'Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp' seslendirme dosyası:
Son zamanlarda tıp alanında hem teşhis ve hem de tedavide büyük gelişmeler sağlanmasına rağmen sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir hayat yaşadığımız söylenemez. Çünkü tıptaki gelişmeler insanın organik dediğimiz beden yapısını görüntüleme ve laboratuvar yöntemleri ile incelerken gerek psikolojik (ruhsal) ve gerekse sosyal (toplumsal) yapısını göremez ve anlayamaz. Hâlbuki insanoğlu biyo-psiko-sosyal bir varlıktır. Eskiden bu 3 yapı ayrı ayrı kavramlar gibi ele alınıp farklı uzmanlık alanları tarafından incelenirdi. Her uzman hekim ayrı ayrı kendi uzmanlık alanları içinde hastayı değerlendirirdi. Ancak anladık ki insan bu 3 yapı ile bir bütündür. Can ile canan ayrılamaz. Bunlardan biri hastalanırsa diğerleri de hastalanır. Örneğin kronik ağrısı ve hastalığı olan bir hastanın hem psikolojisi ve hem de sosyal, mesleki hayatı bozulur. Ruhsal olarak depresyon ve kaygı durumunda olan insanın hem bedeni ve hem de toplumsal hayatı bozulur. Toplumsal hayatı bozuk olan insanın hem bedeni ve hem de psikolojik yapısı bozulur. Dolayısıyla insan bedensel, ruhsal ve toplumsal olarak ayrılmaz bir bütündür.
Sağlıklı normal insanda beden organları sağlam ve fizyoljik görevlerini tam yerine getiren insanlar olarak kabul edilirdi. Ancak şimdi kabul edilen duruma göre beden yapısının normal ve organların fizyoljik fonksiyonlarının tam yerine getirmesinde dahi ruhsal ve sosyal, toplumsal olarak sorunlu ise sağlıklı insandan bahsedemeyiz. Şimdi kabul edilen sağlıklı insan tarifinde bir insanın bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olması halinde normal-sağlıklı insandan bahsedebiliriz.
Son yüzyılda insanoğlu ise tarım toplumundan sanayi toplumuna yönelmiş, aile kavramı ise nine, dede, dayı, amca, hala, teyze, yeğen, torun ilişkisinden anne, baba ve çocuk ilişkisi şeklinde çekirdek aileye dönüşmüştür. Bu durum insanımızı şehrin kalabalığı içinde yapayalnız bırakmıştır. Artık insanoğlu maddi, manevi, sağlık ve sosyal bir sorunu olduğu zaman yol gösterecek, yardım edecek bir büyükten bir dosttan, akrabadan, arkadaştan mahrum kalmıştır.
Şehirdeki yaşam esasında köy yaşamına göre daha zordur. Geçiminizi sağlamanız için her gün işe gitmeniz, her gün dükkanınızı açmanız, her gün iş üretmeniz gerekir. Bir gün işe gitmeseniz, dükkanı açmasanız, üretmeseniz ertesi gün açsınız demektir. Bu da insanımızda geçim kaygısına, ailenin ihtiyaçları karşılanamadığında aile geçimsizliğine ve sosyal ilişkilerde bozulma aile içi ve toplum içi şiddeti getirmiştir.
Her gün gazetelerin 3.sayfasında ve televizyon haberlerinde bir kadın cinayeti, aile, komşu kavgası, trafikte yaşanan tartışmaları, taciz, tecavüz, hırsızlık, uyuşturucu kullanımı, sahtekârlık, dolandırıcılık olaylarını bol miktarda görür ve okursunuz. Bunun sonucunda "bu toplum ve halk nereye gidiyor?" dersiniz. Bu bozulma, çözülme ve çöküntünün son 20 yılda her yıl katlanarak arttığını görür ve bir şey yapamadığımız için üzülürüz. Yaşadığınız zamanda iyilik, yardım, destek sağladığınız insanların sizi aldattığı, yalan söylediği, iftira attığı ve hatta mahkemeye verdiğini görür ve "ülkemizde hiç mi namuslu insan kalmadı?" diye sorarsınız.
Bu durum bütün meslek grupları ve toplum arasındaki ilişkiyi de bozmuştur. Toplum nezdinde en güvenilir meslek olan hekimlik, savcılık, hâkimlik, öğretmenlik, subaylık gibi mesleklerin siyasilerin baskıları ve emirleriyle, itibarsızlaştırılarak hiç bir saygınlığı kalmamıştır. Artık baba doktor, anne doktor ve baba öğretmen, anne öğretmen, hâkim amca, polis amca, subay amca kalmamıştır.
Son 18-20 yılda hasta şifa arayan ve hekimden yardım isteyen bir insandan çıkmış, memnun edilmesi ve para kazanılması gereken bir müşteri durumuna dönüştürülmüştür. Özel hastane zincirleri sahiplerinin hastaneye alacakları hekimlere söyledikleri şey şudur:
"Bak doktor, biz bu hastaneyi hayır kurumu olarak açmadık, ticari bir işletme olarak para kazanmak için açtık, sen bize kazandırırsan biz de sana buna göre prim veririz. Eğer sadece muayene ve reçete yazarak kazandıramazsan biz seninle çalışamayız."
Bu ne demektir? Gereksiz tetkik ve tedavilerle bize gelir sağlanması için hekimin tıp ahlakının bozulması anlamına gelir.
Devlet hastaneleri ve şehir hastanelerinde ise hekimler muayene ettiği, tedavi ettiği ve ameliyat ettiği kadar performans adı altında ek ücret verilmesi sonucu kendi aralarında bir hasta kapma yarışına sokulmuştur. Bu hekim grubu da daha fazla hasta bakma nedeniyle tıbbın en ucuz, en güvenli, en hızlı yöntem olan sistemik anamnez almak ve fiziki muayene etmek gibi hekimlik sanatını bırakmışlardır. Bunun yerine tomografi, ultrason, manyetik rezonans görüntüleme ve ileri laboratuvar tetkikleri istemeye yöneltmiştir. Bunun sonucunda bol tetkik sıfır klinik teşhis durumuna sokmuştur. Hekimler hasta doktoru yerine MRG doktorluğu, tetkik doktorluğunu tercih etmişlerdir. Bunun belli başlı 2 nedeni vardır. Bunlardan birincisi: "Aletler teşhis koysun ben reçete yazayım" anlayışı ve rahatlığı, diğeri ise bol tetkik isteyerek yanlış teşhisten korkma ve yanlış hekimlik suçlamasından korunma ihtiyacıdır. Bu durum hekimlerin tıbbi bilgi ve becerilerini kullanma yerine tıbbi alet ve tetkiklere yönelmesine özgül iradelerini tıbbi alet ve edavatlara vermesine yol açmıştır.
Hastalar yönünden ise SGK kaydı ile tüm özel, tüzel, resmi hastanelere başvurabilmesi ve burada bütün tetkiklerin burada yapılabilmesi onları çok memnun etti. Bu 18-20 yılda neredeyse bir derdi için bütün hastaneleri dolaştılar. Her bir hastaneden elleri pazar torbalarıyla, poşetler ve dosyalar dolusu tetkiklerle ayrıldılar. Ancak bol tetkik yapılması doğru teşhis konması ve doğru tedavi yapılması anlamına gelmediği zamanla net bir biçimde ortaya çıktı. Çünkü her zaman öğrencilerime söylediğim gibi "şikâyetin olduğu yer hastalığın olduğu yeri göstermez." Çünkü anamnez alınmadan, fizik muayene yapılmadan ve klinik teşhis konmadan yapılan tetkikler tanıya yardımcı olmaz hatta hekimin kafasını karıştırır. Tıp öğrencilerine ve asistan doktorlara hep söylediğim gibi hastaya anamnez ve klinik teşhis esastır. Görüntüleme ve laboratuvar tetkikleri yardımcı yöntemlerdir. Eğer siz yardımcı metodları esas teşhis aracı olarak kullanırsanız aletin gördüğü ve gösterdiği kadarı ile bir sonuca gidersiniz. Hastanın şikâyetinin buradan kaynaklanıp kaynaklanmadığı ise anamnez ve muayene bulgular olmadan karar verilemez. Bu nedenle klinik bulgularla uyumlu MRG veya uyumsuz MRG kavramları ortaya çıkmıştır. Hasta doktorluğu yerine tetkik doktorluğu gerçeği ile yanlış teşhis ve tedaviler çok artmıştır. Hastalar bu tıbbi gelişmelerden yarar değil zarar görmüştür.
Son zamanlarda gelişen bir diğer kavram ise hasta hakları bildirgesidir. Buna göre her hasta hekime karşı tıbbi istekte bulunabilir, tedaviyi kabul ve red edebilir, hekimi şikâyet edebilir. Bu ve benzeri öneriler hastayı hekime baskı kuran, istekte bulunan, öneri veren, hatta talimat veren bir duruma yükseltirken hekimi de aman beni şikayet etmesin de hasta ne isterse yapayım durumuna sokmuştur. Bu nedenle 'bol tetkik sıfır teşhis', 'bol ilaç sıfır tedavi' gerçeği ortaya çıkmıştır. Eskiden hasta hekimden korkarken şimdi hekimler hastadan korkar hale gelmiştir. Hastanın ve yakınlarının memnun edilmediği durumlarda hekime ve sağlık personeline şiddet gittikçe artan bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkmıştır. Bu durum hekimin hastasını sevgi ile saygı ile ilgi ile bakmasını ve sahiplenmesini engellemiştir. Artık her hasta derdine derman olunması gereken dertli bir insandan, hekime şiddet uygulayabilecek potansiyel bir sorunlu insan durumuna koymuştur. Hekime ve sağlık personeline yapılan sözlü ve fiziki saldırıların takipsizlikle ve cezasızlıkla sonuçlanması hasta ve yakınlarını hekime şiddet ve ilgili resmi kurumlara şikâyet konusunda cesaretlenmelerine yol açmıştır.
Hastalar ve yakınları yönünden tıptaki gelişmeler ve imkânlar sanki insanların tüm derdine derman olacak ve hekimler de gelişen bu metotlarla doğru teşhis koyacak beklentisi ortaya çıkmıştır. Bu nedenle her hasta tam teşhis konması, kalıcı tam tedavi yapılması ve tedavilerde en ufak bir komplikasyon olmaması gibi yüksek bir beklenti içine girmiştir. Hasta ve yakınları teşhis ve tedavide en ufak bir sorunla karşılaştığında hemen soluğu tıbbi davalara bakan avukatta almaktadır. Nitekim hastalar hekimleri yanlış hekimlikle(mal praktis) suçlayarak dava açmaları sonucunda gittikçe artan hukuki sorunlar ortaya çıkmıştır.
Hekim ve hasta arasında güvene dayalı ilişki kayıp olmuştur. Bunun sonucunda hekimler hastayı sahiplenme yerine sorumluktan uzak durmayı defansif tıbbı tercih etmişlerdir.
Hastaların yanlış hekimlikle suçlamaması için bol tetkike yönelmişler, kendisine sorun çıkarabilecek hastaları başka uzmanlık alanlarına, komplikasyon çıkabilecek ağır, kritik hastaları başka merkezlere göndermeyi tercih etme durumuna yöneltmiştir. Ayrıca bu yanlış hekimlikten tazminat ödemekten kendini kasko gibi sigorta etme ihtiyacı doğmuştur. Bu sigortanın da bedeli ücret olarak hastaya yansımıştır. Hekimler mesleğini yaparken hastaya sevgi ile değil korkuyla bakar hale gelmiştir. Bu hekimin hastayı sahiplenme ve hastalıkla savaşma yani ofansif tıp yerine, hastayı uzak tutma, hastalıkla hızlı mücadele yerine bol tetkikle zaman kaybetmek yani defansif tıp tercih edilmiştir. Bunun sonucunda defansif tıpla; hem hasta, hem hekim, hem de SGK yani ülkenin maddi kaybına sebep olmuştur.
Sonuç olarak;
1. Öncelikle tıbbın temeli olan hasta anamnezi ve fizik muayene ile klinik teşhis konmadan ileri görüntüleme ve laboratuvar tetkikleriyle yapılan teşhis ve tedavilerin uygun olmadığı gerçeğini kabul etmek gerekir.
2. Hastalar sağlık kuruluşu ve hekimler için bir müşteri değildir. Derdine derman arayan zor durumda bir insan olana derman olmak beden ilmi öğrenmiş hekimlerin ana görevidir.
3. Bol tetkik ve bol ilaç yazımı ile sağlık israfına son verilmelidir.
4. Hastalar hekimler tarafından empati ile derdine derman olunması gereken bir kişi kabul edilmelidir. Bu bakış açısıyla hekim mesleği gereği hastayı severek sahiplenmeli, hastanın da kendi derdine derman olacak hekime saygıyla karşılık vermesi gerekir.
5. Hasta ve hekim arasında güven ilişkisi, saygı ve sevgi duygusu tekrar yaratılmalıdır. Yani hasta hastalığını ve hekim de hekimliğini bilmelidir.
6. Yoksa son dönemde gelişen defansif tıp uygulamaları ile hem hastalar, hem hekimler, hem SGK, hem toplum sağlığı, barışı, huzuru ve hem de ülke kaybedecektir ve kaybetmektedir.
Sağlıklı normal insanda beden organları sağlam ve fizyoljik görevlerini tam yerine getiren insanlar olarak kabul edilirdi. Ancak şimdi kabul edilen duruma göre beden yapısının normal ve organların fizyoljik fonksiyonlarının tam yerine getirmesinde dahi ruhsal ve sosyal, toplumsal olarak sorunlu ise sağlıklı insandan bahsedemeyiz. Şimdi kabul edilen sağlıklı insan tarifinde bir insanın bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik halinde olması halinde normal-sağlıklı insandan bahsedebiliriz.
Son yüzyılda insanoğlu ise tarım toplumundan sanayi toplumuna yönelmiş, aile kavramı ise nine, dede, dayı, amca, hala, teyze, yeğen, torun ilişkisinden anne, baba ve çocuk ilişkisi şeklinde çekirdek aileye dönüşmüştür. Bu durum insanımızı şehrin kalabalığı içinde yapayalnız bırakmıştır. Artık insanoğlu maddi, manevi, sağlık ve sosyal bir sorunu olduğu zaman yol gösterecek, yardım edecek bir büyükten bir dosttan, akrabadan, arkadaştan mahrum kalmıştır.
Şehirdeki yaşam esasında köy yaşamına göre daha zordur. Geçiminizi sağlamanız için her gün işe gitmeniz, her gün dükkanınızı açmanız, her gün iş üretmeniz gerekir. Bir gün işe gitmeseniz, dükkanı açmasanız, üretmeseniz ertesi gün açsınız demektir. Bu da insanımızda geçim kaygısına, ailenin ihtiyaçları karşılanamadığında aile geçimsizliğine ve sosyal ilişkilerde bozulma aile içi ve toplum içi şiddeti getirmiştir.
Her gün gazetelerin 3.sayfasında ve televizyon haberlerinde bir kadın cinayeti, aile, komşu kavgası, trafikte yaşanan tartışmaları, taciz, tecavüz, hırsızlık, uyuşturucu kullanımı, sahtekârlık, dolandırıcılık olaylarını bol miktarda görür ve okursunuz. Bunun sonucunda "bu toplum ve halk nereye gidiyor?" dersiniz. Bu bozulma, çözülme ve çöküntünün son 20 yılda her yıl katlanarak arttığını görür ve bir şey yapamadığımız için üzülürüz. Yaşadığınız zamanda iyilik, yardım, destek sağladığınız insanların sizi aldattığı, yalan söylediği, iftira attığı ve hatta mahkemeye verdiğini görür ve "ülkemizde hiç mi namuslu insan kalmadı?" diye sorarsınız.
Bu durum bütün meslek grupları ve toplum arasındaki ilişkiyi de bozmuştur. Toplum nezdinde en güvenilir meslek olan hekimlik, savcılık, hâkimlik, öğretmenlik, subaylık gibi mesleklerin siyasilerin baskıları ve emirleriyle, itibarsızlaştırılarak hiç bir saygınlığı kalmamıştır. Artık baba doktor, anne doktor ve baba öğretmen, anne öğretmen, hâkim amca, polis amca, subay amca kalmamıştır.
Son 18-20 yılda hasta şifa arayan ve hekimden yardım isteyen bir insandan çıkmış, memnun edilmesi ve para kazanılması gereken bir müşteri durumuna dönüştürülmüştür. Özel hastane zincirleri sahiplerinin hastaneye alacakları hekimlere söyledikleri şey şudur:
"Bak doktor, biz bu hastaneyi hayır kurumu olarak açmadık, ticari bir işletme olarak para kazanmak için açtık, sen bize kazandırırsan biz de sana buna göre prim veririz. Eğer sadece muayene ve reçete yazarak kazandıramazsan biz seninle çalışamayız."
Bu ne demektir? Gereksiz tetkik ve tedavilerle bize gelir sağlanması için hekimin tıp ahlakının bozulması anlamına gelir.
Devlet hastaneleri ve şehir hastanelerinde ise hekimler muayene ettiği, tedavi ettiği ve ameliyat ettiği kadar performans adı altında ek ücret verilmesi sonucu kendi aralarında bir hasta kapma yarışına sokulmuştur. Bu hekim grubu da daha fazla hasta bakma nedeniyle tıbbın en ucuz, en güvenli, en hızlı yöntem olan sistemik anamnez almak ve fiziki muayene etmek gibi hekimlik sanatını bırakmışlardır. Bunun yerine tomografi, ultrason, manyetik rezonans görüntüleme ve ileri laboratuvar tetkikleri istemeye yöneltmiştir. Bunun sonucunda bol tetkik sıfır klinik teşhis durumuna sokmuştur. Hekimler hasta doktoru yerine MRG doktorluğu, tetkik doktorluğunu tercih etmişlerdir. Bunun belli başlı 2 nedeni vardır. Bunlardan birincisi: "Aletler teşhis koysun ben reçete yazayım" anlayışı ve rahatlığı, diğeri ise bol tetkik isteyerek yanlış teşhisten korkma ve yanlış hekimlik suçlamasından korunma ihtiyacıdır. Bu durum hekimlerin tıbbi bilgi ve becerilerini kullanma yerine tıbbi alet ve tetkiklere yönelmesine özgül iradelerini tıbbi alet ve edavatlara vermesine yol açmıştır.
Hastalar yönünden ise SGK kaydı ile tüm özel, tüzel, resmi hastanelere başvurabilmesi ve burada bütün tetkiklerin burada yapılabilmesi onları çok memnun etti. Bu 18-20 yılda neredeyse bir derdi için bütün hastaneleri dolaştılar. Her bir hastaneden elleri pazar torbalarıyla, poşetler ve dosyalar dolusu tetkiklerle ayrıldılar. Ancak bol tetkik yapılması doğru teşhis konması ve doğru tedavi yapılması anlamına gelmediği zamanla net bir biçimde ortaya çıktı. Çünkü her zaman öğrencilerime söylediğim gibi "şikâyetin olduğu yer hastalığın olduğu yeri göstermez." Çünkü anamnez alınmadan, fizik muayene yapılmadan ve klinik teşhis konmadan yapılan tetkikler tanıya yardımcı olmaz hatta hekimin kafasını karıştırır. Tıp öğrencilerine ve asistan doktorlara hep söylediğim gibi hastaya anamnez ve klinik teşhis esastır. Görüntüleme ve laboratuvar tetkikleri yardımcı yöntemlerdir. Eğer siz yardımcı metodları esas teşhis aracı olarak kullanırsanız aletin gördüğü ve gösterdiği kadarı ile bir sonuca gidersiniz. Hastanın şikâyetinin buradan kaynaklanıp kaynaklanmadığı ise anamnez ve muayene bulgular olmadan karar verilemez. Bu nedenle klinik bulgularla uyumlu MRG veya uyumsuz MRG kavramları ortaya çıkmıştır. Hasta doktorluğu yerine tetkik doktorluğu gerçeği ile yanlış teşhis ve tedaviler çok artmıştır. Hastalar bu tıbbi gelişmelerden yarar değil zarar görmüştür.
Son zamanlarda gelişen bir diğer kavram ise hasta hakları bildirgesidir. Buna göre her hasta hekime karşı tıbbi istekte bulunabilir, tedaviyi kabul ve red edebilir, hekimi şikâyet edebilir. Bu ve benzeri öneriler hastayı hekime baskı kuran, istekte bulunan, öneri veren, hatta talimat veren bir duruma yükseltirken hekimi de aman beni şikayet etmesin de hasta ne isterse yapayım durumuna sokmuştur. Bu nedenle 'bol tetkik sıfır teşhis', 'bol ilaç sıfır tedavi' gerçeği ortaya çıkmıştır. Eskiden hasta hekimden korkarken şimdi hekimler hastadan korkar hale gelmiştir. Hastanın ve yakınlarının memnun edilmediği durumlarda hekime ve sağlık personeline şiddet gittikçe artan bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkmıştır. Bu durum hekimin hastasını sevgi ile saygı ile ilgi ile bakmasını ve sahiplenmesini engellemiştir. Artık her hasta derdine derman olunması gereken dertli bir insandan, hekime şiddet uygulayabilecek potansiyel bir sorunlu insan durumuna koymuştur. Hekime ve sağlık personeline yapılan sözlü ve fiziki saldırıların takipsizlikle ve cezasızlıkla sonuçlanması hasta ve yakınlarını hekime şiddet ve ilgili resmi kurumlara şikâyet konusunda cesaretlenmelerine yol açmıştır.
Hastalar ve yakınları yönünden tıptaki gelişmeler ve imkânlar sanki insanların tüm derdine derman olacak ve hekimler de gelişen bu metotlarla doğru teşhis koyacak beklentisi ortaya çıkmıştır. Bu nedenle her hasta tam teşhis konması, kalıcı tam tedavi yapılması ve tedavilerde en ufak bir komplikasyon olmaması gibi yüksek bir beklenti içine girmiştir. Hasta ve yakınları teşhis ve tedavide en ufak bir sorunla karşılaştığında hemen soluğu tıbbi davalara bakan avukatta almaktadır. Nitekim hastalar hekimleri yanlış hekimlikle(mal praktis) suçlayarak dava açmaları sonucunda gittikçe artan hukuki sorunlar ortaya çıkmıştır.
Hekim ve hasta arasında güvene dayalı ilişki kayıp olmuştur. Bunun sonucunda hekimler hastayı sahiplenme yerine sorumluktan uzak durmayı defansif tıbbı tercih etmişlerdir.
Hastaların yanlış hekimlikle suçlamaması için bol tetkike yönelmişler, kendisine sorun çıkarabilecek hastaları başka uzmanlık alanlarına, komplikasyon çıkabilecek ağır, kritik hastaları başka merkezlere göndermeyi tercih etme durumuna yöneltmiştir. Ayrıca bu yanlış hekimlikten tazminat ödemekten kendini kasko gibi sigorta etme ihtiyacı doğmuştur. Bu sigortanın da bedeli ücret olarak hastaya yansımıştır. Hekimler mesleğini yaparken hastaya sevgi ile değil korkuyla bakar hale gelmiştir. Bu hekimin hastayı sahiplenme ve hastalıkla savaşma yani ofansif tıp yerine, hastayı uzak tutma, hastalıkla hızlı mücadele yerine bol tetkikle zaman kaybetmek yani defansif tıp tercih edilmiştir. Bunun sonucunda defansif tıpla; hem hasta, hem hekim, hem de SGK yani ülkenin maddi kaybına sebep olmuştur.
Sonuç olarak;
1. Öncelikle tıbbın temeli olan hasta anamnezi ve fizik muayene ile klinik teşhis konmadan ileri görüntüleme ve laboratuvar tetkikleriyle yapılan teşhis ve tedavilerin uygun olmadığı gerçeğini kabul etmek gerekir.
2. Hastalar sağlık kuruluşu ve hekimler için bir müşteri değildir. Derdine derman arayan zor durumda bir insan olana derman olmak beden ilmi öğrenmiş hekimlerin ana görevidir.
3. Bol tetkik ve bol ilaç yazımı ile sağlık israfına son verilmelidir.
4. Hastalar hekimler tarafından empati ile derdine derman olunması gereken bir kişi kabul edilmelidir. Bu bakış açısıyla hekim mesleği gereği hastayı severek sahiplenmeli, hastanın da kendi derdine derman olacak hekime saygıyla karşılık vermesi gerekir.
5. Hasta ve hekim arasında güven ilişkisi, saygı ve sevgi duygusu tekrar yaratılmalıdır. Yani hasta hastalığını ve hekim de hekimliğini bilmelidir.
6. Yoksa son dönemde gelişen defansif tıp uygulamaları ile hem hastalar, hem hekimler, hem SGK, hem toplum sağlığı, barışı, huzuru ve hem de ülke kaybedecektir ve kaybetmektedir.
Prof. Dr. Hidayet Sarı / diğer yazıları
- Türkiye’de hekime şiddetin nedenleri / 25.05.2021
- Türk toplumunda psikososyal sorunların nedenleri / 24.05.2021
- Tek kişilik akıl mı ortak akıl mı? / 22.05.2021
- Şımartılmış Hasta Sendromu ve sağlık çalışanlarına şiddet / 21.05.2021
- Covid-19 salgını ile artan sorun: Kadına şiddet, aile içi şiddet / 27.03.2021
- 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadına şiddet! / 10.03.2021
- Sağlıkta dönüşümün bedeli - sağlık israfı - sağlık iflası / 07.03.2021
- Türk milleti neden mutsuz! / 05.03.2021
- 'İnandığın yolda yürü' / 02.03.2021
- Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp / 22.02.2021
- Türk toplumunda psikososyal sorunların nedenleri / 24.05.2021
- Tek kişilik akıl mı ortak akıl mı? / 22.05.2021
- Şımartılmış Hasta Sendromu ve sağlık çalışanlarına şiddet / 21.05.2021
- Covid-19 salgını ile artan sorun: Kadına şiddet, aile içi şiddet / 27.03.2021
- 8 Mart Kadınlar Günü’nde kadına şiddet! / 10.03.2021
- Sağlıkta dönüşümün bedeli - sağlık israfı - sağlık iflası / 07.03.2021
- Türk milleti neden mutsuz! / 05.03.2021
- 'İnandığın yolda yürü' / 02.03.2021
- Sağlık alanında kötü gidişat ve defansif tıp / 22.02.2021