90'lı yıllarda İzmir'de kaldığı otel odasında sabah namazına kalktığında dışarıdan gelen sesler ile balkona çıktı. Dışarıda gün yeni ağarmaktaydı. İki erkek bir kadını tartaklıyor, biri bir kolundan çekerek kendi istikametine yönlendirmeye çalışırken diğeri, öteki kolundan çekerek kendi arabasına sürüklemeye çalışıyordu. Kadın çaresiz, kadın zavallı, kadın acınacak durumdaydı. Sanki bir eşya paylaşımı, taksimi yapılıyordu. Biri kadını saçlarından çekerken diğeri ona acımasızca şamar atıyordu. Kendi iradelerine uysun diye! Bu manzara karşısında muazzam bir sarsıntı geçirerek ağlamaya başladı. Ben bu hikâyeyi Prof. Dr. Haydar Baş Beyefendi'den dinlemiştim. Bir İzmir seyahatinden hatıra olarak anlatmıştı.
2000'li yıllarda ticaret yapmak, görüşmelerde bulunmak amacıyla rahmetli Engin Çamurdan'la Sibirya'ya göndermişti bizi Prof. Dr. Haydar Baş Bey. Gece güneşin batmayıp etrafın aydınlık olduğu Kemerova şehrine gidiyorduk. Yolda kiralık olarak tuttuğumuz minibüs şoförü mola vermek için durduğunda yukarıda anlattığım bir manzaraya benzer bir olayla karşılaştım. Vakit gece yarısını çoktan devirmiş, belki de sabah saatleri. Aldığı alkolün etkisi ile eğlence mekânından kendini dışarı atan genç kızın katıla katıla ağlaması da beni çok üzmüş, gözyaşlarımı kontrol altına alamamıştım. Niye bilmiyorum? Küçük düşürüldü, aşağılandı, terk edildi, başını yaslayacağı şefkatli bir anne sinesi kalmadı diye mi?
ÇÖZÜMÜ İÇERDE ARAMAK
8 Mart Emekçi Kadınlar Günü kutlamaları yapıldı, yazılar yazıldı, televizyonlarda programlar yapıldı. Kadın hakları ile ilgili fikirler beyan edildi, dövülen, öldürülen kadınların öyküleri gündem yapıldı. Öyle ki, gazete köşelerinde kızların baba evinden kendilerini dışarı atmaları öğüdünü veren mi ararsın, kadınlara erkek şiddetine karşı silahlanıp aynı şekilde kendilerini koruyabilmek için erkeklere saldırı fikrini veren mi! Çoğu da kadın bu yazarların.
Meseleye yabancı ideolojilerin projektörü ile bakıldığından olayın içinden çıkmak için ortaya atılan fikirler de bizim dünyamıza yabancı olmaktadır.
Bugün konuşulması gereken temel husus kadınların çalışma hayatına katılmaları, erkekler ile eşit haklara sahip olmalarından ziyade dövülen, öldürülen, namusları kirletilen kadınların bu kötü akıbetten nasıl korunmaları gerektiğinin ortaya konulması olmalıdır.
Müslümanlığı temsil ettiğini söyleyen siyasal iktidar; fikri, kültürel oluşumunu ve alt yapısını tamamlayamadığı gibi dini olgunluğu da yakalayamamıştır. İktidarlar için lazım olan şey iktidarda kalabilmek için onları destekleyen kitlelerin oylarıdır.
İktidarlar, onları destekleyen kitlelerin manevi tekâmülü, saf ve berrak bir dini anlayışa sahip olmaları ile ilgilenmezler. Kadın cinayetine karşı çıkan sol kesim, iktidarın, (kendilerini alnı secdeli tarif ettikleri için) yapmış olduğu yanlışları veya günümüz insanının işledikleri suçların faturasını İslam'a kesebilmektedir. Ne karşı taraf İslam'ı biliyor ne de tenkit edilen taraf İslam'ı yaşıyor.
Bizdeki aydınlar hem ekonomik olaylarda hem siyasal olaylarda çözüm olarak hep batıyı işaret etmişlerdir. Ekonomik buhrandan kurtuluş yollarını ya kapitalizmi makyajlayarak iyileştirmede veya sosyalizmin değişik uygulamalarında arayanlar yanı başlarında duran MEM'i (Milli Ekonomi Modeli) görmediler. Thomas Piketty'nin yazdığı 'Kapital' kitabını gündeme getiren sol yazarlar Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in Rusya'nın Duma meclisinde yaptığı tarihi konuşmadan bir satır bahsetmediler!
ASIL MESELE İNSAN YETİŞTİRMEK
İnsan hakları evrensel beyannamesine imza koyan batılı devletlerin Müslüman coğrafyalarda uyguladıkları vahşeti görmezden gelen bizim yabancı hayranı aydınlarımız; batının bizzat Irak' ta, Suriye'de, Afganistan'da yaptıkları vahşeti, tecavüzleri görmezden gelerek Saddam'ın, Beşar Esad'ın uyguladıkları şiddeti anlatmak suretiyle asıl görmemiz gereken batının kirli ve sinsi yüzünü maskeleyerek bizden sakladılar. Bugün Papa'nın Irak'a yaptığı ziyarette olduğu gibi…
İşte burada tarih yine Prof. Dr. Haydar Baş hocamızı haklı çıkardı. Neden mi? "İnsan hakları evrensel beyannamesine imza koymak, taraf olmak yetmez; o beyannameyi uygulayacak insanları yetiştirmek, o şartları ruhunda, benliğinde yaşayacak olan fertleri de yetiştirmek lazım" diyerek 40 sene evvel şaşmaz bir ölçü ortaya koyduğu için.
Kadına şiddet - 8 Mart Kadınlar Gününden başlangıç yaptık. İstanbul sözleşmesini imzalayan Türkiye'nin sorunu sözleşmelere taraf olmak veya olmamak değildir. Mesele, insanımızın eğitiminden, önce kendi, sonra ailesi, sonra topyekûn milletin yararına o ferdin kazanılmasından geçiyor. İnsanımızın açlığın pençesinde kıvranmamasından geçiyor. Dünya standartlarında asgari ücret almasından geçiyor. Eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanmasında geçiyor. Yoksulluğun insanı bunaltan küfür ile eşdeğer sayılmasını önleyecek tedbirlerin alınmasından geçiyor. Bütün bunları uygulayacak komşusu açken tok uyuyamayan, adaleti her şeyin üstünde tutan iyi insanların yetiştirilmesinden geçiyor.
Kısaca insanı öne çıkaran, önce insan diyen, insanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışını prensip haline getirip hayatını insan yetiştirmeye adayan Prof. Dr. Haydar Baş mektebinin; ilmini, irfanını, imanını, kültürünü, İslam anlayışını tüm dünya sathına yayarak Anadolu aydınlanmasının tamamlanmasından geçiyor insanımızın ve kadınlarımızın kurtuluşu.
- Nuh'un gemisi / 08.07.2021
- Hz. Ali’nin adaleti / 03.06.2021
- İnsan-ı Kamil / 27.05.2021
- ‘Ben yoksulluktan sararmıştım, Yoksulların derdi beni soldurdu’ / 25.05.2021
- İnsanın derdi / 24.05.2021
- Sosyal çürüme ve yozlaşma / 01.04.2021
- Salihlerin süsü / 29.03.2021
- İmam Zeynelâbidîn’in duası / 22.03.2021
- Kadınlarımızın kurtuluşu / 15.03.2021