Filistin'deki işgal ile bir kez daha farkedilen Ortadoğu'daki kaos, sadece bölgenin kendi içindeki sebepleri yüzünden zuhur etmemektedir. Ortadoğu kendi halinde değildir. Osmanlı'nın o coğrafyadan çıkartılmasyla birlikte başlayan kaos, dünyanın temel enerji kaynaklarının kontrol mekanizması olarak süregelmektedir.
Bu arada global aktörlerin bu vazgeçilmez hedefi ile Tevrat'taki "arz-ı mev'ud / vadedilmiş topraklar" akidesine derinlemesine bağlı Yahudilerin çabaları birebir denecek biçimde örtüşünce, kaos ve soykırım, Ortadoğu'da bir sömürge ve zulüm yöntemi halini almıştır. Bu bağlamda Şaron'un köklü teolojik karakterini ve siyonist idealleri önceki gün gazetemize tahlil eden Aytunç Altındal'ın tespitleri, bölgedeki koasu kavramak bakımından tarihi öneme sahiptir. Bu tahlil, aynı şekilde tarihi Mezopotamya bölgesinin geleceğine ilişkin muhtemel problemleri öngörmek bakımından da manidardır. Bu cümleden olarak Şaron'un Tevrat rotasında esaslı bir yeri olan "arz-ı mev'ud" ideali, küresel aktörlerin bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol etme mekanizması içinde korunan ve riskleri Misak-ı milli sınırlarımız dahilindeki Harran-Fırat havzasına kadar uzanan bir idealdir. Filistin'deki aktif veya pasif müdahil global güçler, aynı şekilde bu bölgemizdeki misyonerlik ve etnik bölünme faaliyetlerinde de işbirliği içindedirler.
Prof. Dr. Haydar Baş beyin 1985'li yıllardan beri İcmal dergisindeki makalelerinden birkaç yıl önce Yenimesaj'da çıkan mülakat ve yazılarına kadar pekçok yazılı belgede kaydettiği üzere, bu "arz-ı mev'ud" inancı devam ettiği müddetçe ki -İsrail'in varoluş sebebi bu inançtır- Ortadoğu'daki ve güneydoğu bölgemizdeki kaoslar varolacaktır.
Maalesef, bu temel gerçeği gözardı ederek problemlere yaklaşan siyasilerimiz ve toplumbilimcilerimiz bu alanda da çuvallamaktadırlar. Dolayısıyla adeta iltihabın üstünü küreselleşmek adına sıvazlayarak olgunlaştırmaktadırlar. Bu riski görecek ve gerekli tedbirleri alacak, basiretli milli bir politika şarttır. Böyle bir politika ise, Washington ve Brüksel'deki azınlık ve musevi lobilerinde seanslardan geçirilip "değişim"e uğrayan "manda marazlı" yeniyetmelerle hiç mümkün değildir. Eskilerin karnesi ise zaten sıfırlarla doludur. Yepyeni ve Kuvay-ı Milliye ruhuyla donanmış milli bir duruş, bu alanda da olmazsa olmaz konumdadır.
İsrail, Filistin bölgesinde adım adım sürdürdüğü soykırım ve ilhak planında kendi başına değildir. İşgal ve insanlıkdışı zulümlerine karşılık BM Güvenlik toplantılarında en ileri derecede yaptırım olarak sadece "kınama" yapan efendisi Washington'un belirlediği sınırları programı dahilinde hareket etmektedir. Üç voltalık toprak parçasında 650 bin donanımlı asker barındıran bir avuç İsrail, neredeyse bir ABD üssü olarak faaliyet göstermektedir. Hatta ABD'nin askerileşmiş yüksek teknoloji ekonomosi ile iç içe geçmiş durumda bulunmaktadır. Dolayısıyla bugünkü işgal, tek başına İsrail'in değil, Tevrat'taki "arz-ı mev'ud" idealini paylaşanlarla, bu idealden bölgedeki temel enerji kaynaklarını kontrol edecek bir kaos mekanizması devşirip başında duranların ortak yapımıdır.
Global güçler, Türkiye'yi böyle bir koas mekanizmasının "bedava aktif elemanı" durumuna sokmak için çabalamaktadırlar. Dünyaya terör korkusu salıp Ürdün, Suriye ve Mısır'daki aracı şirketler vasıtasıyla Irak pazarının yüzde 40'ına çöreklenen ABD'nin, komşu ülkemizle aramızda oynadığı tecrit oyununun bir benzeri, adeta Filistin meselesinde daha geniş çaplı olarak sahneye konmak istenmektedir. Bu arada "arz-ı mev'ud"cular, ne BM, ne AB, ne bir başka "güya uluslararası kurum"u da takmadan ilerledikçe ilerlemektedirler.
Bu gidişat, korkarım çok uzun zaman geçmeden sınırlarımıza dayanacaktır. Zira dünkü hayalleriyle bugün Filistin'e tecavüz edenlerin, bugün hayalleriyle sınırlarımıza tecavüz ettikleri, dolayısıyla yarın "uygun bir konjonktürde" topraklarımıza bilfiil dadanmak isteyecekleri açıktır.
Global güçler, kendi seanslarından geçmiş suret-i haktan görünen yerli işbirlikçilerinin de yardımlarıyla, ülkemizin ekonomik ve politik çöküntüsünü bu "büyük oyun"larına adeta manivela yapmak arzusundalar. Yani, coğrafyamızda geleceğe dönük inisiyatifimizi de yok ederek tam bir tecrit politikasına itilmekteyiz. Büyük oyuna gelmemek için, bu önemli gerçeği farketmek durumundayız.
Politikacısıyla bürokratıyla, siviliyle askeriyle, devletiyle milletiyle topyekün gözlerimizi dört açmamız şart. Fakat Washington ve Brüksel'de değişime uğrayıp gözleri ve gönülleri bulandırılanların gözleri açık olsa ne yazar...
Dolayısıyla sadece "milletinin yüreğini taşıyan", her alanda gözünü dört açacak olan, "proje sahibi", Kuvay-ı Milliye ruhuyla donanmış mert politikacıların tek başına iktidarı artık kaçınılmaz.
Bu arada global aktörlerin bu vazgeçilmez hedefi ile Tevrat'taki "arz-ı mev'ud / vadedilmiş topraklar" akidesine derinlemesine bağlı Yahudilerin çabaları birebir denecek biçimde örtüşünce, kaos ve soykırım, Ortadoğu'da bir sömürge ve zulüm yöntemi halini almıştır. Bu bağlamda Şaron'un köklü teolojik karakterini ve siyonist idealleri önceki gün gazetemize tahlil eden Aytunç Altındal'ın tespitleri, bölgedeki koasu kavramak bakımından tarihi öneme sahiptir. Bu tahlil, aynı şekilde tarihi Mezopotamya bölgesinin geleceğine ilişkin muhtemel problemleri öngörmek bakımından da manidardır. Bu cümleden olarak Şaron'un Tevrat rotasında esaslı bir yeri olan "arz-ı mev'ud" ideali, küresel aktörlerin bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol etme mekanizması içinde korunan ve riskleri Misak-ı milli sınırlarımız dahilindeki Harran-Fırat havzasına kadar uzanan bir idealdir. Filistin'deki aktif veya pasif müdahil global güçler, aynı şekilde bu bölgemizdeki misyonerlik ve etnik bölünme faaliyetlerinde de işbirliği içindedirler.
Prof. Dr. Haydar Baş beyin 1985'li yıllardan beri İcmal dergisindeki makalelerinden birkaç yıl önce Yenimesaj'da çıkan mülakat ve yazılarına kadar pekçok yazılı belgede kaydettiği üzere, bu "arz-ı mev'ud" inancı devam ettiği müddetçe ki -İsrail'in varoluş sebebi bu inançtır- Ortadoğu'daki ve güneydoğu bölgemizdeki kaoslar varolacaktır.
Maalesef, bu temel gerçeği gözardı ederek problemlere yaklaşan siyasilerimiz ve toplumbilimcilerimiz bu alanda da çuvallamaktadırlar. Dolayısıyla adeta iltihabın üstünü küreselleşmek adına sıvazlayarak olgunlaştırmaktadırlar. Bu riski görecek ve gerekli tedbirleri alacak, basiretli milli bir politika şarttır. Böyle bir politika ise, Washington ve Brüksel'deki azınlık ve musevi lobilerinde seanslardan geçirilip "değişim"e uğrayan "manda marazlı" yeniyetmelerle hiç mümkün değildir. Eskilerin karnesi ise zaten sıfırlarla doludur. Yepyeni ve Kuvay-ı Milliye ruhuyla donanmış milli bir duruş, bu alanda da olmazsa olmaz konumdadır.
İsrail, Filistin bölgesinde adım adım sürdürdüğü soykırım ve ilhak planında kendi başına değildir. İşgal ve insanlıkdışı zulümlerine karşılık BM Güvenlik toplantılarında en ileri derecede yaptırım olarak sadece "kınama" yapan efendisi Washington'un belirlediği sınırları programı dahilinde hareket etmektedir. Üç voltalık toprak parçasında 650 bin donanımlı asker barındıran bir avuç İsrail, neredeyse bir ABD üssü olarak faaliyet göstermektedir. Hatta ABD'nin askerileşmiş yüksek teknoloji ekonomosi ile iç içe geçmiş durumda bulunmaktadır. Dolayısıyla bugünkü işgal, tek başına İsrail'in değil, Tevrat'taki "arz-ı mev'ud" idealini paylaşanlarla, bu idealden bölgedeki temel enerji kaynaklarını kontrol edecek bir kaos mekanizması devşirip başında duranların ortak yapımıdır.
Global güçler, Türkiye'yi böyle bir koas mekanizmasının "bedava aktif elemanı" durumuna sokmak için çabalamaktadırlar. Dünyaya terör korkusu salıp Ürdün, Suriye ve Mısır'daki aracı şirketler vasıtasıyla Irak pazarının yüzde 40'ına çöreklenen ABD'nin, komşu ülkemizle aramızda oynadığı tecrit oyununun bir benzeri, adeta Filistin meselesinde daha geniş çaplı olarak sahneye konmak istenmektedir. Bu arada "arz-ı mev'ud"cular, ne BM, ne AB, ne bir başka "güya uluslararası kurum"u da takmadan ilerledikçe ilerlemektedirler.
Bu gidişat, korkarım çok uzun zaman geçmeden sınırlarımıza dayanacaktır. Zira dünkü hayalleriyle bugün Filistin'e tecavüz edenlerin, bugün hayalleriyle sınırlarımıza tecavüz ettikleri, dolayısıyla yarın "uygun bir konjonktürde" topraklarımıza bilfiil dadanmak isteyecekleri açıktır.
Global güçler, kendi seanslarından geçmiş suret-i haktan görünen yerli işbirlikçilerinin de yardımlarıyla, ülkemizin ekonomik ve politik çöküntüsünü bu "büyük oyun"larına adeta manivela yapmak arzusundalar. Yani, coğrafyamızda geleceğe dönük inisiyatifimizi de yok ederek tam bir tecrit politikasına itilmekteyiz. Büyük oyuna gelmemek için, bu önemli gerçeği farketmek durumundayız.
Politikacısıyla bürokratıyla, siviliyle askeriyle, devletiyle milletiyle topyekün gözlerimizi dört açmamız şart. Fakat Washington ve Brüksel'de değişime uğrayıp gözleri ve gönülleri bulandırılanların gözleri açık olsa ne yazar...
Dolayısıyla sadece "milletinin yüreğini taşıyan", her alanda gözünü dört açacak olan, "proje sahibi", Kuvay-ı Milliye ruhuyla donanmış mert politikacıların tek başına iktidarı artık kaçınılmaz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019