Deniz Gezmiş, kendisini Komünist olarak tanımlayan birisiydi. Ama aynı zamanda kendisini bir Atatürkçü olarak da tanımlamaktaydı.
Gerek felsefi gerek tarihsel bir şekilde olaya yaklaşıldığında Atatürkçülük ile Komünizm'in birbirine ters iki görüş olduğu rahatlıkla söylenebilir. Tek ortak noktaları ise Batı Emperyalizmine karşı duruşlarıdır. Zaten Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Lenin'i Türkiye'nin de ilerde Komünist bir ülke olabileceği yönünde bu şekilde umutlandırmış ve o umudu kullanarak ondan savaş için gerekli yardımları temin etmiştir. Sonrasında ise Savaş kazanılınca Komünizmi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için zararlı bir ideoloji olarak tanımlayarak Lenin'in umutlarını boşa çıkarmıştır ve bağımsızlık adına son derece başarılı bir politika sergilemiştir. Zaten daha sonra Sovyetler Birliği, Atatürkçülüğün karşı durduğu emperyalizmin Doğulu bir şekline bürünerek kabulü mümkün olmayan bir hal alacaktır. Komünistler açısından da Atatürk, proletarya için mücadele etmediğinden bir burjuva devrimcisidir. Son tahlilde, nereden bakarsanız bakın bu iki düşünce birbirleriyle çelişir. Ancak Deniz Gezmiş'te bu iki düşüncenin bir şekilde birlikte var olduğuna şahit oluyoruz.
Komünizm'in gerek tarihsel gerek felsefi olarak savunulacak bir tarafı yoktur. Zaten bir model olmaktan ziyade bir tarihsel zorunluluk olan Komünizm, hiçbir zaman gerçekleşmeyerek kendi içinde çürümüştür. Deniz Gezmiş'in ise bu ideolojiye olan bağlılığını gençliğinin ve çevresinin etkisinin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekir. Ama aynı zamanda ondaki Atatürkçü yön, ondaki Komünist yönün bir panzehiri olarak kendini muhafaza eder. Adeta Emperyalizm karşıtlığında buluşan iki görüşten Komünizm'in zararlı etkilerini Atatürkçülük ondan esirger ve Atatürkçülüğünü koruduğu müddetçe Deniz Gezmiş, bizler için kıymetli bir mücadele adamı olarak var olur. Onun bağımsızlığa olan aşkı, Atatürk'ün "karakterimdir" dediği şekliyle onda vardır ve bu yolda canını vermekten çekinmemiştir. Ancak her güç mücadelede, karşında sana zarar vermek isteyen ve bu yolda seni itibarsızlaştırmak için uğraşanlar olur. Bu şekilde ortaya konan mücadeleye ket vurmak isterler. Deniz Gezmiş ve arkadaşları görünürde kaybettikleri mücadelelerinden dolayı bundan fazlasıyla nasiplerini almışlar ve ölümlerinden sonra yaşayan hatıraları, bu şekilde yok edilmeye çalışılmıştır.
Günümüze geldiğimizde ise "Kendimi Deniz Gezmiş gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığına adıyorum" diyerek BTP'nin Genel Başkanlığı'na oturan Hüseyin Baş için son günlerde ciddi bir yıpratma ve karalama kampanyasını görüyoruz. Aynı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına yapıldığı gibi. En çok yüklendikleri iddia ise "tarikat" olup olmadıklarına dair.
Olmayan bir şeyin var olmadığını ispatlamak zordur. Hatta bir fıkrada, felsefe dersinde hoca "Bana bu sandalyenin olmadığını ispatlayın" diye sormuş, bir öğrenci de tüm uzun değerlendirmeleri bir kenara bırakarak "Hangi sandalye?" diye cevap vermiştir. Ancak işin felsefi değerlendirmesini de yapmak gerekir elbet.
Bu iddiaya cevap vermek bağlamında ortaya konabilecek en basit iddia, bir oluşumun tarikat olup da AKP zamanında altın çağını yaşamamış olma çelişkisidir. AKP iktidarı tarikatlara olan ilgisini hiçbir zaman gizleme ihtiyacı hissetmemiştir ve tarikatlarla birlikte mutlu mesut 20 yıl geçirmişlerdir. Madem bir tarikat vardı ortada da neden BTP'liler bu altın çağdan nasibini almadı sorusu karşımıza çıkar.
Buna karşı olarak AKP ile kavgalı bir tarikat olduğu söylenebilir. İşte o noktada Atatürkçülüğün panzehir oluşu devreye giriyor. Atatürk, tarikatlara ve onların Anadolu içinde kurdukları biata dayalı ilkel sisteme sonuna kadar karşıydı ve onların düzenlerini yıkıp devletin iktidarını o insanlara da götürerek onları ileri taşıyabilmek için çok yüksek gayret göstermiştir. Atatürkçü olduğunu iddia eden bir partinin buna tutunduğu müddetçe tarikat olması değil, tarikatçı olması dahi mümkün değildir.
Buna karşı olarak ise Atatürkçülüğü siyasi bir menfaat aracı olarak kullandığı söylenebilir. Oysa bu, buna başvuran bir tarikat için çok riskli bir kumar olur. Çünkü istemeden gerçek Atatürkçülüğü diriltirseniz kendi sonunuzu hazırlamış olursunuz. Atatürkçülük ile tarikatçılığın zıtlığı kendini burada gene gösteriyor. Üstelik Atatürkçülük iddiasının bir yalan olduğunu söyleyenlerin karşısına, yalan söyleyecek kadar gözünü karartmış birinin menfaatini dincilikten değil de Atatürkçülükten elde etmeye çalışması saçmalığı çıkar.
Kabul etmek gerekir ki Türk milleti çoğunluğu muhafazakâr bir millet ve Atatürk'ü sevse de kendini Kemalist olarak tanımlayan yönetimlerden baskı gördüğü gerekçesiyle o tarafa içten içe soğuk duruyor. Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu bile bu önyargıyı yıkmak maksadıyla helalleşme serüvenine çıktı, oyu CHP'ye kıyasla çok daha düşük bir partinin ise menfaatini Atatürkçülükte aradığını iddia etmek bu sebeple bir hayli komiktir.
Ancak bir tarikatçı partinin Atatürkçülükle var olabilmesi, Atatürk adını söylemeyi çok kısık tutmasıyla mümkün gibi gözüküyor. Bu noktada da BTP Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın aracılar yoluyla Saadet Partisi'nden aldığı cevabın çelişkisi bizleri karşılıyor: "Onlar çok Atatürkçü."
Anlaşılan o ki, Atatürkçülük bugün parçalanmış ve farklı fraksiyonlara bölünmüş durumda. Ama bu parçaların "az" kısmında yer alıp, sesini kısık tutan tarafın BTP olmadığı çok açık. Dolayısıyla ısrarla Atatürk diyen ve Atatürkçü olduğu için başkalarınca dışlanacak kadar Atatürkçü olan birinin veya bir oluşumun istese de tarikat ya da tarikatçı olması mümkün değildir. Velev ki böyle bir duruma düştü, aynı Deniz Gezmiş'in Komünizm'e tutulması gibi, o zaman da Atatürkçülüğün ona panzehir olup ondaki zehirli yönü seyrelterek yok edeceği muhakkaktır. Aksi halde ya "az" Atatürkçü olup milleti kandırırsınız -ki BTP için söz konusu değil- ya da zehir ile beden ölür ve Atatürkçülük ruhu uçar gider.
Ama bu detaylı analizlere gerek kalmaksızın olmayan bir şeyin varlığını tartışmak son derece mantıksızdır ve verilecek en iyi cevap fıkrada olduğu gibi "Hangi tarikat?" olmalıdır.
- Ezbere olmaz / 25.10.2022
- Türk milletini hak ettiği noktaya taşımak / 19.09.2021
- İlginç Cuma hutbesi / 13.06.2018
- Bu yalana artık kimse kanmaz / 10.04.2018
- İnsanlığın baharı / 04.04.2018