki avucunu (dilenmekten yorgun düşmüş avuçlarına) acımadan gözlerine bastıran körlere..." (Nedim Gürbüz, Dostlara Mektup)
Aydınlık bir düşüncenin ekseninde kaç kişi toplanıp da köklü kararlar aldı. Gören gözlerin görmeyen gözlere pusula olduğu gibi. Bir rehber edasıyla ve gelecek endamıyla yürümek kör gözlerin üstüne üstüne.
"El yüzsüze ne yapsın? Ne kadar yanmış arınmış olursan ol. Pamuk eller, zor eler "şükür" için sıvazlayacak yüze hasrettir. Şükürsüz yüzler ve yüzsüzlerin elleri... Demek öylesi de var..." (a.g.e)
Eller; bir duanın ardından yüze kondurulan nur iklimi. Oradan gönle akan ılık bir rüzgar, bir güneşin ardından buz gibi soğuk su; ferahladın değil mi... Yıkılmaz bir duvardır gönlünü dayayabileceğin. İçindeki duygular ayyuka çıktığı zaman, dua göğsüne yaslanıp ağlayabileceğin samimi bir dosttur.
"Çiçek saksıya ne yapsın? Her bahar, kadifeden bir habercidir. Ve çiçekler "buyur" davetiyesi. Saksı ölüm, çiçek hayatın ta kendisi. Demek, hayat ölümle kolkola, çiçek farkında, ya saksı?" (a.g.e)
Her çiçek bir insanı anlatır, her insan bir çiçeğe benzer, otlar da bazan bir çiçek grubuna dahil olur. Her gün öteler aleminden binlerce haber gelmekte yeryüzü mahzenine... Dostum, sen belki de bir gülü, bir nilüferi, kardeleni yaşıyorsun kendinde...
"Yürek sana ne yapsın? Her sabah güneş bin meydanı gösterir. Sade, zinde ve sultancasına hani meydana atladın... Varıp tam orta yerde sıkılı yumruklarını bağrına vura vura "Burdayım" dediğin oldu mu? Meydanlara sığmayıp, o meydandan öbürüne tek adımda ulaştığın? Sonra oturup menekşeler topladığın..." (a.g.e)
Akşam olmakta, gün birazdan battı batacak. Yorgun mu düşmektesin, o zaman kardeleni, nilüferi hatırla, sonra beyaz zambakları, yorgunluğunu dinçlendirecek hayata dair ne varsa. Gün batımı neler neler anlatır anlayabilen insanlara. Bir günün batımında çiçekler geri döner savaş meydanlarından. Gündüzden geceye doğru yeni bir dünyanın seferindesin. Bir gün batımında ikindi vakitlerinde, akşam ezanlarında yarın yeşersin diye tohumlar ekerler toprağa.... Gün ağarırken yeşeren fidanın, bir gün batımında ekilen tohum olduğunu öğrenemediler.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Derya Şüheda Terzi / diğer yazıları
- Bir şairin gece serüveni / 27.06.2001
- Limanı tarumar olmuş gemiler ne yapsın / 26.06.2001
- Ömür ağacı / 20.06.2001
- Raflardaki krallar / 19.06.2001
- Evrim safsatasına bir derkenar / 16.06.2001
- Okuma sanatına dair / 11.06.2001
- Yağmura sırdaş / 09.06.2001
- Gönül sayfası / 08.06.2001
- İstanbul'da Üsküdar / 07.06.2001
- Kamuflaj tekniği / 05.06.2001
- Limanı tarumar olmuş gemiler ne yapsın / 26.06.2001
- Ömür ağacı / 20.06.2001
- Raflardaki krallar / 19.06.2001
- Evrim safsatasına bir derkenar / 16.06.2001
- Okuma sanatına dair / 11.06.2001
- Yağmura sırdaş / 09.06.2001
- Gönül sayfası / 08.06.2001
- İstanbul'da Üsküdar / 07.06.2001
- Kamuflaj tekniği / 05.06.2001