“Ah, ölüm ne güzel bir nasihattir, kalpleri diri bulabilse.” -Hasan-ı Basri (rh.a)-
İnsanoğlu Rabbimiz’in emri doğrultusunda doğar yaşar ve vakti geldiğinde yolcu olur, yine Rabbi’ne döner. Kimi zaman daha küçücük bir bebek iken alınır, kimi zaman hayatı dolu dolu yaşar ve gideceği mekan yine aynıdır. Tabii, ahirette kurulacak mizanda tartısı ağır gelir de, amel defteri yüzünü ağartacak nitelikteyse işte o zaman ne mutlu ona.
Bu gerçeği çoğumuz biliriz de, ölüm denen gerçeğin soğuk yüzünü de çevremizdekilerde dahi gördüğümüz halde hala kalbimizin ayılmasına çare bulamayız. Oysa, ölüm en güzel mesajdır. Çaresizliğin, acziyetin gerçek yüzü işte o gerçekle gün yüzüne çıkar, hasta olan bir kimse de acizliği yansıtır, lakin ölümün geri dönüşü olmayan bir yol olması, daha derin bir etki bırakır kişiler üzerinde. Fakat bu hal kimilerinde geçici bir tesir bırakır. Kalbi diri olan, yani her daim var oluş gerçeğini aklında tutarak tefekkürü alışkanlık edinmiş şuurlu bir mü’min, ölüm gerçeğini asla aklından çıkarmaz ve döneceği yeri vuslat olarak kabul eder ve özlemle o kavuşma anını bekler. Çünkü bilir ki, korkacağı, endişe edeceği bir hesabı yoktur.
Nefsinin, kendi içindeki sinsi düşmanı olduğunu ve asla peşinden gitmemesi gerektiğini, fısıltılarına kulak vermemesi gerektiğini çok iyi bilir.
Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) döneminde yaşayan bir mü’min nefsine teslim olmamak için bir çare düşünür ve her gün Nebi’nin (s.a.v.) yanına uğrayıp, “Bana ölümü hatırlatacak bir şeyler söyleyin” der. Bir gün yeniden aynı taleple huzura çıktığında bu defa Efendimiz (s.a.v.) kendisine aynaya bakmasını ve artık ölümü hatırlayabileceğini ifade buyurur. O mü’min zât da aynaya baktığında saçlarının artık ağarmaya başladığını görür ve ne ifade buyrulduğunu idrak etmiş olur. Evet, saçların ağarması da artık ölüme doğru yaklaşmanın işaretlerinden biridir. Çünkü tazelik dönemi sona erip, artık sona doğru gidişin belirgin izleri husule gelmiştir. Kalbine söz geçirmeyi bilen basiretli bir mü’min, tüm olaylara karşı kalbinin her daim diri kalmasını bilir. Her bir eylemden, her bir neticeden firasetli bakış açısıyla derin anlamlar çıkarır ve doğru hamleler yapması gerektiği konusunda kendini dengede tutar.
Kalp denen organ görünüşte bir et parçasıdır, lakin içinde neler barındırır neler… Hased, kin ve düşmanlıklar... Oysa o bize tertemiz teslim edilmişti, onu kirletmeye, karartmaya hakkımız var mıydı? Nefsin fısıltılarına uyup, yoldan çıkmaya gerek var mıydı?
Erdemli bir yürek ne kadar da itibar görür oysa ki... Kendi güzel baktığından gördüğü herşey de ona güzel görünür çünkü... Ve çevresindekiler de bilir ki ondan zarar gelmez, o emin bir kimsedir. İşte böyle olabilmek var hayatta... Güvenilir ve emin... Tıpkı en güzel ahlakla bezenmiş, güzel erdemlerin temsilcisi Efendimiz (s.a.v.) misali. Ne mutlu bu feyzi yakalayabilene...
Kur’an-ı Azimüşan’da Rad Sûresinde de buyrulduğu üzere, “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain (huzurlu) olur.” Evet, huzuru yakalayabilmek ve katı bir kalpten korunmak için, zikirden, şükürden, ibadetlerden kopmayıp, her daim Rabbimizle başbaşa kalmayı düstur edinmemiz gerekir.
İnsanoğlu Rabbimiz’in emri doğrultusunda doğar yaşar ve vakti geldiğinde yolcu olur, yine Rabbi’ne döner. Kimi zaman daha küçücük bir bebek iken alınır, kimi zaman hayatı dolu dolu yaşar ve gideceği mekan yine aynıdır. Tabii, ahirette kurulacak mizanda tartısı ağır gelir de, amel defteri yüzünü ağartacak nitelikteyse işte o zaman ne mutlu ona.
Bu gerçeği çoğumuz biliriz de, ölüm denen gerçeğin soğuk yüzünü de çevremizdekilerde dahi gördüğümüz halde hala kalbimizin ayılmasına çare bulamayız. Oysa, ölüm en güzel mesajdır. Çaresizliğin, acziyetin gerçek yüzü işte o gerçekle gün yüzüne çıkar, hasta olan bir kimse de acizliği yansıtır, lakin ölümün geri dönüşü olmayan bir yol olması, daha derin bir etki bırakır kişiler üzerinde. Fakat bu hal kimilerinde geçici bir tesir bırakır. Kalbi diri olan, yani her daim var oluş gerçeğini aklında tutarak tefekkürü alışkanlık edinmiş şuurlu bir mü’min, ölüm gerçeğini asla aklından çıkarmaz ve döneceği yeri vuslat olarak kabul eder ve özlemle o kavuşma anını bekler. Çünkü bilir ki, korkacağı, endişe edeceği bir hesabı yoktur.
Nefsinin, kendi içindeki sinsi düşmanı olduğunu ve asla peşinden gitmemesi gerektiğini, fısıltılarına kulak vermemesi gerektiğini çok iyi bilir.
Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) döneminde yaşayan bir mü’min nefsine teslim olmamak için bir çare düşünür ve her gün Nebi’nin (s.a.v.) yanına uğrayıp, “Bana ölümü hatırlatacak bir şeyler söyleyin” der. Bir gün yeniden aynı taleple huzura çıktığında bu defa Efendimiz (s.a.v.) kendisine aynaya bakmasını ve artık ölümü hatırlayabileceğini ifade buyurur. O mü’min zât da aynaya baktığında saçlarının artık ağarmaya başladığını görür ve ne ifade buyrulduğunu idrak etmiş olur. Evet, saçların ağarması da artık ölüme doğru yaklaşmanın işaretlerinden biridir. Çünkü tazelik dönemi sona erip, artık sona doğru gidişin belirgin izleri husule gelmiştir. Kalbine söz geçirmeyi bilen basiretli bir mü’min, tüm olaylara karşı kalbinin her daim diri kalmasını bilir. Her bir eylemden, her bir neticeden firasetli bakış açısıyla derin anlamlar çıkarır ve doğru hamleler yapması gerektiği konusunda kendini dengede tutar.
Kalp denen organ görünüşte bir et parçasıdır, lakin içinde neler barındırır neler… Hased, kin ve düşmanlıklar... Oysa o bize tertemiz teslim edilmişti, onu kirletmeye, karartmaya hakkımız var mıydı? Nefsin fısıltılarına uyup, yoldan çıkmaya gerek var mıydı?
Erdemli bir yürek ne kadar da itibar görür oysa ki... Kendi güzel baktığından gördüğü herşey de ona güzel görünür çünkü... Ve çevresindekiler de bilir ki ondan zarar gelmez, o emin bir kimsedir. İşte böyle olabilmek var hayatta... Güvenilir ve emin... Tıpkı en güzel ahlakla bezenmiş, güzel erdemlerin temsilcisi Efendimiz (s.a.v.) misali. Ne mutlu bu feyzi yakalayabilene...
Kur’an-ı Azimüşan’da Rad Sûresinde de buyrulduğu üzere, “Kalpler ancak Allah’ı zikretmekle mutmain (huzurlu) olur.” Evet, huzuru yakalayabilmek ve katı bir kalpten korunmak için, zikirden, şükürden, ibadetlerden kopmayıp, her daim Rabbimizle başbaşa kalmayı düstur edinmemiz gerekir.
Yasemin Dokumacı / diğer yazıları
- İlmin paha biçilmez değeri / 30.10.2012
- Amellerin hesabı / 29.10.2012
- Kulluk zikirle yaşanır / 02.08.2012
- Ölüm ne güzel bir nasihat / 01.08.2012
- Dünya geçicidir / 31.07.2012
- Orucun öğrettikleri / 29.07.2012
- Nefsin tuzakları / 28.07.2012
- Allah’a vuslat / 26.07.2012
- Hoşgeldin ya şehr-i Ramazan / 25.07.2012
- Alim; ilmiyle amel edendir / 22.07.2012
- Amellerin hesabı / 29.10.2012
- Kulluk zikirle yaşanır / 02.08.2012
- Ölüm ne güzel bir nasihat / 01.08.2012
- Dünya geçicidir / 31.07.2012
- Orucun öğrettikleri / 29.07.2012
- Nefsin tuzakları / 28.07.2012
- Allah’a vuslat / 26.07.2012
- Hoşgeldin ya şehr-i Ramazan / 25.07.2012
- Alim; ilmiyle amel edendir / 22.07.2012