1 Ocak 2013 yılında 'çözüm süreci' altında bir yol haritası açıklandı. Herkes pembe gülücükler dağıtırken sadece bizler, 'hayır, sizin muhatabınız millettir, dağdaki teröristler değildir. Çözüm ancak devlet-millet eliyle gerçekleşebilir' diyorduk. Başka! Bu süreçle PKK, kentsel yapılanmasını tamamlayacak, terör şehirlere inecek' diyorduk.
Dinlemediler, dinlemediniz. Geldiğimiz nokta ortada. Ordumuzun 3 ay giremediği vatan topraklarımız oldu. Terör devam ediyor. Binlerce şehit verdik, veriyoruz.
Çözüm sürecinden önce başlayan Suriye sorunu ve ülkemize gelen mülteciler için de tek farklı ses ve çözüm üreten yine bizdik. En başında Türkiye'nin, Suriye iç işlerine karışmasının hem komşuluk, hem bölgesel ve hem de ülkemiz için büyük bir yıkım ve tehdit oluşturacağını anlattık.
Dinlemediler, dinlemediniz. İnsanlar savaştan kaçmaya, vatanlarını terk etmeye başladılar. Tamam! İnsana yardım, Müslüman'a yardım hepimizin görevi ama her görevin bir şekli, yöntemi var.
Bu yöntemin nasıl olacağını da anlattık. Ama 'muhacir-ensar' kavramları altında mülteciler Türkiye'nin her yerine dağıldı. Ama ensarlar bir anda ortalıktan kayboldu.
Aş yok, iş yok, ev yok, umut da yok. İşte bu tablo en tehlikeli yaratık tipidir. Aç ve umutsuz insanı herkes kullanabilir. Hele Türkiye gibi bir coğrafyada ve PKK örneğinde olduğu gibi bu insanlara umut tacirliği yaparak, ülke ve milletimizin aleyhine kullanacak onlarca gizli servis ve örgüt var.
Bugün Suriyelilerin çıkardığı birçok olaydan bahsediyoruz. Ama emin olun tehlikenin büyüğü bahsettiğim tabloda. Hükümet bu noktada çaresiz. Aynen çözüm sürecinde olduğu gibi mülteciler konusunda da ipi elden kaçırdı. Gizli güç, dediğimiz yapılar bu mültecilerin içinden seçmeler yaparak silahlı bir örgüt kurabilirler veya yine birileri bu sahipsiz insanlara tetikçilik yaptırabilirler. Ülkemizin gidişatı buna çok müsait. Yani ülkemiz için bir tehdit daha var; mülteciler.
Hükümetten bazı bakanlar, mülteciler ile vatandaşlarımız arasında çıkan olaylar ile ilgili açıklamalar yapıyor. Bu açıklamalar bir taraftan hükümetin çaresizliğini gösterirken diğer taraftan da ülkemizin siyasi, sosyal ve ekonomik olarak geldiği noktanın itirafıdır.
Baştan ifade edeyim; Her insanın can, mal, namus güvenliği kutsaldır, dokunulamaz. Hele Müslüman'ın hiç dokunulamaz.
Hükümet bir genelge yayınlıyor; sosyal medyada mülteciler hakkında kışkırtıcı yayın yapanlar, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla 1 ile 3 yıl arasında yargılanacak.
Bir amca anlattı: Hastaneye test sonuçlarını almaya gittim. Önümde iki kişi vardı. Sonuçlarını aldı, gittiler. Ben de sonucu aldım, para istediler. Ama onlar vermedi, deyince, 'onlar Suriyeli' dediler.
Basit bir soru: Bu tablo kin ve düşmanlığa sebep olabilir mi?
Veya binlerce lira ve yıllar harcayarak ve ancak yarısının başarabildiği üniversiteye girişlerde Suriyelilerin direkt giriş hakkı vermek halkı kin ve düşmanlığa sebep olabilir mi?
Veya merdiven altlarında, AVM, hastane vs. kapılarda asgari ücretle saatlerce çalışan, nöbet tutan insanlarımızın hali ortada. Peki, mültecilere bu vatandaşlarımızdan fazla para vermek, alış-veriş kartı vermek halkı kin ve düşmanlığa sebep olabilir mi?
İstanbul'da her kaldırım, köşe başında, duraklarda, üst geçitlerde binlerce mülteci dilencilik yapıyor. Tablo çok vahim? Ufacık çocuklar yağmurun altında annelerinin kucağında, adeta "bizim suçumuz ne" sessiz çığlıkları içinde bekliyorlar. İçim yanıyor. Ama hangisine yardım edeyim. Cumhurbaşkanı maaşı alsam bile yardım ede ede eve gidene kadar biter.
Tabi bu vahim tablo vatandaşımızı üzdü ve şikâyetler gelmeye başladı. İstanbul Valisi yaptığı açıklamada, 'dilencilerin çoğu Suriyeli değil bizim vatandaşlarımız' dedi.
İyi ama "ülkemiz çağ atladı, global güç oldu" denilmişti. Halkımız neden dilencilik yapsın ki!
Gerçeği, Bakan Veysi Kaynak açıkladı: "Suriyeliler olmasa ülkemizde fabrikalar durur."
Bakan Veysel Eroğlu ise ülkemizdeki bereketin sebebini, Suriyelilerin duasından kaynaklandığını ifade ederken İçişleri Bakanlığı, Suriyelilerin karıştığı olayların çok abartılmaması gerektiğini, çünkü bu suçlar vatandaşımızın işlediği suçların ancak yüzde 1 buçuğu kadar olduğunu açıklandı.
Yazık, demekten başka bir şey gelmiyor içimden?
Dinlemediler, dinlemediniz. Geldiğimiz nokta ortada. Ordumuzun 3 ay giremediği vatan topraklarımız oldu. Terör devam ediyor. Binlerce şehit verdik, veriyoruz.
Çözüm sürecinden önce başlayan Suriye sorunu ve ülkemize gelen mülteciler için de tek farklı ses ve çözüm üreten yine bizdik. En başında Türkiye'nin, Suriye iç işlerine karışmasının hem komşuluk, hem bölgesel ve hem de ülkemiz için büyük bir yıkım ve tehdit oluşturacağını anlattık.
Dinlemediler, dinlemediniz. İnsanlar savaştan kaçmaya, vatanlarını terk etmeye başladılar. Tamam! İnsana yardım, Müslüman'a yardım hepimizin görevi ama her görevin bir şekli, yöntemi var.
Bu yöntemin nasıl olacağını da anlattık. Ama 'muhacir-ensar' kavramları altında mülteciler Türkiye'nin her yerine dağıldı. Ama ensarlar bir anda ortalıktan kayboldu.
Aş yok, iş yok, ev yok, umut da yok. İşte bu tablo en tehlikeli yaratık tipidir. Aç ve umutsuz insanı herkes kullanabilir. Hele Türkiye gibi bir coğrafyada ve PKK örneğinde olduğu gibi bu insanlara umut tacirliği yaparak, ülke ve milletimizin aleyhine kullanacak onlarca gizli servis ve örgüt var.
Bugün Suriyelilerin çıkardığı birçok olaydan bahsediyoruz. Ama emin olun tehlikenin büyüğü bahsettiğim tabloda. Hükümet bu noktada çaresiz. Aynen çözüm sürecinde olduğu gibi mülteciler konusunda da ipi elden kaçırdı. Gizli güç, dediğimiz yapılar bu mültecilerin içinden seçmeler yaparak silahlı bir örgüt kurabilirler veya yine birileri bu sahipsiz insanlara tetikçilik yaptırabilirler. Ülkemizin gidişatı buna çok müsait. Yani ülkemiz için bir tehdit daha var; mülteciler.
Hükümetten bazı bakanlar, mülteciler ile vatandaşlarımız arasında çıkan olaylar ile ilgili açıklamalar yapıyor. Bu açıklamalar bir taraftan hükümetin çaresizliğini gösterirken diğer taraftan da ülkemizin siyasi, sosyal ve ekonomik olarak geldiği noktanın itirafıdır.
Baştan ifade edeyim; Her insanın can, mal, namus güvenliği kutsaldır, dokunulamaz. Hele Müslüman'ın hiç dokunulamaz.
Hükümet bir genelge yayınlıyor; sosyal medyada mülteciler hakkında kışkırtıcı yayın yapanlar, halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla 1 ile 3 yıl arasında yargılanacak.
Bir amca anlattı: Hastaneye test sonuçlarını almaya gittim. Önümde iki kişi vardı. Sonuçlarını aldı, gittiler. Ben de sonucu aldım, para istediler. Ama onlar vermedi, deyince, 'onlar Suriyeli' dediler.
Basit bir soru: Bu tablo kin ve düşmanlığa sebep olabilir mi?
Veya binlerce lira ve yıllar harcayarak ve ancak yarısının başarabildiği üniversiteye girişlerde Suriyelilerin direkt giriş hakkı vermek halkı kin ve düşmanlığa sebep olabilir mi?
Veya merdiven altlarında, AVM, hastane vs. kapılarda asgari ücretle saatlerce çalışan, nöbet tutan insanlarımızın hali ortada. Peki, mültecilere bu vatandaşlarımızdan fazla para vermek, alış-veriş kartı vermek halkı kin ve düşmanlığa sebep olabilir mi?
İstanbul'da her kaldırım, köşe başında, duraklarda, üst geçitlerde binlerce mülteci dilencilik yapıyor. Tablo çok vahim? Ufacık çocuklar yağmurun altında annelerinin kucağında, adeta "bizim suçumuz ne" sessiz çığlıkları içinde bekliyorlar. İçim yanıyor. Ama hangisine yardım edeyim. Cumhurbaşkanı maaşı alsam bile yardım ede ede eve gidene kadar biter.
Tabi bu vahim tablo vatandaşımızı üzdü ve şikâyetler gelmeye başladı. İstanbul Valisi yaptığı açıklamada, 'dilencilerin çoğu Suriyeli değil bizim vatandaşlarımız' dedi.
İyi ama "ülkemiz çağ atladı, global güç oldu" denilmişti. Halkımız neden dilencilik yapsın ki!
Gerçeği, Bakan Veysi Kaynak açıkladı: "Suriyeliler olmasa ülkemizde fabrikalar durur."
Bakan Veysel Eroğlu ise ülkemizdeki bereketin sebebini, Suriyelilerin duasından kaynaklandığını ifade ederken İçişleri Bakanlığı, Suriyelilerin karıştığı olayların çok abartılmaması gerektiğini, çünkü bu suçlar vatandaşımızın işlediği suçların ancak yüzde 1 buçuğu kadar olduğunu açıklandı.
Yazık, demekten başka bir şey gelmiyor içimden?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Akın Aydın / diğer yazıları
- O zaman nedir bu Milli Ekonomi Modeli? / 15.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -2- / 14.04.2025
- O, benim bitmeyen rüyamdı -1- / 13.04.2025
- İktidarın kutsal (!) haç ve Konstantinapol sessizliği / 11.04.2025
- İktidara karşı değilse istediğiniz kadar yürüyebilirsiniz / 10.04.2025
- Papazı nasıl aldık hatırlıyor musun? / 09.04.2025
- Siyasette üçüncü yol şart mı? / 08.04.2025
- Alparslan Türkeş’in vefat yıl dönümünden önce / 07.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -2- / 06.04.2025
- Sayın Erdoğan’ın nefretten doğan AB aşkı -1- / 05.04.2025