Birleşmiş Millet Barış Gücü'nün 1988'de Nobel Barış Ödülünü almasından sadece beş yıl sonra, 1993'te BM Gücü'ne bağlı Batılı askerlerin Somalili bir çocuğu ateş üstünde "kızartırken" çekilen fotoğrafları dünya çapında geniş yankılara ve tepkilere neden oldu.
BM güçleri 1995'te Somali'den geri çekilirken barışı sağlama konusunda başarısız olduğu gibi sayısız insan hakları ihlaline de imza attı. Bugünlerde sinemalarda da gösterimde olan orijinal adı "Black Hawk Down" Kara Şahin Düştü filmine de konu olan Somali'de yaşanan korkunç olayların açığa çıkması ile Kofi Annan'ın göreve başlaması denk geliyordu. Bunun üzerine Kofi Annan göreve başlamasından bir yıl sonra yayınladığı ilk raporunda, BM'nin barışı ve insan haklarını korumada aciz kaldığını, özellikle de küreselleşmenin olumsuz yönleri ve dünyadaki çatışmalarla baş edemediğini adeta itiraf etmek zorunda kalmıştı.
Aradan geçen zamana rağmen BM'nin barışı ve insan haklarını koruma yönündeki başarısızlığı katlanarak sürdü. Benzer şekilde, 11 Eylül sonrası yaşananlar ve Afganistan konusu, BM'i ciddi bir şekilde sarstı. Bu ağır sarsıntılardan ilki, BM'in aldığı yanlış kararlarla, diplomatik bir çözüm imkânından çok askeri bir harekâta meşruiyet kazandırdığı yönünde olmuştur. Arkasından BM'in varolma amacını inkâr edecek biçimde, görev alanını ABD ve müttefiklerine bırakması oldu. Afganistan harekatı ve sonrasında yaşananlar artık BM'in var olma misyonunun kalmadığnı göstermesi bakımından son nokta oldu. Üstüne üstlük Afganistan harekâtı sırasında, ABD ve müttefiklerinin keyfi tutumlar takınarak, eli silah tutmayan Müslüman halklarını çoluk çocuk bakmadan ve onlara yardım etmek isteyen sivil konvoylarını bombalaması, BM'nin tamamen tükendiğinin en büyük resmi olarak kabul ediliyor.
Burada BM'in mutlak çökmesi üzerine, uluslararası platformlarda önemli bir kaygı ve haklı bir telaş var: BM'in boşluğunu ahlaksızca doldurmuş gözüken ABD emperyalizmi ve avanesi, sözde terörizme karşı başlattığı mücadelenin niyetini kasıtlı aşarak, dünya coğrafyasında kendine engel ve rakip gördüğü bütün Müslüman halklarının en temel insan hak ve özgürlüklerine "tecavüz" etmekle kendini serbest ilan etmesi olmuştur.
Oysa ne acıdır ki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin hamisi olan BM idi... En son 25 Ağustos 2001'de hazırlanıp, yeniden gözden geçirilmiş hali BM Genel Kurulu'nun 2001'deki 56. oturumunda ABD'lilerce tartışmaya açılan "Uluslararası Terörizm Hakkındaki Kapsamlı Taslak Sözleşmesi" ABD'nin küresel emperyalist egemenliğini sağlamak için hazırladığı bir taslak olması nedeniyle, tam bir skandal niteliğindeydi. Sözleşmede yer alan "terörizm" tanımının aşırı genişliği, Amerika'nın kendi menfaati icabı, kafasına göre istediği devlete pekçok keyfi uygulama için imkân tanıyor çünkü. İfade özgürlüğünün ve örgütlenme hakkının ihlaline yönelik tehditler içeren taslak sözleşme, aynı zamanda işkence, yargısız infaz ve kaybedilme gibi ciddi hak ihlallerine yol açabilecek nitelikteydi. Burada adil yargılanma hakkından da hiçbir emare yok. Sözleşme, kişi ve kurumların kullandıkları yöntemleri desteklemedikleri halde "terörist" organizasyonun genel amaçlarını destekleyen barışcıl bir açıklama yapmaları durumunda dahi, devletlerin dava açarak ceza vermesini mümkün kılıyor idi.
Amerika 11 Eylül saldırılarını fırsat bilerek, bu skandal taslak sözleşmenin yürürlüğe girmesini dahi beklemedi. Ve ABD ve İngiltere olmak üzere pekçok Batılı devlet, uluslararası insan hakları standartlarını hiçe sayarak, sivil hak ve özgürlüklerini ihlal eden ulusal antiterör yasalarının altına imza attılar... Afganistan harekatında ve sonrasında Müslüman halklara utanç verici iğrenç uygulamalar yaptılar. Haksız yere binlerce Müslümanı katlettiler, sorgusuz sualsiz binlerce kişiyi Guatemala'da kurdukları temerküz kamplarına kaçırarak, Nazi temerküz kamplarında dahi uygulanmamış kötü şartlarda, her türlü insanî ve vicdanî hakları hiçe sayacak iğrenç uygulamalar yaptılar ve daha yapacaklar... Örneklerini yakın tarihlerinde vahşi batıda gösterdikleri gibi, kovboyların Kızılderili ve zenci kölelere yaptıkları akıl almaz yargısız infazları şimdi bu Müslüman esirlere reva görecekler. ABD Adalet Bakanlığı, bu zavallıları utanmadan kurduracağı göstermelik mahkemelerde, sözde yargılayıp cezalarını verecek yani doğrudan doğruya katledecek...
Bu arada, fırsattan istifade Ortadoğu'daki ABD'nin tetikçisi ve fitnenin en kanlı çıbanı İsrail, hamisi ABD gibi "terörizmle mücadele" ediyorum bahanesiyle, bugün en iğrenç katliamlarını, haksız işgalini ve iğrenç tecavüzünü yapıyor.. Topyekün Filistin Müslüman halklarını kendi evlerinde, kendi topraklarında kuşatma altına alıyor, sorgusuz sualsiz dövüyor, tecavüz ediyor, evlerini tanklarla yıkıyor ve katlediyor...
Bu iğrenç insanlık ihlallerini, zulümlerini yapanlar, bugün insanlığa karşı suç işlemekle itham edip yargıladıkları Miloseviç ve takımından ne farkları kaldı? Burada insanlık kasabı Şaron olunca ve insanları av hayvanları gibi avlayan İsrailli Yahudi asker olunca acaba Batı'nın vâzettiği "İnsanlığa karşı işlenen suç" kategorisi uygulamaya girmiyor mu?
Bu çifte standarta hiç şaşırmamak gerekir, batılıdan zulümden başka ne beklenebilir? "Siz yamyam mısınız?" başlıklı geçmiş tarihli bir köşe yazımda da altını çizdiğim üzere aslında beyaz adam; enformasyon ağıyla durmadan topladığı her şeyi yeniden devasa endüstriyalizimden, günümüz sanal teknolojisine kadar, kendi yararına göre oluşturduğu simülasyon ekranıda, deyim yerindeyse "ötekileştirdikleri" batılı olmayan ülke ve halklarına hep bu "yamyam" gözlüğüyle bakmış ve muamele etmişlerdir.
BM güçleri 1995'te Somali'den geri çekilirken barışı sağlama konusunda başarısız olduğu gibi sayısız insan hakları ihlaline de imza attı. Bugünlerde sinemalarda da gösterimde olan orijinal adı "Black Hawk Down" Kara Şahin Düştü filmine de konu olan Somali'de yaşanan korkunç olayların açığa çıkması ile Kofi Annan'ın göreve başlaması denk geliyordu. Bunun üzerine Kofi Annan göreve başlamasından bir yıl sonra yayınladığı ilk raporunda, BM'nin barışı ve insan haklarını korumada aciz kaldığını, özellikle de küreselleşmenin olumsuz yönleri ve dünyadaki çatışmalarla baş edemediğini adeta itiraf etmek zorunda kalmıştı.
Aradan geçen zamana rağmen BM'nin barışı ve insan haklarını koruma yönündeki başarısızlığı katlanarak sürdü. Benzer şekilde, 11 Eylül sonrası yaşananlar ve Afganistan konusu, BM'i ciddi bir şekilde sarstı. Bu ağır sarsıntılardan ilki, BM'in aldığı yanlış kararlarla, diplomatik bir çözüm imkânından çok askeri bir harekâta meşruiyet kazandırdığı yönünde olmuştur. Arkasından BM'in varolma amacını inkâr edecek biçimde, görev alanını ABD ve müttefiklerine bırakması oldu. Afganistan harekatı ve sonrasında yaşananlar artık BM'in var olma misyonunun kalmadığnı göstermesi bakımından son nokta oldu. Üstüne üstlük Afganistan harekâtı sırasında, ABD ve müttefiklerinin keyfi tutumlar takınarak, eli silah tutmayan Müslüman halklarını çoluk çocuk bakmadan ve onlara yardım etmek isteyen sivil konvoylarını bombalaması, BM'nin tamamen tükendiğinin en büyük resmi olarak kabul ediliyor.
Burada BM'in mutlak çökmesi üzerine, uluslararası platformlarda önemli bir kaygı ve haklı bir telaş var: BM'in boşluğunu ahlaksızca doldurmuş gözüken ABD emperyalizmi ve avanesi, sözde terörizme karşı başlattığı mücadelenin niyetini kasıtlı aşarak, dünya coğrafyasında kendine engel ve rakip gördüğü bütün Müslüman halklarının en temel insan hak ve özgürlüklerine "tecavüz" etmekle kendini serbest ilan etmesi olmuştur.
Oysa ne acıdır ki İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin hamisi olan BM idi... En son 25 Ağustos 2001'de hazırlanıp, yeniden gözden geçirilmiş hali BM Genel Kurulu'nun 2001'deki 56. oturumunda ABD'lilerce tartışmaya açılan "Uluslararası Terörizm Hakkındaki Kapsamlı Taslak Sözleşmesi" ABD'nin küresel emperyalist egemenliğini sağlamak için hazırladığı bir taslak olması nedeniyle, tam bir skandal niteliğindeydi. Sözleşmede yer alan "terörizm" tanımının aşırı genişliği, Amerika'nın kendi menfaati icabı, kafasına göre istediği devlete pekçok keyfi uygulama için imkân tanıyor çünkü. İfade özgürlüğünün ve örgütlenme hakkının ihlaline yönelik tehditler içeren taslak sözleşme, aynı zamanda işkence, yargısız infaz ve kaybedilme gibi ciddi hak ihlallerine yol açabilecek nitelikteydi. Burada adil yargılanma hakkından da hiçbir emare yok. Sözleşme, kişi ve kurumların kullandıkları yöntemleri desteklemedikleri halde "terörist" organizasyonun genel amaçlarını destekleyen barışcıl bir açıklama yapmaları durumunda dahi, devletlerin dava açarak ceza vermesini mümkün kılıyor idi.
Amerika 11 Eylül saldırılarını fırsat bilerek, bu skandal taslak sözleşmenin yürürlüğe girmesini dahi beklemedi. Ve ABD ve İngiltere olmak üzere pekçok Batılı devlet, uluslararası insan hakları standartlarını hiçe sayarak, sivil hak ve özgürlüklerini ihlal eden ulusal antiterör yasalarının altına imza attılar... Afganistan harekatında ve sonrasında Müslüman halklara utanç verici iğrenç uygulamalar yaptılar. Haksız yere binlerce Müslümanı katlettiler, sorgusuz sualsiz binlerce kişiyi Guatemala'da kurdukları temerküz kamplarına kaçırarak, Nazi temerküz kamplarında dahi uygulanmamış kötü şartlarda, her türlü insanî ve vicdanî hakları hiçe sayacak iğrenç uygulamalar yaptılar ve daha yapacaklar... Örneklerini yakın tarihlerinde vahşi batıda gösterdikleri gibi, kovboyların Kızılderili ve zenci kölelere yaptıkları akıl almaz yargısız infazları şimdi bu Müslüman esirlere reva görecekler. ABD Adalet Bakanlığı, bu zavallıları utanmadan kurduracağı göstermelik mahkemelerde, sözde yargılayıp cezalarını verecek yani doğrudan doğruya katledecek...
Bu arada, fırsattan istifade Ortadoğu'daki ABD'nin tetikçisi ve fitnenin en kanlı çıbanı İsrail, hamisi ABD gibi "terörizmle mücadele" ediyorum bahanesiyle, bugün en iğrenç katliamlarını, haksız işgalini ve iğrenç tecavüzünü yapıyor.. Topyekün Filistin Müslüman halklarını kendi evlerinde, kendi topraklarında kuşatma altına alıyor, sorgusuz sualsiz dövüyor, tecavüz ediyor, evlerini tanklarla yıkıyor ve katlediyor...
Bu iğrenç insanlık ihlallerini, zulümlerini yapanlar, bugün insanlığa karşı suç işlemekle itham edip yargıladıkları Miloseviç ve takımından ne farkları kaldı? Burada insanlık kasabı Şaron olunca ve insanları av hayvanları gibi avlayan İsrailli Yahudi asker olunca acaba Batı'nın vâzettiği "İnsanlığa karşı işlenen suç" kategorisi uygulamaya girmiyor mu?
Bu çifte standarta hiç şaşırmamak gerekir, batılıdan zulümden başka ne beklenebilir? "Siz yamyam mısınız?" başlıklı geçmiş tarihli bir köşe yazımda da altını çizdiğim üzere aslında beyaz adam; enformasyon ağıyla durmadan topladığı her şeyi yeniden devasa endüstriyalizimden, günümüz sanal teknolojisine kadar, kendi yararına göre oluşturduğu simülasyon ekranıda, deyim yerindeyse "ötekileştirdikleri" batılı olmayan ülke ve halklarına hep bu "yamyam" gözlüğüyle bakmış ve muamele etmişlerdir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Adnan Ulutaş / diğer yazıları
- Bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? / 23.07.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002
- Demokrasi kabusu / 17.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-II / 12.07.2002
- Avrupalılaşmanın neresindeyiz'-I / 11.07.2002
- Hangi zaman? / 10.07.2002
- Hangi ruh? / 09.07.2002
- Zulmün hukuku olmaz / 03.07.2002
- Batının ahlâksız hayatı! / 25.06.2002
- Avrupalaşma ihaneti / 19.06.2002
- Alçaklığın adı hukuk oldu! / 16.05.2002