Türkiye dış politikası, son bir iki yılda birbirinin zıddı olan bir kutuptan ötekisine savrulmuştur. Bilindiği gibi Hükümet daha önce başta Suriye olmak üzere komşularımızla "sıfır sorun politikası"nı hayata geçirmişti. Fakat sonradan anlaşılmaz bir şekilde bu politikayı terk ederek tabir caizse "yüzde yüz sorun politikasına" yöneldi. Şu anda nerede ise Batılı sömürgecilerin ve İsrail'in hatırı için SURİYE ile savaşma noktasına gelmiş durumdayız. Batılı bazı yönetici ve medya kuruluşları, Türkiye'nin son Suriye politikasına övgüler yaptıklarına göre Türkiye, kendi çıkarları açısından doğru bir yolda değil demektir.Öte yandan Türkiye "Füze Kalkanı Proje"sinin Türkiye'ye kurulmasını kabul ederek kendi güvenliğini tehlikeye atmıştır. Çünkü bu projenin İran'a karşı olduğunu hemen herkes bilmektedir. Nitekim füzelerin hedefinin İran olduğunu bu günlerde ABD'li bir yetkili açıklamıştır. İsrail'in İran'a saldırması durumunda İran buna karşılık verdiğinde bu füzeler otomatik olarak devreye girerek İran'ı vuracaktır. İran ise kendisini vuran füze kalkanını hedef alacaktır. Böylece Türkiye-İran savaşı başlayacaktır. Hükümet yetkilileri, Türkiye'nin böyle bir kalkana Türkiye'nin ihtiyacı olduğunu söylediler. Öyleyse Türkiye kontrolü kendisinde olacak bir kalkanı kendisi niçin kurmaz veya kurumaz?Bütün bunlara rağmen ülkedeki muhalefet partileri, aydınlar, üniversite hocaları, sözde sivil toplum kuruluşları ile liberal, laik, milliyetçi ve dindar Müslüman görüş veya inançta olan vatandaşlar, hiçbir şey olmamış gibi gönül rahatlığı içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Hâlbuki beğenmediğimiz Çekoslovakya, Macaristan gibi demir perdeden yeni kurtulmuş ülkelerin halkları, büyük tepki vererek bu kalkanın ülkelerine kurulmasını engellemişlerdir. Türkiye bu şekilde tepkisiz bir toplum haline nasıl geldi veya tepki verse bile sonucun değişmeyeceği ortam nasıl yaratıldı? Daha önce büyük ölçüde parti delegeleri tarafından seçilen milletvekili adayları, 12 Eylül 1980 Darbesi yöneticilerinin çıkardığı partiler ve seçim kanunları ile liderler tarafından atanmaya başlanmıştır. Bakanlar zaten öteden beri Başbakan tarafından göreve getirilmekte idi. Böylece yasama ile yürütme, tamamen birbirinden ayrılamaz şekilde birleşmiştir. 12 Eylül 2010'daki Anayasa Değişikliği Referandumundan sonra yargı da tamamen Hükümetin kontrolüne geçmiştir. Böylece normal bir demokrasinin olmazsa olmazı olan yasama, yürütme ve yargı tek kişinin kontrolüne geçmiştir. Eski yazılarda da konu ettiğimiz gibi dünyanın hemen hiçbir demokratik ülkesinde görülmeyen şekilde Başbakan ağır bir yükün altına sokulmuştur. İktidar partisinden milletvekili seçilen Anayasa proflarının bile bu durumu normal kabul edebilmesi oldukça düşündürücüdür. Onların mantığı şöyle olsa gerektir. Daha önce adalet büyük ölçüde CHP ve o zihniyetteki insanların denetiminde idi. Bu AKP zihniyetinin denetimine geçmişse ne olmuş? Çünkü Sayın Başbakan bir konuşmasında şu sözleri sarf etmişti: "Hakimler bizim anamızı ağlattılar" Peki bir yanlış başka bir yanlışla düzeltilebilir mi? Oysa eğer hukuk devleti olmak istiyorsak adalet mekanizmasının tarafsız olup sıradan vatandaştan devletin tepesindeki adama kadar suç işleyen herkesi, korkmadan yargılayarak mahkum edebilmelidir. Yine yargı ülkenin lehine olmayan icraatları iptal edebilmelidir. Bu şartlarda bu mümkün müdür? Daha öncede konu ettiğimiz gibi gerçek anlamda güçler ayrılığı (yasama, yürütme, yargı) olsaydı, bir dış baskı geldiğinde, ülkenin başbakanı veya Cumhurbaşkanı "ben bunu meclise, bakanlar kuruluna veya yargıya kabul ettiremem", diyerek kendisini bu baskıdan kurtarabilirdi. Peki, şimdi bunları söyleyebilir mi? Bu durumda yetkili saygıdeğer kişi, ya hayır diyerek kendisini feda edecek ya da kendisini kurtarmak için ülkenin bütününü ateşe atmak zorunda kalacaktır. Biz bunun farkındayız da iktidar partisi içinde hukukçu ve hatta bu alanda profluk unvanına sahip olan kişilerin bunları düşünememeleri mümkün müdür? O halde yetkili kişi veya kişileri niçin uyarmazlar? Eğer bunu düşünemiyorlarsa aldıkları eğitim ve taşıdıkları unvanlar boşunadır. Ya da geçici basit çıkarları için ülkenin bir felakete sürüklenmesine sessiz ve seyirci kalmaktadırlar. Eğer böyle ise bunun vebali çok büyüktür.Diğer üzücü bir durum da Hükümetin görevlendirdiği bir yetkilinin Oslo'da ABD elçisinin başkanlığında PKK'lı yetkililerle görüştüğünün medyaya yansımasıdır. Görüşme, eğer sonuç alınabiliyorsa normaldir, doğaldır. Fakat bugüne kadar olumlu bir sonuca ulaşıldığına şahit olmadık. Burada dikkati çeken husus, Hükümet yetkilisinin PKK temsilcisine "Büyük şehirlerde patlayıcı depoladığınızı biliyoruz. Ayrıca o bölgede görevli olan ve sizin karşı olduğunuz yetkilileri görevden almadık mı?" gibi sözleri dehşet vericidir. Bu zihniyetle terörle mücadele edilebilir mi? Ayrıca PKK'nın Çukurca'da bir tugaya saldırarak 24 askerin şehit olmasına ve çok sayıda askerin yaralanmasına sebep olduktan sonra mütareke medyası halkın gazını almak için Türk ordusunun Kuzey Irak'a girerek PKK ile savaştığını söyledi veya yazdı. Sonradan bütün bunların doğru olmadığı bizzat Genelkurmay ve Hükümet tarafından açıklandı. Demek ki, mütareke medyasının verdiği haberlerin %99'u yalan, %1'si şüphelidir. Şu halde Batı'nın ve İsrail'in çıkarları için Suriye ve İran'la savaşa girme olasılığı ve PKK'nın Kuzey Irak'tan Türkiye'ye girerek askerleri öldürdükten sonra yine aynı yere geçmeleri ve Türkiye'nin bunlara bir şey yapamıyor olması, yetkili kişi veya kişilerin emperyalistlerin ağır baskısı altında olduklarını göstermez mi? Aslında aklı başında ve olayları fark edebilme yeteneğine sahip olan herkesin görebileceği gibi bu durumların hazırlığına 2002 yılında üçlü koalisyon hükümetinin düşürülmesi ile başlanmış ve adım adım bugünlere gelinmiştir.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023