Dünyada bir tarım savaşı yaşanmaktadır. Artık bu, inkâr edilmiyor ve gizlenmiyor. Başka bir deyişle, gıda bir silâh olarak kullanılmaktadır. Öyle ki, diğer tüm silâhların önüne geçmiş bir silâh.
Bu silâhla ülkeler egemenlik altına alındığı için yeni bir kavram türetilmiş: Biyo–emperyalizm. Deniliyor ki: “Ülkeler, biyo–emperyalizm ile topsuz, tüfeksiz ve askersiz işgal ediliyor.”
Ne gariptir ki, bu emperyalizm toplumlara, “yeşil devrim” olarak sunulmuştur. Malumdur ki her sömürü, kulağa hoş gelen ve iyi çağrışımlar yapan bir kılıfa sokulur. Tabiri caizse, zehri altın taşla ikram(!) ederler.
Tarım savaşı ile hedeflenen, milletleri aç bırakmak, bir lokma ekmeğe muhtaç hale getirmek ve köleleştirmektir. Daha doğrusu, tarım savaşı, eski köleliğe yeni bir şekil vermenin adıdır. Sömürgecilik ruhu ölmedikçe, o mutlaka bir yerden farklı adlar altında hortlar. Onu tanımak için öze bakmak şarttır.
ABD eski Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey, 1995 yılında Amerikan halkına bakınız nasıl sesleniyordu: “İnsanların size bağımlı olmalarını ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya muhtaç hale getirmek bana kalırsa, en mükemmel yöntemdir.” İşte bu sözler, sömürgecilik ruhunun açık bir tezahürüdür.
Hangi niyetle olursa olsun, bir milleti aç bırakmak insanlık suçudur. Maalesef, Batılı güçler, bu insanlık suçunu tarih boyunca işlemiş ve halen de sürdürmektedirler. Daha acısı ve kötüsü, tarım savaşından öte, bir de biyo–terör ortaya çıkardılar. Meselâ, yaz ayları gelince, ülkemizde kene vakaları zuhur ediyor. Kenenin bir biyolojik silâh olarak kullanılıp kullanılmadığı henüz araştırılıp açıklığa kavuşturulmamıştır. Hükümetimiz, bir ABD’li yetkilinin “Türkiye’yi keneler saracak ve insanlar topluca göç etmeye mecbur kalacak” sözünden kuşku duyup araştırma yaptırmıyor. İngilizlerin, battaniyelere çiçek hastalığı mikrobu bulaştırıp yerli Kızılderililere vermesi ve onları topluca kırması hâlâ hafızalardadır.
Günümüzde ise, Batılıların çok daha değişik biyolojik silâhlar geliştirip kullandığı bir sır değil, herkesin bildiği bir gerçektir. ABD Temsilciler Meclisi Tahsisat Alt Komitesi’nde 1969 yılında konuşan Dr. McArtar, gelecek 5–10 yıl içerisinde üretime başlayacakları bağışıklık sisteminde çöküntüye yol açacak “biyolojik ajan” çalışmaları için para istiyordu. (Bkz. Mustafa Çınkı, Rant Lordları, s. 130). Gerçekten de 5–10 yıl sonra bağışıklık sistemini çökerten hastalıklar ortaya çıktı.
Batılıların tarım alanında işlediği bir diğer insanlık suçu da, insanlar açlıktan ölürken, tarım ürünlerini biyo–yakıt üretiminde kullanmasıdır. Yapılan bir hesaplamaya göre, 40 litre etanolun üretimi için 250 kg. mısır gerekiyor. Bu kadar mısır ise, Afrika’da bir çocuğun bir yıllık beslenmesi için yeterlidir. Prof. Dr. Jean Ziegler, “Utanç İmparatorluğu” adlı kitabında, “bugün oluşan teknik imkânlar sayesinde tüm insanların yeterli yiyeceği bulmasının mümkün olduğunu, hatta iki kat nüfusun bile beslenebileceğini” anlatmaktadır. Bu tespit doğrudur.
Esasen, bugün de dünyada bir gıda sıkıntısı yoktur. Gıda sıkıntısının olmadığını şundan da anlayabiliriz: Bir yandan deniliyor ki, “açlık var, insanlar açlıktan ölüyor”, öte yandan da “açlara para yardımı yapılsın” çağrıları yükseliyor. Demek ki, sorun gıda yokluğu değil, parasızlıktır, yoksulluktur. Para olunca gıda kolaylıkla bulunabilmektedir. Asıl kıtlık ve tehlike para olduğu halde gıdanın bulunamamasıdır.
Batılıları bu kötülüğe sevk eden “kaynakların kıtlığı ve yetersizliği” inancıdır. Bu inanç şeytanidir. Şeytani olduğu için de ona inananlar, ancak şeytanın aklına gelebilecek kötülüklere başvuruyorlar. Bunları düşünen aklı başında her insan, Prof. Dr. Haydar Baş’ın, “Milli Ekonomi Modeli” ile bu şeytani inancı yıkmasının önemini ve insanlığa hizmetinin büyüklüğünü takdir eder.
Bu silâhla ülkeler egemenlik altına alındığı için yeni bir kavram türetilmiş: Biyo–emperyalizm. Deniliyor ki: “Ülkeler, biyo–emperyalizm ile topsuz, tüfeksiz ve askersiz işgal ediliyor.”
Ne gariptir ki, bu emperyalizm toplumlara, “yeşil devrim” olarak sunulmuştur. Malumdur ki her sömürü, kulağa hoş gelen ve iyi çağrışımlar yapan bir kılıfa sokulur. Tabiri caizse, zehri altın taşla ikram(!) ederler.
Tarım savaşı ile hedeflenen, milletleri aç bırakmak, bir lokma ekmeğe muhtaç hale getirmek ve köleleştirmektir. Daha doğrusu, tarım savaşı, eski köleliğe yeni bir şekil vermenin adıdır. Sömürgecilik ruhu ölmedikçe, o mutlaka bir yerden farklı adlar altında hortlar. Onu tanımak için öze bakmak şarttır.
ABD eski Başkan Yardımcısı Hubert Humphrey, 1995 yılında Amerikan halkına bakınız nasıl sesleniyordu: “İnsanların size bağımlı olmalarını ve bu şekilde sizinle işbirliği yapmalarının yolunu arıyorsanız, onları gıdaya muhtaç hale getirmek bana kalırsa, en mükemmel yöntemdir.” İşte bu sözler, sömürgecilik ruhunun açık bir tezahürüdür.
Hangi niyetle olursa olsun, bir milleti aç bırakmak insanlık suçudur. Maalesef, Batılı güçler, bu insanlık suçunu tarih boyunca işlemiş ve halen de sürdürmektedirler. Daha acısı ve kötüsü, tarım savaşından öte, bir de biyo–terör ortaya çıkardılar. Meselâ, yaz ayları gelince, ülkemizde kene vakaları zuhur ediyor. Kenenin bir biyolojik silâh olarak kullanılıp kullanılmadığı henüz araştırılıp açıklığa kavuşturulmamıştır. Hükümetimiz, bir ABD’li yetkilinin “Türkiye’yi keneler saracak ve insanlar topluca göç etmeye mecbur kalacak” sözünden kuşku duyup araştırma yaptırmıyor. İngilizlerin, battaniyelere çiçek hastalığı mikrobu bulaştırıp yerli Kızılderililere vermesi ve onları topluca kırması hâlâ hafızalardadır.
Günümüzde ise, Batılıların çok daha değişik biyolojik silâhlar geliştirip kullandığı bir sır değil, herkesin bildiği bir gerçektir. ABD Temsilciler Meclisi Tahsisat Alt Komitesi’nde 1969 yılında konuşan Dr. McArtar, gelecek 5–10 yıl içerisinde üretime başlayacakları bağışıklık sisteminde çöküntüye yol açacak “biyolojik ajan” çalışmaları için para istiyordu. (Bkz. Mustafa Çınkı, Rant Lordları, s. 130). Gerçekten de 5–10 yıl sonra bağışıklık sistemini çökerten hastalıklar ortaya çıktı.
Batılıların tarım alanında işlediği bir diğer insanlık suçu da, insanlar açlıktan ölürken, tarım ürünlerini biyo–yakıt üretiminde kullanmasıdır. Yapılan bir hesaplamaya göre, 40 litre etanolun üretimi için 250 kg. mısır gerekiyor. Bu kadar mısır ise, Afrika’da bir çocuğun bir yıllık beslenmesi için yeterlidir. Prof. Dr. Jean Ziegler, “Utanç İmparatorluğu” adlı kitabında, “bugün oluşan teknik imkânlar sayesinde tüm insanların yeterli yiyeceği bulmasının mümkün olduğunu, hatta iki kat nüfusun bile beslenebileceğini” anlatmaktadır. Bu tespit doğrudur.
Esasen, bugün de dünyada bir gıda sıkıntısı yoktur. Gıda sıkıntısının olmadığını şundan da anlayabiliriz: Bir yandan deniliyor ki, “açlık var, insanlar açlıktan ölüyor”, öte yandan da “açlara para yardımı yapılsın” çağrıları yükseliyor. Demek ki, sorun gıda yokluğu değil, parasızlıktır, yoksulluktur. Para olunca gıda kolaylıkla bulunabilmektedir. Asıl kıtlık ve tehlike para olduğu halde gıdanın bulunamamasıdır.
Batılıları bu kötülüğe sevk eden “kaynakların kıtlığı ve yetersizliği” inancıdır. Bu inanç şeytanidir. Şeytani olduğu için de ona inananlar, ancak şeytanın aklına gelebilecek kötülüklere başvuruyorlar. Bunları düşünen aklı başında her insan, Prof. Dr. Haydar Baş’ın, “Milli Ekonomi Modeli” ile bu şeytani inancı yıkmasının önemini ve insanlığa hizmetinin büyüklüğünü takdir eder.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018