Bugün toplumumuzun bilgi konusunda yaşadığı en temel sorun, neyi bildiğini ve neyi bilmediğini bilmemesidir.
Neyi bildiğini bilen insan, neyi bilmediğinin de farkında olarak eksik bilgilerini gidermek yolunu tercih edecektir ki bu sayede 'bilme açlığını' asla doyuramayacak olmasına rağmen sürekli olarak bilgisini genişletebilir. Ayrıca neyi bildiğini bilen insan, bilgisini eleştirerek, doğrusunu ve yanlışını ayıklama kabiliyetine sahip olacaktır. Bu sayede kendisini hataya düşmekten ve yanlış yolda körü körüne gitmekten koruyabilir.
Neyi bildiğini bilmeyen insan, haliyle neyi bilmediğini de bilemeyecek, bu sebeple her şeyi bildiğini sanarak "cahil" kelimesinin kanlı canlı temsilcisi olacaktır. Einstein da "Cehalet ne güzel şey, her şeyi biliyorsun" sözüyle bu noktaya parmak basmıştır.
Türk milletinin son yüzyıllarda yaşadığı ve günümüzde hâlâ daha yaşamakta olduğu sıkıntıların temelinde esasen bu cehalet vardır. 15 Temmuz'da kendilerine sahte cennet vaat etmiş bir şarlatanın talimatıyla devletine silah çekmekten çekinmeyenlerin de, Osmanlı zamanında gerçekleştirilmeye çalışılan atılımların karşısında durup can almaktan çekinmeyenlerin de esas hastalığı bu cehaletti. Ancak cehaletin ne dini, ne ırkı, ne de bir siyasi görüşü olmadığı için her tür yaşanmışlığa rağmen toplumumuz nezdinde hâlâ dipdiridir ve pek çok felakete gebedir.
Bu cehalet, sadece millette değil devlet yönetiminde söz sahibi olanlarda da vardır. Mesela Rusya, Baltık'taki donanmasını Akdeniz'e yollayıp Osmanlı donanmasını yaktığında Osmanlı siyasetçileri son derece şaşırmışlar ve Avrupalıları Rusya lehine Avrupa'nın ortasından bir kanal açmakla suçlamışlardı. Çünkü Cebelitarık'ta bir boğaz olduğundan haberleri olamayacak derecede cahillerdi ve bu onlara pahalıya patladı.
Kurtuluş Savaşı'nın arkasından kurulan Cumhuriyetin devraldığı harabe içerisinde de en temel problem işte bu cehaletti. Özellikle Anadolu, adeta taş devrinde yaşamaktaydı. Osmanlı, başını sadece isyanlarla ağrıtmış olan bu coğrafyayı cehalete mahkûm ederek cezalandırmıştı.
Şimdi ise elde avuçta kalan tek coğrafya bu çorak Anadolu'ydu. Anadolu insanı cahil olduğu kadar fakirdi de. Açlık ve yokluk o derecedeydi ki insanlar yiyecek kıtlığından perişan olmuştu. Hastalıkların bin bir türlüsü baştan sona bu coğrafyada kol gezmekteydi. Ayrıca genç Cumhuriyetin elinde buralara yetirebileceği sayıda ne yetişmiş doktoru ne de öğretmeni vardı. Hatta bu hayati mesleklerin erbaplarını yetiştirmeye yetecek kadar bile alanının uzmanı insan yoktu. Uzman denebileceklerin çoğu da bilim diye hurafelere tutulmuş bir vaziyetteydi.
Üstüne üstlük insanlar köylerde yaşıyordu ve o köylerin merkezle irtibatları yok denecek kadar zayıftı. O sebeple bir hoca, bir doktor buralara gönderilse bile onun da dünyayla irtibatını koparacak derece koca bir kara delikti Anadolu.
Genç Cumhuriyete düşman olarak cehalet yetmezmiş gibi bir de bu imkânsızlıklarla mücadele etmesi gerekiyordu. İşte Atatürk bu noktada esas savaşın şimdi başladığını ilan ederek hedefini "aklı hür fikri hür" bir Türk nesli yetiştirmek olarak koymuştu.
Aklı hür olan insan neyi bilmediğini bilecek ve eksiklerini gidermek için çaba gösterecektir. Aynı zamanda fikri hür olacak ve bildiklerinin de kölesi olmayıp sürekli yeni keşiflere imza atacaktır. Yüzlerce yıldır süregelen cehalet, ebediyete böyle defnedilecektir ve işte ancak o zaman Atatürk'ün tarif ettiği "muasır medeniyetlerin üzerinde" bir Türkiye inşa edilebilecektir.
Ancak günümüzde hâlâ cehaletin pençesinden kurtulamadığımızı görüyoruz ve bu durum artık başımıza gelenlerin kötü yönetimlerden değil de kötü kaderden olduğuna inanmak noktasına bizleri getirmiştir. Oysa "aptallık" der Einstein, "aynı şeyleri tekrar tekrar yaparak farklı sonuçlar elde edeceğini sanmaktır."
1938'den beri aynı madalyonun iki farklı yüzü olan ve hiçbir gelecek vaat etmeyen ilericilerin ve gericilerin ellerinde ülke iki uçtan esnetilmiş ve yıpratılmıştır.
Her bir yeni çekiştirmede, iktidarın birinin elinden diğerine her geçişinde uygarlık yolculuğunda tepetaklak seyrimiz durmaksızın hızlanmıştır. Bu seyri tersine çevirmek ve Türk milletini hak ettiği noktaya taşımak ise bizlerin kader addettiği bu gidişata silleyi vurmamızdan geçiyor.
Cumhuriyet, bunun ilk teşebbüsüydü ve şimdi bizler de yeni bir Kurtuluş Savaşı'na mecbur kalmadan Cumhuriyetin en önemli kazanımı olan demokrasi ile bunu tekrardan başarabiliriz.
Yaşadığımız sıkıntıların esas sebebi olan mevcut ekonomik, pedagojik, sosyolojik vs. her açıdan bozuk olan sistemi idarede – sistemin başarısızlığından dolayı – başarısız olacak yeni bir kurban seçmekten ziyade; "Yeni bir sistem lazım" diyen ve Atatürk'ün karakterini kendisine ölçü edinmiş, Bağımsız Türkiye Partisi'nin genç Genel Başkan'ı Hüseyin Baş'a kulak vermeliyiz.
Yoksa tercihlerimizin sonucunda arabesk değil sela dinleyeceğiz.
- Ezbere olmaz / 25.10.2022
- Türk milletini hak ettiği noktaya taşımak / 19.09.2021
- İlginç Cuma hutbesi / 13.06.2018
- Bu yalana artık kimse kanmaz / 10.04.2018
- İnsanlığın baharı / 04.04.2018