Türkiye'de son günlerde siyaset öyle bir hale geldi ki, kimin kime rakip olduğu, kimin neye karşı mücadele verdiği birbirine karışmış durumda. Ekrem İmamoğlu'na dönük tutuklama süreci, sadece bir siyasi figürü değil, bir sistemin tüm çarpıklıklarını gözler önüne serdi. Ama asıl mesele, gözden kaçıyor: Hükümetin en büyük rakibi ne İmamoğlu ne de Mansur Yavaş. Bu milletin gerçeği başka bir yerde; mutfağında, cebinde, pazarda, sokakta...
Bir yanda CHP'nin ifadesi ile "İstanbul ittifakı" DEM'in ifadesi ile "Kent uzlaşısı" diye adlandırılan ve halkın da tam olarak anlayamadığı siyasi ittifak. Diğer yandan hükümetin PKK ile yürüttüğü bir siyaset anlayışı… Süreç her ne kadar "Huzur hakkı" veya "Terörsüz Türkiye" adı altında yürütülse de muhatap olarak PKK'yı ve Öcalan'ı kabul edilmektedir. Sürece DEM'in resmen dahil edilmesi, devlet–örgüt arasında aracı rol oynaması, bu kabulü güçlendirmektedir. "Ben yaparım, bana meşrudur ama sen yaparsan gayrimeşrudur" anlayışı, hukuk devleti değil; keyfi yönetim anlayışının bir yansımasıdır. Kavramsal düzlemde farklar olsa da halktan gizli olarak yürütülen sürecin demokratik olmadığını da hatırlatalım.
Bugün sokakta dolaşan insanın kafası karışık. Güvensizlik almış başını gitmiş. Bazıları diyor ki: "Hükümet, kendisine rakip olabilecek kişileri sistem dışına itmeye çalışıyor." Ama buradan açıkça söyleyelim: Hükümetin en büyük rakibi Ekrem İmamoğlu değil, Mansur Yavaş hiç değil. En büyük rakipleri kendi icraatları. En başta da ekonomi. İmamoğlu operasyonunun ardından finansal piyasada yaşanan dalgalanma bile tek başına yeterli. Dolar 42 TL'yi gördü. Türk lirası, yalnızca birkaç günde %14.5 değer kaybetti. Bu paniği engellemek için Merkez Bankası, 8 ila 10 milyar dolar arasında döviz satışı yaptı. 10 milyar dolar! Üstelik bu satış dalgalanmayı dindiremedi bile.
Rakamlar yalan söylemez.
Şubat 2025 itibariyle, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 23.324 TL.
Yoksulluk sınırı ise 75.973 TL.
Peki 2025 asgari ücreti ne kadar? 22.104 TL.
Yani çalışan, maaş aldığı gün açlık sınırının altında kalıyor. Daha zamlı maaş üçüncü kez cebe girmeden, alım gücü buharlaşmış durumda.
Şimdi siz kalkıp siyasi operasyonlar yaparsanız, bu tabloyu değiştirmiş mi oluyorsunuz? Hayır. Tam tersine daha da derinleştiriyorsunuz. Piyasaları tedirgin ediyor, halkın yoksulluğunu görünmez kılıyorsunuz.
Ben yaşadığım bir olayı anlatayım. Genel Başkanımız Hüseyin Baş'la birlikte İzmir'de bir iftara katıldık. Salonda çok farklı kesimlerden, çok sayıda insan vardı. Hoş bir kalabalıktı. Ama ne gördüm biliyor musunuz? Üstü başı düzgün, kılık kıyafeti yerinde hanımefendiler, çantalarından torba çıkarıp yemek toplamaya başladı. Hepsinden biraz biraz... Ve bunu büyük bir utangaçlıkla, bir nezaketle yapıyorlardı. O an sırtımı dönmek zorunda kaldım. Utandım. Çünkü o manzara, bu ülkenin bir fotoğrafıydı: Nezih insanların sessiz çığlığı. Bu insanlar daha dün orta sınıftı. Bugün çöp kutularından yemek seçmeye mahkûm edilmiş haldeler. Yazık değil mi? İktidarın en büyük rakibi budur işte. Ne muhalefet ne belediye başkanları. Açlık ve yoksulluktur esas rakip.
Bugün freni boşalmış, ıslak zeminde kayan bir araç gibi gidiyoruz. Yokuş aşağı, dengesiz ve kontrolsüz. Bu gidişat durmazsa ne seçim kalır ne oy ne de güven. İnsanların elindeki son umutlar da kaybolur. Bu millete daha fazla kıymayın. Siyasi hesaplarınızı değil, halkın sofrasını düşünün. Çünkü açlık, hiçbir iktidarı affetmez.
- Bozduğun kantar seni de tartacak / 23.03.2025
- Adaletin zarfı ve mazrufu: İmamoğlu olayı üzerine bir toplumsal okuma / 22.03.2025
- ABD açıktan İran’ı hedef olarak gösterdi / 20.03.2025
- Dünya ateş çemberinde: Türkiye’nin stratejisi ne olmalı? / 10.03.2025
- Wilson’dan İmralı’ya: Türkiye’yi bölme planı mı devrede? / 04.03.2025
- Oruç, ilahi bir emir ve bilimsel bir şifadır / 03.03.2025
- Yeraltı zenginliklerimiz için millî mücadele zamanıdır / 23.02.2025
- Kızılderililerden Ortadoğu'ya aynı senaryo / 15.02.2025
- Amerika’nın hamleleri küresel gerginliği arttırıyor / 07.02.2025