Bir içtihat Trump'ın suratında tokat gibi patlarken bir gerçeği de dünyanın gözleri önüne seriyordu; ABD'nin BM'deki hukuk kabadayılığı. BM Genel Kurulu, Amerika'ya ve hempalarına ve de BM Güvenlik Konseyine rağmen Kudüs hakkında kararını veriyordu.
Bu karar, BM'nin rolü ve geleceği konusunu da yeniden gündeme getiriyordu.
Dünyanın acı gerçeklerindendir: Doğal zenginliklerin ve stratejik noktaların "güçlü" devletler arasında paylaşılmasından doğan çekişmelerin zirveye çıkması, büyük savaşlara yol açar. Birinci Dünya Savaşı da, İkinci Dünya Savaşı da böyle başlamıştır.
Milyonlarca insanın ölmesine sebep olan, sağ kalanların da hayatlarını zehir eden savaşlar, bir yandan halklar arasında nefreti körüklerken; diğer yandan da barış özlemlerini güçlendirir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının ardından kurulan iki örgüt, Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler bu özlemlerin eseri sayılabilir. Her iki örgütün kuruluş belgelerinde "dünyada barışı sağlamak" temel amaç olarak belirtilmiştir.
Milletler Cemiyeti, bu amacı gerçekleştirmede yetersiz kalmış, Birinci Dünya Savaşı'ndan çok daha büyük acılara yol açan İkinci Dünya Savaşı'na engel olamamıştır.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda kurulan, yani 72 yıldır varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler Örgütü'nün, gerek üye sayısı dolayısıyla kapsadığı coğrafi alan, gerek doğrudan ya da, UNESCO, UNICEF, Dünya Besin ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi çeşitli organları eliyle ilgilendiği konuların çeşitliliği açısından dünyanın en büyük uluslararası örgütü olduğu kuşkusuzdur.
BM'nin hangi amaçlarla kurulduğu, BM Antlaşması'nın (Anayasasının) giriş bölümünde ve ilk iki maddesinde açıklanmıştır. Burada "iyi komşuluk anlayışı içinde, birbiriyle barışık olarak yaşamak", "barış ve güvenliği korumak için güçleri birleştirmek" ve "ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmasına başvurmamak" gibi ilkelere yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Örgütü'nün bu noktadaki durumu nedir? Zaman zaman eşiğine gelinmiş olsa da, Üçüncü Dünya Savaşı çıkmış değildir. Bunda BM'nin olumlu rol oynadığı inkâr edilemez. Nitekim Genel Kurul'un Kudüs için aldığı karar, şimdilik, Trump'ın dünya savaşına yol açabilecek çılgınlığına gem vurmuş gözüküyor.
Ancak, İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden, yani BM Örgütü'nün kurulmasından bu tarafa, dünyanın çeşitli yörelerinde, küçük ve orta çapta savaşlar hep süregelmiştir. BM'nin bu savaşları önlemekte yetersiz kaldığı bir gerçektir.
ABD, Birleşmiş Örgütü'nün kurulmasına öncülük etmiş ve destek olmuştur. Ancak, 2003 yılındaki Irak saldırısı aşamasında, ABD'nin BM'ye açıkça sırtını döndüğü görüldü. ABD, BM Örgütü'nü bazen, kendisine doğrudan destek ağlayan bir şekilde kullanmış ya da Vietnam ve Suriye konusunda hareketsiz kalmasını sağlayarak, bu örgütten dolaylı biçimde yararlanmıştır.
BM Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında esas yetkili organdır. BM Genel Kurulu'nun öneride bulunma yetkisine karşın Güvenlik Konseyi'nin karar alma yetkisi vardır. Meşru müdafaa hâli dışında devletlere bireysel olarak yasaklanmış olan kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere, bu amaçla zorlayıcı tedbirler almaya yetkili tek mercidir. Ancak, karar alması için daimi 5 üyenin (ABD-İngiltere-Fransa-Rusya-Çin) olumsuz oy kullanmaması gerekir. Her bir üyenin veto yetkisi olduğundan, bir üyenin dahi olumsuz oyu, karar çıkmasını önler. Bu husus yoğun eleştirilere neden olmuştur. Örneğin 1950'de Kore olayında, Güvenlik Konseyi'ndeki Sovyet vetosu nedeniyle BM görevini yerine getirememiştir. Ancak, çözüm yine kendi sistemi içinde bulunmuş; Genel Kurul, 3 Kasım 1950 tarihli ve 377 sayılı "Barış İçin Birleşme" kararıyla veto sebebiyle Güvenlik Konseyi görevini yerine getiremediği takdirde, Genel Kurul'un, kuvvet kullanılması da dahil olmak üzere tavsiye kararı alınabileceğini tavsiye etmiştir.
Son örnekte de, ABD'nin Güvenlik Konseyi'nde veto ettiği Kudüs Tasarısı, BM Genel Kurulu'nda kabul edilmiştir.
BM Yönetiminde "veto" sorununun çözümü için yapısal reform acilen harekete geçirilmelidir.
Bu karar, BM'nin rolü ve geleceği konusunu da yeniden gündeme getiriyordu.
Dünyanın acı gerçeklerindendir: Doğal zenginliklerin ve stratejik noktaların "güçlü" devletler arasında paylaşılmasından doğan çekişmelerin zirveye çıkması, büyük savaşlara yol açar. Birinci Dünya Savaşı da, İkinci Dünya Savaşı da böyle başlamıştır.
Milyonlarca insanın ölmesine sebep olan, sağ kalanların da hayatlarını zehir eden savaşlar, bir yandan halklar arasında nefreti körüklerken; diğer yandan da barış özlemlerini güçlendirir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının ardından kurulan iki örgüt, Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler bu özlemlerin eseri sayılabilir. Her iki örgütün kuruluş belgelerinde "dünyada barışı sağlamak" temel amaç olarak belirtilmiştir.
Milletler Cemiyeti, bu amacı gerçekleştirmede yetersiz kalmış, Birinci Dünya Savaşı'ndan çok daha büyük acılara yol açan İkinci Dünya Savaşı'na engel olamamıştır.
İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda kurulan, yani 72 yıldır varlığını sürdüren Birleşmiş Milletler Örgütü'nün, gerek üye sayısı dolayısıyla kapsadığı coğrafi alan, gerek doğrudan ya da, UNESCO, UNICEF, Dünya Besin ve Tarım Örgütü (FAO) ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) gibi çeşitli organları eliyle ilgilendiği konuların çeşitliliği açısından dünyanın en büyük uluslararası örgütü olduğu kuşkusuzdur.
BM'nin hangi amaçlarla kurulduğu, BM Antlaşması'nın (Anayasasının) giriş bölümünde ve ilk iki maddesinde açıklanmıştır. Burada "iyi komşuluk anlayışı içinde, birbiriyle barışık olarak yaşamak", "barış ve güvenliği korumak için güçleri birleştirmek" ve "ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmasına başvurmamak" gibi ilkelere yer verilmiştir.
Birleşmiş Milletler Örgütü'nün bu noktadaki durumu nedir? Zaman zaman eşiğine gelinmiş olsa da, Üçüncü Dünya Savaşı çıkmış değildir. Bunda BM'nin olumlu rol oynadığı inkâr edilemez. Nitekim Genel Kurul'un Kudüs için aldığı karar, şimdilik, Trump'ın dünya savaşına yol açabilecek çılgınlığına gem vurmuş gözüküyor.
Ancak, İkinci Dünya Savaşının sona ermesinden, yani BM Örgütü'nün kurulmasından bu tarafa, dünyanın çeşitli yörelerinde, küçük ve orta çapta savaşlar hep süregelmiştir. BM'nin bu savaşları önlemekte yetersiz kaldığı bir gerçektir.
ABD, Birleşmiş Örgütü'nün kurulmasına öncülük etmiş ve destek olmuştur. Ancak, 2003 yılındaki Irak saldırısı aşamasında, ABD'nin BM'ye açıkça sırtını döndüğü görüldü. ABD, BM Örgütü'nü bazen, kendisine doğrudan destek ağlayan bir şekilde kullanmış ya da Vietnam ve Suriye konusunda hareketsiz kalmasını sağlayarak, bu örgütten dolaylı biçimde yararlanmıştır.
BM Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında esas yetkili organdır. BM Genel Kurulu'nun öneride bulunma yetkisine karşın Güvenlik Konseyi'nin karar alma yetkisi vardır. Meşru müdafaa hâli dışında devletlere bireysel olarak yasaklanmış olan kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere, bu amaçla zorlayıcı tedbirler almaya yetkili tek mercidir. Ancak, karar alması için daimi 5 üyenin (ABD-İngiltere-Fransa-Rusya-Çin) olumsuz oy kullanmaması gerekir. Her bir üyenin veto yetkisi olduğundan, bir üyenin dahi olumsuz oyu, karar çıkmasını önler. Bu husus yoğun eleştirilere neden olmuştur. Örneğin 1950'de Kore olayında, Güvenlik Konseyi'ndeki Sovyet vetosu nedeniyle BM görevini yerine getirememiştir. Ancak, çözüm yine kendi sistemi içinde bulunmuş; Genel Kurul, 3 Kasım 1950 tarihli ve 377 sayılı "Barış İçin Birleşme" kararıyla veto sebebiyle Güvenlik Konseyi görevini yerine getiremediği takdirde, Genel Kurul'un, kuvvet kullanılması da dahil olmak üzere tavsiye kararı alınabileceğini tavsiye etmiştir.
Son örnekte de, ABD'nin Güvenlik Konseyi'nde veto ettiği Kudüs Tasarısı, BM Genel Kurulu'nda kabul edilmiştir.
BM Yönetiminde "veto" sorununun çözümü için yapısal reform acilen harekete geçirilmelidir.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023