Haçlı Avrupa yüz yıllarca kendi içinde çatıştı. Güçlü, zayıfı her daim ezdi. Her daim güçlüler egemen oldu, lüks bir hayat yaşadı. Zayıflar ise süründü. Tarihteki olayları anlatan AB ve ABD yapımı filmleri dikkatle izlerseniz bu tabloyu çok açık görebilirsiniz.
Tabi Avrupa'da güçlülerin iktidar olmasında ve iktidarda kalmasında en büyük etken KİLİSE, PAPA ve RAHİPLERDİR. Krallar istedikleri her şeyi din adamlarını da kullanarak insanları, inançları üzerinden etkileyip, kendilerine hizmetkar, köle yapıyorlardı.
Hıristiyanlar, inanç boyutunda 1054 yılında kendi içlerinde Katolik ve Ortodoks, diye ikiye ayrılmışlar ve birbirlerini aforoz etmişlerdi. Ama Kilise ve din adamları şartlar ne olursa olsun her daim güçlünün yanında, iktidarlara (krallara) gizli ortak olma, onların kanun, kural ve uygulamalarına inanç boyutunda yorum ve fetvalar ile halkı ikna etme noktasında hiç ayrılmadılar. Böylece Vatikan ve Vatikan'a bağlı kurum ve kişiler şatafat, rahat bir yaşamın yanında kendilerini de garantiye aldılar.
Bir sebebi de bundan dolayıdır ki, 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen reform hareketi gerçekleştirilmiş ve Protestanlık inancı ortaya çıkmıştır.
Ezilen, sömürülen Avrupa halkları içinden çıkan fikir adamları (ki, bu fikir adamlarının hak, emek, özgürlük, adalet vs. gibi temel insan hakları gibi fikirlerini İslam medeniyetinden aldıklarını kimse itiraf etmez) öncülüğünde reform çağrıları Avrupa'ya yayılmaya başladı.
Bu çağrılar neticesinde Fransa merkez olmak üzere Rönesans ve reform hareketleri tüm Avrupa'da gerçekleşmeye başladı.
Sağ ve sol kavramlarının ortaya çıkışı
Rönesans ve reform hareketleri öncesi Fransa'da bir meclis var. Var ama Fransa Kralı 16. Louis, meclis ne karar alırsa alsın veto etme hakkına sahip. İstemediği her şeyi anında veto ediyor, yok sayıyor.
Tabi bu duruma meclisten de sesler yükselmeye başlıyor ve kralın veto hakkını kaldırmak istiyorlar. Durumun farkında olan Kral Louis, kurucu meclisi sarayına çağırıyor.
Tabloya dikkat edin!
Sarayda bir masanın etrafında toplanıyorlar. Fransa Kralı'nı destekleyen soylular (zengin ve lüks içinde yaşayan kesim) ve Ruhban sınıfı (Hıristiyan din adamları), toplantıyı yöneten meclis başkanı Mounier'in 'sağ' tarafına oturuyorlar.
Kralın böyle bir ayrıcalığı olmaması gerektiğini, herkesin eşit olduğunu savunan, halk destekçisi olan temsilciler ise 'sol' tarafa oturuyor.
İşte bu oturma düzenine binaen sonraki yıllarda özgürlük, sosyal adalet, işçi hakkı, emek, iş, aş isteyenler ve bu istekleri kurdukları sendika veya partilerle dile getirenler solcu olarak adlandırılırken, tek adamlar ve bu adamların her daim devlet ve milletin bekası için var olduğuna inanan ve bu inancına dinden sebepler bulanlar da sağcı olarak adlandırılıyor.
Tabi bu sağ-sol akımı zamanla dünyayı sardı. Birçok krallar, sultanlar tahtlarından oldular. Halklar birbirleriyle savaştı. Bölgesel savaşlar çıktı. İki kez dünya savaşı yaşandı. Ama dünyada değişen hiçbir şey olmadı. Güç ve sermaye sahipleri bazen sendelese de her daim iktidar oldular veya iktidara kendi piyonlarını getirdiler. Dünyalık güç ve sermaye sahibi yanında duran din adamları da dünyalıklarını garanti altına aldılar.
Gerçek olan şu ki, sözcüklere dökülen solculuğu, solcular bile uygulamadı. Sol akımın kalesi olarak kabul edilen Rusya'ya bakın. O muhteşem saraylara ve o saraylarda solcu olarak halkı yönetenlere bakın. Bir de Rus halkına bakın.
Sonuca gelirsek! Bugün Türkiye'de sağcı, muhafazakar veya söylemlerine dini kılıflar takarak siyaset yapanların, Fransa Kralı 16. Louis ve onun yanındaki sağcılardan zerre farkı yoktur. Türkiye'nin solcuları da aynı şekilde. Mahsuni Şerif'in dediği gibi 'Köylüden yanadır, toprak görmemiş. Viskiden gayrı dudak sürmemiş?' o hesap.
Son söz! Bugünkü sağ ve sol kavramlarını, kendince iman dairesine atıp yine kendince fetvalar çıkaranlar sapıktır, sapıklardır.
Tabi Avrupa'da güçlülerin iktidar olmasında ve iktidarda kalmasında en büyük etken KİLİSE, PAPA ve RAHİPLERDİR. Krallar istedikleri her şeyi din adamlarını da kullanarak insanları, inançları üzerinden etkileyip, kendilerine hizmetkar, köle yapıyorlardı.
Hıristiyanlar, inanç boyutunda 1054 yılında kendi içlerinde Katolik ve Ortodoks, diye ikiye ayrılmışlar ve birbirlerini aforoz etmişlerdi. Ama Kilise ve din adamları şartlar ne olursa olsun her daim güçlünün yanında, iktidarlara (krallara) gizli ortak olma, onların kanun, kural ve uygulamalarına inanç boyutunda yorum ve fetvalar ile halkı ikna etme noktasında hiç ayrılmadılar. Böylece Vatikan ve Vatikan'a bağlı kurum ve kişiler şatafat, rahat bir yaşamın yanında kendilerini de garantiye aldılar.
Bir sebebi de bundan dolayıdır ki, 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen reform hareketi gerçekleştirilmiş ve Protestanlık inancı ortaya çıkmıştır.
Ezilen, sömürülen Avrupa halkları içinden çıkan fikir adamları (ki, bu fikir adamlarının hak, emek, özgürlük, adalet vs. gibi temel insan hakları gibi fikirlerini İslam medeniyetinden aldıklarını kimse itiraf etmez) öncülüğünde reform çağrıları Avrupa'ya yayılmaya başladı.
Bu çağrılar neticesinde Fransa merkez olmak üzere Rönesans ve reform hareketleri tüm Avrupa'da gerçekleşmeye başladı.
Sağ ve sol kavramlarının ortaya çıkışı
Rönesans ve reform hareketleri öncesi Fransa'da bir meclis var. Var ama Fransa Kralı 16. Louis, meclis ne karar alırsa alsın veto etme hakkına sahip. İstemediği her şeyi anında veto ediyor, yok sayıyor.
Tabi bu duruma meclisten de sesler yükselmeye başlıyor ve kralın veto hakkını kaldırmak istiyorlar. Durumun farkında olan Kral Louis, kurucu meclisi sarayına çağırıyor.
Tabloya dikkat edin!
Sarayda bir masanın etrafında toplanıyorlar. Fransa Kralı'nı destekleyen soylular (zengin ve lüks içinde yaşayan kesim) ve Ruhban sınıfı (Hıristiyan din adamları), toplantıyı yöneten meclis başkanı Mounier'in 'sağ' tarafına oturuyorlar.
Kralın böyle bir ayrıcalığı olmaması gerektiğini, herkesin eşit olduğunu savunan, halk destekçisi olan temsilciler ise 'sol' tarafa oturuyor.
İşte bu oturma düzenine binaen sonraki yıllarda özgürlük, sosyal adalet, işçi hakkı, emek, iş, aş isteyenler ve bu istekleri kurdukları sendika veya partilerle dile getirenler solcu olarak adlandırılırken, tek adamlar ve bu adamların her daim devlet ve milletin bekası için var olduğuna inanan ve bu inancına dinden sebepler bulanlar da sağcı olarak adlandırılıyor.
Tabi bu sağ-sol akımı zamanla dünyayı sardı. Birçok krallar, sultanlar tahtlarından oldular. Halklar birbirleriyle savaştı. Bölgesel savaşlar çıktı. İki kez dünya savaşı yaşandı. Ama dünyada değişen hiçbir şey olmadı. Güç ve sermaye sahipleri bazen sendelese de her daim iktidar oldular veya iktidara kendi piyonlarını getirdiler. Dünyalık güç ve sermaye sahibi yanında duran din adamları da dünyalıklarını garanti altına aldılar.
Gerçek olan şu ki, sözcüklere dökülen solculuğu, solcular bile uygulamadı. Sol akımın kalesi olarak kabul edilen Rusya'ya bakın. O muhteşem saraylara ve o saraylarda solcu olarak halkı yönetenlere bakın. Bir de Rus halkına bakın.
Sonuca gelirsek! Bugün Türkiye'de sağcı, muhafazakar veya söylemlerine dini kılıflar takarak siyaset yapanların, Fransa Kralı 16. Louis ve onun yanındaki sağcılardan zerre farkı yoktur. Türkiye'nin solcuları da aynı şekilde. Mahsuni Şerif'in dediği gibi 'Köylüden yanadır, toprak görmemiş. Viskiden gayrı dudak sürmemiş?' o hesap.
Son söz! Bugünkü sağ ve sol kavramlarını, kendince iman dairesine atıp yine kendince fetvalar çıkaranlar sapıktır, sapıklardır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025
- İktidar sanki hiç sandık gelmeyecekmiş gibi hareket ediyor / 01.04.2025
- İslam dünyasında bayram! / 31.03.2025
- ‘Cebrail dua etti, bende amin dedim’ / 30.03.2025
- Boykot, tehdit ve umut / 29.03.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- Boykotun babasını yaptılar, yapıyorlar / 04.04.2025
- Erdoğan’ın ‘Filistin’ nöbeti / 03.04.2025
- İktidar sanki hiç sandık gelmeyecekmiş gibi hareket ediyor / 01.04.2025
- İslam dünyasında bayram! / 31.03.2025
- ‘Cebrail dua etti, bende amin dedim’ / 30.03.2025
- Boykot, tehdit ve umut / 29.03.2025