Sosyal medya ve televizyonlar lüks cipin içinde uyuşturucu çeken gencin, beş yıldızlı otellerdeki şampanyalı, revü kızlarıyla görüntüleriyle çalkalandı.
Kürşat Ayvatoğlu ne uyuşturucu kullanan ilk kişi, ne de son kişi olacaktır.
Suçların şahsiliği prensibinden bahseden AKP yöneticileri, suç işleyen birinin işlediği suç sebebiyle mensubu olduğu partinin zan altında bulundurulmasının, partinin kötülenmesinin yanlış olduğunu ileri sürerek, siyasal iktidarın bu olaydan en az hasarla sıyrılması için hamlelerde bulundular.
Uyuşturucu kullanan bu partide olduğu gibi diğer partilerde de bulunabilir. Buna kimsenin bir diyeceği yok. Yalnız Kürşat Ayvazoğlu'nun altı senede nasıl bir yükselme, sosyal statü atlayıp lüks yaşama eriştiğidir bizi ilgilendiren konu.
Ömer'in adaletinden bahsedenlerin, çürük bir köprüden geçen koyunun köprüden düşmesi sebebi ile ayağı kırılırsa, Allah'a hesap vereceği hikâyeleri ile büyüyen bu gençler, 20 senenin sonunda zillet çukuruna nasıl yuvarlandığıdır bizi asıl ilgilendiren.
İnsanlık tarihinde her zorbacı gücün, ne kadar zorbalığı olursa olsun mutlaka fikri, felsefi, itikadî desteğe ihtiyacı vardır. Başka bir ifade ile kendi ekonomik ve siyasi konumunu pekiştirmek için imanî bir güce ihtiyacı vardır.
Kısaca insanın fikre ihtiyacı vardır. Eğer bir toplum, kendine hâkim olan düzenin fasit olduğunu anlarsa, o düzenin ayakta kalması mümkün değildir.
Bundan dolayıdır ki, otoriter ve totaliter sistemler kendi varlıklarına dayanak olsun diye itikadî ve fikirsel bir güce yaslanmak ihtiyacı duyarlar. Günümüz Türkiye'sinde bunu İslamcılık ve milliyetçilik diye tanımlayabiliriz.
İslam'ı, kendi ideolojilerini tahkim için aparat olarak kullanmak ihtiyacı bundan kaynaklanmaktadır. Yapılan yanlış icraatların, avam arasında tepki ile karşılanmaması için kullanılan mekanizma milliyetçilik ve İslamcılık katalizörüdür.
Yezid'in ve teşkilatının, "başlar mızraklara takılsın, halkın özü ve fikirleri kahrolsun" sözünü söyleyecek kadar ahmak olduğu zannedilmesin.
Bu durumlara rağmen halkı, kendi fikirleriyle aldatmak ve onlara başka bir takım görüşler aşılamak için yine halka "şuanda durumumuz, düzenimiz çok iyi bir düzendir ve öyle de kalmalıdır" fikrine ikna edebilmek için azami çaba sarf etmektedirler.
Bu arada dini düşünceyi savunduğunu gösteren bir sistemin yanında halk kitlesinin arasından din rengini almış bir takım insanlar olmalıydı.
O zamanın Kadı Şureyh'lerinin yerini bugün ilahiyat kökenli yazarlar, müftüler, imamlar topyekûn Diyanet camiası, akademisyenlerin alması gerekiyordu.
Kısaca 20 yıllık siyasal iktidarın yozlaşmasını, çürümüşlüğünü artık gözlerden saklama imkânı yok. Siyasal İslam söylemi "Milli Görüş'le" tanıtıldı insanımıza. Dindarlık yerine ideolojik, siyasal İslam benimsenildi.
İyi insan yetiştirmek gayesinden sapıldı. İyi partili (mücahit) yetiştirme derdine düşüldü. Ayakkabısı yırtık, çorabı yırtık Anadolu insanları paraya, makama, servete çok kolay ulaşır oldu.
İyi insan yetiştirme, gerçek İslam'ı öğretme, Ehl-i Beyt kaynaklı İslam'ı anlama prensiplerini ortaya koyan Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in sözü siyasal İslam'ın ranta dayalı iştihaları sebebiyle örtüldü.
Şayet 17-25 Aralık yolsuzluk dosyaları patladığında suç işleyenler parlamento yerine mahkeme huzuruna çıkarılsaydı Kürşat Ayvatoğlu olayı gibi olaylar patlak vermeyecekti.
Milletin gözünün önünde ayakkabı kutularından saçılan paraların hesabı sorulup, mahkemede sorumlular cezalandırılsaydı bu gibi olaylar meydana gelmemiş olacaktı.
SAHTE İSLAM PERDESİ NASIL YIRTILIYOR
İbn-i Ziyad, İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetinden sonra halka duyurmak için onları büyük bir camiye topladığında kendisine dindar bir görünüm vererek, halka şöyle hitap etti:
"Allah'a hamd olsun ki, Hak ve ehlini muzaffer kıldı. Emîrü'l-mü'minîn (Yezit) ve ona tabi olanlara yardım etti. Yalancı oğlu yalancıyı da (Ali oğlu Hüseyin) öldürdü."
Oraya toplanan halktan, Allah'a şükretmesini istiyordu.
Belki de binlerce 'Allah'a şükürler olsun!' denildi. Eğer o mecliste gönlü uyanık bir âmâ (kör) olmasaydı (İbn-i Ziyad'a cevabını vermeseydi) o topluluğu daha fazla aldatacaklardı.
Abdullah b. Afif isminde (Allah ona rahmet etsin) bir kişi vardı. Kimi zaman şahıslar öyle bir konumda canlarından geçerler ki, onun bir dünya kadar değeri vardır.
Bu zat her iki gözünü de kaybetmişti. Gözünün birini Hz. Ali'nin (a.s) ordusundayken Cemel Savaşında, diğer gözünü de yine Hz. Ali'nin (a.s) ordusundayken Sıffın Savaşında kaybetmişti. Kör idi. Âmâ (kör) olduğu için de bir şey yapamıyordu. Bu nedenle savaşa iştirak edemiyor, genelde ibadetle meşgul oluyordu.
O gün de Kûfe mescidindeydi. O zat, İbn-i Ziyad'ın sözünü duyar duymaz yerinden fırlayarak "yalancı sen ve senin babandır" diye haykırıp, seslendi.
İbn-i Ziyad'ın adamları onun üzerine çullanarak yakalayıp, götürdüler ve öldürdüler.
Bir âmânın (körün) bu çıkışı İbn-i Ziyad'ın giydiği sözde İslam perdesini yırtmayı başardı.
Ne dersiniz?
İnsanları ayıktırmak için bugün yapılması gereken şey herkesin el-pençe divan durarak bağlılığını ifade etmek, yapılan yolsuzluklara rıza göstererek, ses çıkarmamak karşılığında iktidar nimetlerinden yaralanmak mı?
Yoksa Prof. Dr. Haydar Baş'ın yaptığı gibi insanları ayıktırmak için demokratik yollarla kapı kapı gezip, kırk bin sahifelik savunma hazırlamayı göze alarak hak ve hakikatin yanında mı yer almak gerekiyor?
Sizce hangisi?
- Nuh'un gemisi / 08.07.2021
- Hz. Ali’nin adaleti / 03.06.2021
- İnsan-ı Kamil / 27.05.2021
- ‘Ben yoksulluktan sararmıştım, Yoksulların derdi beni soldurdu’ / 25.05.2021
- İnsanın derdi / 24.05.2021
- Sosyal çürüme ve yozlaşma / 01.04.2021
- Salihlerin süsü / 29.03.2021
- İmam Zeynelâbidîn’in duası / 22.03.2021
- Kadınlarımızın kurtuluşu / 15.03.2021