Bazı medya kuruluşları tarafından "İslami Sosyete" teriminin nitelendirilmesi burjuvacılığı kendilerine yakıştırmayan hakiki Müslümanları rahatsız etmekte, incitmektedir. Zira İslam'da üst sınıf, alt sınıf, sosyetik Müslüman, gayri sosyetik Müslüman tanımlaması yoktur. İslam'da asıl olan Müslüman'dır, hem de örnek Müslüman…
Müslümanların sahip oldukları mal, mülk, zenginlik elbette kınanacak bir durum olamaz. Mal-mülkün maliki Allah'tır ve dilediğine bunu verir. Müslüman bir insan dünyayı, malı ve mülkü amaç edinmediği ve İslami kavramlarda şanına göre yaşadığı müddetçe bunun sakıncası olmaz. Hz. Süleyman (a.s.) gibi bazı peygamberlerin saltanat ve servetleri tüm inananlar tarafından bilinmektedir. Ancak onca servet ve devlet sahibi olan ilahi zatlar yaşam biçimlerini toplum dengelerini göz önünde bulundurarak şekillendiriyorlardı.
Burjuvacılığı göz önünde bulundurduğumuz durumda insanın bu kesime şunları diyesi geliyor: "Komşusu açken, tok yatan bizden değildir." diyebilecek kadar duyarlı ve hasırda uyuyacak kadar mütevazı bir peygamberi olan bu insanların, israfın tavan yaptığı şaşaalı iftarlarda, lüks ve çok pahalı otellerde tatillerde, marka saatler kollarında iken ya da bir İtalyan restaurantına bin lira hesap öderken, sorumsuzca har vurup harman savururken, 'Somali'de, Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da, hatta çok uzağa gitmeye gerek yok, ülkemizde yanı başında aç yatan, acılar çeken insanların, vebalinin üzerlerinde olduğu hatırlarına geliyor mudur acaba? Dünyaca ünlü modacıların tasarım kıyafetleriyle boy gösterisi yaparken, Irak'ta tecavüze uğrayıp kendini yakan kefensiz kadınların haberleri vicdanlarına sızı veriyor mudur acaba??Sözün kısası maddeye bürünmüş olan bu tür Müslümanlar taşıdıkları Müslüman sıfatına layık olmak adına, hayatlarına çeki düzen vermelidirler. Çünkü Müslümanlar, sosyal sorumluluk sahibi olmak, yaşadığı topluma ve dünyaya karşı duyarlı olmak zorundadırlar. Aksini iddia edenler, özde değil, sözde Müslümanlardan olduğunu kabul ettiğini bilmelidir.
Bu konuda son sözü Hz. İmam Ali (a.s.) söylesin. Basra valisi olan Osman b. Huneyf-i Ensari'ye yazmış olduğu bir mektupta şöyle buyuruyor;
"Ey İbn-i Huneyf! Basra eşrafından birinin seni ziyafete çağırdığını, oraya koşarak gittiğini, çeşit çeşit yemeklerin, kocaman kocaman kâselerin sana sunulduğunu öğrendim. Oysa yoksullarının (çağrılmayıp) kovulduğu, zenginlerin davet edildiği bir davete icabet edeceğini sanmıyordum. Çiğnediğin lokmaya bir bak; (helal-haram açısından) şüpheli olursa onu ağzından at; tam anlamıyla pak olduğunu bilirsen birazcık ye.
Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla ışıklandığı bir imamı vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeğiyle yetinmektedir. Elbette buna güç yetiremeyeceğinizi bilin. Ama takva ve ibadet telaşı ile temiz ve iffetli olmaya çalışarak bana yardım edin. Allah'a and olsun ki ben, bu dünyanızda ne bir altın, ne de gümüş külçeleri yığdım; ne ganimetlerden mal biriktirdim, ne üzerime yırtılmış elbisemden başka bir elbise aldım, ne de dünyada bir karış toprağa sahip oldum. Ancak geçinmeme yetecek kadar yiyecek aldım. Gerçekten dünya, benim gözümde acı bir pelitten daha değersiz, daha bayağıdır.
…Yarın bu nefsin konağı mezardır. Onun karanlığında işleri kaybolur, haberi yok olur. Mezarcı onu geniş kazsa veya elleriyle genişletse bile taş, kerpiç düşer, arayı doldurur, toprak birikir, daracık hale gelir. Büyük korku gününde güvene erişebilmem, sıratta ayağımı sabit kılabilmem için nefsimi şimdiden takva ile meşakkate alıştırmalıyım. Eğer isteseydim balın safını, buğdayın halisini yemeye, ipek elbise giyinmeye yol bulabilirdim. Fakat heyhat! Hicaz'da veya Yemame'de bir ekmek bile bulamayan, tokluk, doyumluk denen şeye ulaşmayan nice yoksullar varken, nefsimin beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeye götürmesi nasıl mümkün olabilir! Çevremde aç karınlar, susuzluktan yanmış ciğerler varken geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim!
Ben şairin dediği duruma nasıl düşebilirim:
Çevrende tabaklanmış deriye hasret olanlar,
Ciğeri yanmışlar varken;
Karnı tok olarak yatman,
Sana dert olarak yeter!"
Evet, ey azizler! Bir Müslüman, şairin dediği gibi yaşarsa, burjuva takılırsa bu dert ona yeter aslında…
Müslümanların sahip oldukları mal, mülk, zenginlik elbette kınanacak bir durum olamaz. Mal-mülkün maliki Allah'tır ve dilediğine bunu verir. Müslüman bir insan dünyayı, malı ve mülkü amaç edinmediği ve İslami kavramlarda şanına göre yaşadığı müddetçe bunun sakıncası olmaz. Hz. Süleyman (a.s.) gibi bazı peygamberlerin saltanat ve servetleri tüm inananlar tarafından bilinmektedir. Ancak onca servet ve devlet sahibi olan ilahi zatlar yaşam biçimlerini toplum dengelerini göz önünde bulundurarak şekillendiriyorlardı.
Burjuvacılığı göz önünde bulundurduğumuz durumda insanın bu kesime şunları diyesi geliyor: "Komşusu açken, tok yatan bizden değildir." diyebilecek kadar duyarlı ve hasırda uyuyacak kadar mütevazı bir peygamberi olan bu insanların, israfın tavan yaptığı şaşaalı iftarlarda, lüks ve çok pahalı otellerde tatillerde, marka saatler kollarında iken ya da bir İtalyan restaurantına bin lira hesap öderken, sorumsuzca har vurup harman savururken, 'Somali'de, Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da, hatta çok uzağa gitmeye gerek yok, ülkemizde yanı başında aç yatan, acılar çeken insanların, vebalinin üzerlerinde olduğu hatırlarına geliyor mudur acaba? Dünyaca ünlü modacıların tasarım kıyafetleriyle boy gösterisi yaparken, Irak'ta tecavüze uğrayıp kendini yakan kefensiz kadınların haberleri vicdanlarına sızı veriyor mudur acaba??Sözün kısası maddeye bürünmüş olan bu tür Müslümanlar taşıdıkları Müslüman sıfatına layık olmak adına, hayatlarına çeki düzen vermelidirler. Çünkü Müslümanlar, sosyal sorumluluk sahibi olmak, yaşadığı topluma ve dünyaya karşı duyarlı olmak zorundadırlar. Aksini iddia edenler, özde değil, sözde Müslümanlardan olduğunu kabul ettiğini bilmelidir.
Bu konuda son sözü Hz. İmam Ali (a.s.) söylesin. Basra valisi olan Osman b. Huneyf-i Ensari'ye yazmış olduğu bir mektupta şöyle buyuruyor;
"Ey İbn-i Huneyf! Basra eşrafından birinin seni ziyafete çağırdığını, oraya koşarak gittiğini, çeşit çeşit yemeklerin, kocaman kocaman kâselerin sana sunulduğunu öğrendim. Oysa yoksullarının (çağrılmayıp) kovulduğu, zenginlerin davet edildiği bir davete icabet edeceğini sanmıyordum. Çiğnediğin lokmaya bir bak; (helal-haram açısından) şüpheli olursa onu ağzından at; tam anlamıyla pak olduğunu bilirsen birazcık ye.
Bil ki her kişinin uyduğu, yolundan gittiği, ilminin nuruyla ışıklandığı bir imamı vardır. Yine bil ki sizin imamınız, dünyasında eskimiş bir elbise ve iki lokma ekmeğiyle yetinmektedir. Elbette buna güç yetiremeyeceğinizi bilin. Ama takva ve ibadet telaşı ile temiz ve iffetli olmaya çalışarak bana yardım edin. Allah'a and olsun ki ben, bu dünyanızda ne bir altın, ne de gümüş külçeleri yığdım; ne ganimetlerden mal biriktirdim, ne üzerime yırtılmış elbisemden başka bir elbise aldım, ne de dünyada bir karış toprağa sahip oldum. Ancak geçinmeme yetecek kadar yiyecek aldım. Gerçekten dünya, benim gözümde acı bir pelitten daha değersiz, daha bayağıdır.
…Yarın bu nefsin konağı mezardır. Onun karanlığında işleri kaybolur, haberi yok olur. Mezarcı onu geniş kazsa veya elleriyle genişletse bile taş, kerpiç düşer, arayı doldurur, toprak birikir, daracık hale gelir. Büyük korku gününde güvene erişebilmem, sıratta ayağımı sabit kılabilmem için nefsimi şimdiden takva ile meşakkate alıştırmalıyım. Eğer isteseydim balın safını, buğdayın halisini yemeye, ipek elbise giyinmeye yol bulabilirdim. Fakat heyhat! Hicaz'da veya Yemame'de bir ekmek bile bulamayan, tokluk, doyumluk denen şeye ulaşmayan nice yoksullar varken, nefsimin beni yenmesi, lezzetli yemekler yemeye götürmesi nasıl mümkün olabilir! Çevremde aç karınlar, susuzluktan yanmış ciğerler varken geceyi nasıl tok olarak geçirebilirim!
Ben şairin dediği duruma nasıl düşebilirim:
Çevrende tabaklanmış deriye hasret olanlar,
Ciğeri yanmışlar varken;
Karnı tok olarak yatman,
Sana dert olarak yeter!"
Evet, ey azizler! Bir Müslüman, şairin dediği gibi yaşarsa, burjuva takılırsa bu dert ona yeter aslında…
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehdi Aksu / diğer yazıları
- Eleştiri nedir ve nasıl olmalıdır? / 03.12.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012
- Maruf’a davet terk edilince değerler yozlaşır / 02.12.2012
- Hayırlı ümmetin önemli özelliği / 28.11.2012
- Marufa davet etmenin yöntemleri / 27.11.2012
- Marufa emretme ve münkerden nehyetme / 25.11.2012
- Bu mudur Ehl-i Beyt sevgisi / 22.11.2012
- İmam Hüseyin ve sünnet kavramı / 21.11.2012
- Muharrem aylarında genelde konuşulmayanlar / 20.11.2012
- İmam Hüseyin’i anlayabildik mi? / 19.11.2012
- Sönmeyen ebedi aşkın Hüseyin / 17.11.2012