Çok gezenler bilirler…
Her yörenin kendine has bir kokusu vardır.
Eskiler "Memleket Kokusu" derlerdi.
Bu sabah bahçede yürürken ıslak toprak ve çimen kokusu anılarımızı süsleyen Hollanda kamplarını, Bolu Aladağlar'da yaptığımız kampları anımsattı.
Hollanda Haarlem'de, kamp yaptığımız alanda, günün erken saatlerinde yürüyüşe çıkar, kamp alanının sessiz ve izciler henüz uykuda iken çiğ damlası ile ıslanmış çadırların yer aldığı 4 bin kişilik alanı seyreder, günün ilk saatlerini karşılardım.
Bolu ile Haarlem kamp alanının havası birbirine benzerdi.
Kamp alanlarında o saatlerde sadece görevli ve nöbetçiler ayakta olur, sabah çayı veya kahvesini içerlerdi. Yemekhane çadırını ziyaret eder; farklı ülkelerden bir araya gelmiş kamp staflarının şakalaşmalarına; güne güzel başlamak adına attıkları kahkahalara eşlik ederdim.
Aylardan Temmuz olmasına rağmen her iki yerde de sabahları serin olur, güneş yüzünü gösterdiğinde buharlaşacak çiğ damlalarını parlatırdı. Bir gece önce yakılmış olan kamp ateşlerinden geriye kalmış birkaç odun parçasının kendine özgü kokusu, büyük alanın üstünde kümelenmiş sis bulutları, kampın içinden geçen su kanallarının kenarlarındaki çiçekler farklı bir dünyanın varlığını müjdelerdi.
Biraz sonra herkes uyanacak, sabah kahvaltısının gürültüsü ortalığı saracaktı. Kızarmış ekmek, erimiş peynir, tavada pişmiş yumurta, haşlanmış sosis ve hatta bonfritten yayılan kokular ortalığı saracaktı
***
Bizim Uludağ'da kamp yaptığımız yıllarda da benzeri kokular olurdu. Şimdi Uludağ'ın yaylalarında o eski kokular kalmadı elbette…
Dereler kuruduğundan beri güller açmıyor, bülbüller de ötmüyor. Çünkü susuz mekana gelmiyorlar.
Karlı kış sabahlarında güneş doğmadan kalkar, kayakları ya da hedikleri takar Sarıalan barakalarının ardında uzanan çamların içine yürür, ağaçlardın silkelenip dökülen karları, kuşların güneşi karşılayan cıvıltılarını dinlerdik.
Temiz havanın ve kar'ın kokusunu içimize çeker; "Yaşam budur, hayat budur" diye düşünürdük. Ruhlarımız tazelenir, içimiz bir sevinçle dolar, dünyayı biraz daha sever, moral bulurduk.
Kirazlıyayla'daki yaz kamplarımızda çamlar yaz günlerinin en sıcak anlarında bile gölgeleri serinletir, tarif edilmez bir koku yayarlardı.
Şimdiki süreci yazmaya bile gerek yok. Her yer, içine ettiğimiz şehirler gibi kokuyor… Miski amber, hacı misi, makine yağı, nargile ve çöp kokusu…
Dağdaki derelerden akan sularda, pınarlarda içilmiyor zaten… Endemik bitkilerde yok olduğu veya yak edildiği için Uludağ'a has kokularda kaybolmuş.
***
Mesela sabahın ilk saatlerinde İstanbul gibi büyük şehirlerin sokakları genellikle çöp kokar. Vazgeçilmezimiz olan Nargile kokar. Alt geçitleri ve kuytuları çiş kokar. Kış günleri soba dumanı kokar…
İngiltere'de Londra'nın sisi meşhurdur. Genellikle kış günleri kömür dumanına karışır. Metan gazı kokar. Fransa'da Paris'i ikiye bölen Seine nehri kıyıları ise batak kokar. Norveç'te Oslo ise deniz kokar, yosun kokar. Kuzeyden esen rüzgar sabah şehrin her köşesine ulaşır. Almanya'da Hamburg'ta her yerden fabrikalara has kokuyu algılarsınız. İtalya'da Roma hiç de öyle aşk falan kokmaz. Egzoz kokar. Venedik'te ekşi elma kokusu vardır. Trieste'ye giderseniz tüm sokaklar şarap ve üzüm kokar.
Kısacası her kentin, her yörenin kendine göre bir kokusu vardır.
Ancak en güzel koku Ankara'da 19 Mayıs törenleri için gittiğimiz Anıtkabir kokusudur.
Gül kokar, Yasemin kokar, En önemlisi Hürriyet kokar…
Kısacası, "ATATÜRK" kokar…
Üzgünüm her şey değişti, kokusu bile değişti!...
Vay be burnun ne koku alırmış, gül kokusunu bilmeyen kanalizasyon işçisinin durumuna düşme sonra!
- Çöp dağları… / 11.04.2025
- Maaşının hırsızı… / 07.04.2025
- Rekabet ve geleceğin partisi olmak… / 05.04.2025
- İlahi adalet… / 04.04.2025
- Sahne… / 02.04.2025
- Sessizlik… / 01.04.2025
- Bayramlık… / 28.03.2025
- Gelecek kaygısı… / 21.03.2025
- VEFA… / 19.03.2025