“Hiç kimse kendini özgür sanan köle kadar tutsak değildir.”
-İngiliz atasözü-
Kuzey Amerika ve Rusya ovaları bizim ekin tarlalarımızdır; Chicago ve Odessa bizim ambarlarımızdır; Kanada ve Baltık bizim kereste ormanlarımızdır. Avustralya, Malezya ve Yeni Zelanda’da bizim koyun çiftliklerimiz vardır. Arjantin ve Kuzey Amerika’da bizim öküz sürülerimiz yayılır. Peru altınını gönderir; Güney Amerika ve Avustralya’nın altını Londra’ya akar. Hindular ve Çinliler çayı bizim için yetiştirirler ve bizim kahve, şeker ve baharat çiftliklerimiz tüm Hint adaları üzerindedir. İspanya ve Fransa bizim bağlarımızdır. Akdeniz meyve bahçemizdir ve uzun süre Güney Birleşik Devletlerini kaplayan bizim pamuk alanlarımız artık dünyadaki sıcak bölgelerin her yanına yayılmaktadır. (Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, İş ban. Yay. s. 178).
19. y.y. ortalarında İngilizlerin dilinden batılıların dünyaya bakışını bu şekilde özetleyebiliriz. 1800’de dünyadaki karaların %35’i Avrupalıların işgali ya da denetimi altında bulunuyorken bu oran; 1878’de %67’ye, 1914’te %84’ün üzerine çıktı. (a.g.e., s. 176).
Dünya insanlarının Batılıları rahat ettirme çabalarından Osmanlı ülkesine de hatırı sayılır bir pay kalıyordu. Gelişmiş Avrupa sanayileri için gereken hammadde tedarikinde Osmanlı coğrafyasının madenleri önemli bir yer tutuyordu. Fransız sermayesi; Balıkesir-Balya’dan simli kurşun, Kesendere’den manganez, Ereğli’den maden kömürü, Yanya’dan zift, Karasu’dan kurşun ve çinko çıkarıyordu. İngilizler Boraks şirketiyle borasit, Paterson ve ortaklarıyla krom elde ediyorlardı. Alman sermayesi; Sarıca Ocaklarıyla maden kömürü, Krupp, Rochling şirketleriyle krom, İtalyanlar ve Yunanlılar Kozlu’dan maden kömürü, Ruslar Maadin Osmanlı A.Ş. ile maden kömürü çıkarıyordu. Devlet-i Âliye-nin hissesi ise damar halindeki madenden %1,6-5,6; yığın halindeki madenden %10,6-20,6 şeklindeydi. (Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, TTK, s. 41-56).
İlerleyen yıllarda Osmanlının madenlerini işletenlerin sonrasında topraklarını işgale geldikleri görülecektir. Lozan’la kurulan yeni devlet Osmanlının yarı sömürge halinden ders çıkarmış ve “Tam Bağımsız Türkiye” konusunda tavizkar tüm tutumları reddetmiştir. Cumhuriyetin ilk on yılında özel sektör eliyle büyüme modeli denenmiş, fakat yeterince gelişme sağlanamayınca devlet büyümenin motoru olmuştur.
Madencilik alanındaki devletleştirmelere 1930’ların ortalarında temel örgütlenme sorunları çözüldükten sonra başlanmıştır. Bu amaçla önce 1936’da çıkarılan 3034 sayılı Kanun’la Deutsche Bank elinde bulunan Ergani Bakırı T.A.Ş. pay senetleri, sonra 1937’de çıkarılan 3146 sayılı Kanun’la Fransız sermayeli Ereğli Şirketi işletmeleri satın alınmış; 1940’da çıkarılan 3867 sayılı Kanun’la da Ereğli Kömür Havzasının tamamı Devlet işletmeciliğine geçirilmiştir. Fransız sermayeli Ereğli Şirketinin madenler liman ve demiryollarına ilişkin bütün hakları Etibank’a devredilmiştir (www. Maden org.tr; Madenlerin Millileştirilmesi isimli makale, Hikmet Sami TÜRK, Doç. Dr., A. Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi). 1932’de hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında madenciliğin toplam yatırımlar içindeki payı %27 iken, 1936 hazırlanan planda bu pay %40’a ulaşmıştır. (www.jmo.org.tr, Cumhuriyet Döneminde Madenciliğin Gelişimi ve Türkiye Madencilik Politikası isimli makale, Ahmet Kartalkanat).
Aradan bir yüzyıl geçmeden 26 Mayıs 2004 tarihinde 5177 sayılı Maden kanununda yapılan değişiklik TBMM Genel Kurulu tarafından kabul edildi. “Biz yeni bir madencilik yasası hazırladık. Maden konusunda yabancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesine yönelik çalışmalarımız hızlandırdık, yabancı sermayeye her kolaylığı sağlıyoruz, engelleri kaldırıyoruz” diyerek müjdelenen yasayla Biga Yarımadası ve Trakya’nın neredeyse tamamı, Edremit’ten İzmir’e kadar olan yaklaşık 200 km’lik mesafeli bir bantla başlayarak bütün bir Batı Anadolu’yu, oradan İç Anadolu’yu katederek Suriye Irak sınırına kadar uzanan bant içinde, Adana’dan başlayıp Niğde’ye Niğde’den İran sınırına Adana’dan tüm Suriye ve Irak sınırını kat ederek İran sınırına dayanan bölge içerisinde, Orta Karadeniz’den başlayıp Doğu Karadeniz’de en uç nokta olan Artvin’e kadar olan bölgede; Aydın’dan Antalya’ya, Konya’dan Antalya, Mersine kadar uzanan bölgede, ne kadar metalik maden yataklarımız varsa ruhsat hakları Tec Cominco, Rio Tinto ve BHP billiton tarafından alınarak bunlar tarafından şimdilik kaydıyla 20 şirket arasında paylaştırılmıştır. (http://www.asekam.org/makale/6237/kuresel_maden_sirketleri_2, Mustafa Çınkı).
Haziran 2010’da yeniden düzenlenen yasayla yabancıların çıkardıkları madenden alınan devlet hakkı %1 ile %4 arasında olacak diye belirlendi.
Sonuçta başladığımız yere geri döndük. Borsanın %63’ünün, devlet tahvillerinin %40’ının, bankaların %40’ının yabancıya ait olduğu, 2011 yılı cari açığının 77 milyar doları bulduğu memleketimizde 111 milyar dolar sıcak para yine yabancıya ait bulunuyor. Türk insanının yabancı ortaklı bankalara toplam borcu ise 687 milyar liraya dayandı. (02 Ocak 2012 Milliyet).
Öz yurdumuzda garip kalıp, öz vatanımızda parya olduğumuz halde acaba neden mevcut siyaset bu sorunları görmezden gelir? Mesele hem milli duruş, hem ekonomik refah, hem de ekonomik bağımsızlık açısından büyük önem taşırken konuyu Türk milletinin gündemine sokan Prof. Dr. Haydar Baş dışında kimse ilgilenmemektedir. Yoksa bu Atlantik ötesinden ya da Brüksel’den dikkate alınmaması istenen bir sorun mudur?
Bütün bunları düşünürken insanın aklına ister istemez şu soru geliyor;
Aslında onlar yerli de biz mi yabancıyız?
-İngiliz atasözü-
Kuzey Amerika ve Rusya ovaları bizim ekin tarlalarımızdır; Chicago ve Odessa bizim ambarlarımızdır; Kanada ve Baltık bizim kereste ormanlarımızdır. Avustralya, Malezya ve Yeni Zelanda’da bizim koyun çiftliklerimiz vardır. Arjantin ve Kuzey Amerika’da bizim öküz sürülerimiz yayılır. Peru altınını gönderir; Güney Amerika ve Avustralya’nın altını Londra’ya akar. Hindular ve Çinliler çayı bizim için yetiştirirler ve bizim kahve, şeker ve baharat çiftliklerimiz tüm Hint adaları üzerindedir. İspanya ve Fransa bizim bağlarımızdır. Akdeniz meyve bahçemizdir ve uzun süre Güney Birleşik Devletlerini kaplayan bizim pamuk alanlarımız artık dünyadaki sıcak bölgelerin her yanına yayılmaktadır. (Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, İş ban. Yay. s. 178).
19. y.y. ortalarında İngilizlerin dilinden batılıların dünyaya bakışını bu şekilde özetleyebiliriz. 1800’de dünyadaki karaların %35’i Avrupalıların işgali ya da denetimi altında bulunuyorken bu oran; 1878’de %67’ye, 1914’te %84’ün üzerine çıktı. (a.g.e., s. 176).
Dünya insanlarının Batılıları rahat ettirme çabalarından Osmanlı ülkesine de hatırı sayılır bir pay kalıyordu. Gelişmiş Avrupa sanayileri için gereken hammadde tedarikinde Osmanlı coğrafyasının madenleri önemli bir yer tutuyordu. Fransız sermayesi; Balıkesir-Balya’dan simli kurşun, Kesendere’den manganez, Ereğli’den maden kömürü, Yanya’dan zift, Karasu’dan kurşun ve çinko çıkarıyordu. İngilizler Boraks şirketiyle borasit, Paterson ve ortaklarıyla krom elde ediyorlardı. Alman sermayesi; Sarıca Ocaklarıyla maden kömürü, Krupp, Rochling şirketleriyle krom, İtalyanlar ve Yunanlılar Kozlu’dan maden kömürü, Ruslar Maadin Osmanlı A.Ş. ile maden kömürü çıkarıyordu. Devlet-i Âliye-nin hissesi ise damar halindeki madenden %1,6-5,6; yığın halindeki madenden %10,6-20,6 şeklindeydi. (Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, TTK, s. 41-56).
İlerleyen yıllarda Osmanlının madenlerini işletenlerin sonrasında topraklarını işgale geldikleri görülecektir. Lozan’la kurulan yeni devlet Osmanlının yarı sömürge halinden ders çıkarmış ve “Tam Bağımsız Türkiye” konusunda tavizkar tüm tutumları reddetmiştir. Cumhuriyetin ilk on yılında özel sektör eliyle büyüme modeli denenmiş, fakat yeterince gelişme sağlanamayınca devlet büyümenin motoru olmuştur.
Madencilik alanındaki devletleştirmelere 1930’ların ortalarında temel örgütlenme sorunları çözüldükten sonra başlanmıştır. Bu amaçla önce 1936’da çıkarılan 3034 sayılı Kanun’la Deutsche Bank elinde bulunan Ergani Bakırı T.A.Ş. pay senetleri, sonra 1937’de çıkarılan 3146 sayılı Kanun’la Fransız sermayeli Ereğli Şirketi işletmeleri satın alınmış; 1940’da çıkarılan 3867 sayılı Kanun’la da Ereğli Kömür Havzasının tamamı Devlet işletmeciliğine geçirilmiştir. Fransız sermayeli Ereğli Şirketinin madenler liman ve demiryollarına ilişkin bütün hakları Etibank’a devredilmiştir (www. Maden org.tr; Madenlerin Millileştirilmesi isimli makale, Hikmet Sami TÜRK, Doç. Dr., A. Ü. Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi). 1932’de hazırlanan Birinci Beş Yıllık Sanayi Planında madenciliğin toplam yatırımlar içindeki payı %27 iken, 1936 hazırlanan planda bu pay %40’a ulaşmıştır. (www.jmo.org.tr, Cumhuriyet Döneminde Madenciliğin Gelişimi ve Türkiye Madencilik Politikası isimli makale, Ahmet Kartalkanat).
Aradan bir yüzyıl geçmeden 26 Mayıs 2004 tarihinde 5177 sayılı Maden kanununda yapılan değişiklik TBMM Genel Kurulu tarafından kabul edildi. “Biz yeni bir madencilik yasası hazırladık. Maden konusunda yabancı sermayenin Türkiye’ye çekilmesine yönelik çalışmalarımız hızlandırdık, yabancı sermayeye her kolaylığı sağlıyoruz, engelleri kaldırıyoruz” diyerek müjdelenen yasayla Biga Yarımadası ve Trakya’nın neredeyse tamamı, Edremit’ten İzmir’e kadar olan yaklaşık 200 km’lik mesafeli bir bantla başlayarak bütün bir Batı Anadolu’yu, oradan İç Anadolu’yu katederek Suriye Irak sınırına kadar uzanan bant içinde, Adana’dan başlayıp Niğde’ye Niğde’den İran sınırına Adana’dan tüm Suriye ve Irak sınırını kat ederek İran sınırına dayanan bölge içerisinde, Orta Karadeniz’den başlayıp Doğu Karadeniz’de en uç nokta olan Artvin’e kadar olan bölgede; Aydın’dan Antalya’ya, Konya’dan Antalya, Mersine kadar uzanan bölgede, ne kadar metalik maden yataklarımız varsa ruhsat hakları Tec Cominco, Rio Tinto ve BHP billiton tarafından alınarak bunlar tarafından şimdilik kaydıyla 20 şirket arasında paylaştırılmıştır. (http://www.asekam.org/makale/6237/kuresel_maden_sirketleri_2, Mustafa Çınkı).
Haziran 2010’da yeniden düzenlenen yasayla yabancıların çıkardıkları madenden alınan devlet hakkı %1 ile %4 arasında olacak diye belirlendi.
Sonuçta başladığımız yere geri döndük. Borsanın %63’ünün, devlet tahvillerinin %40’ının, bankaların %40’ının yabancıya ait olduğu, 2011 yılı cari açığının 77 milyar doları bulduğu memleketimizde 111 milyar dolar sıcak para yine yabancıya ait bulunuyor. Türk insanının yabancı ortaklı bankalara toplam borcu ise 687 milyar liraya dayandı. (02 Ocak 2012 Milliyet).
Öz yurdumuzda garip kalıp, öz vatanımızda parya olduğumuz halde acaba neden mevcut siyaset bu sorunları görmezden gelir? Mesele hem milli duruş, hem ekonomik refah, hem de ekonomik bağımsızlık açısından büyük önem taşırken konuyu Türk milletinin gündemine sokan Prof. Dr. Haydar Baş dışında kimse ilgilenmemektedir. Yoksa bu Atlantik ötesinden ya da Brüksel’den dikkate alınmaması istenen bir sorun mudur?
Bütün bunları düşünürken insanın aklına ister istemez şu soru geliyor;
Aslında onlar yerli de biz mi yabancıyız?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehmet Maruf / diğer yazıları
- Akrep kıskacı / 05.12.2019
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013