Hükümetin Türkiye'yi AB'ne sunmakla görevli Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz'ın AB'siz bir günü hatta saati geçmiyor. Geçen haftada sayın Yılmaz peş peşe verdiği demeçlerle önemli açıklamalarda bulundu. Benim için en manidar olanını ele almak istiyorum.
Türk milletinin 200 yılı bulan batılılaşma mücadelesi verdiğini hatırlatan Yılmaz, "Türkiye'nin bu hedeften herhangi bir şekilde vazgeçmesi veya bunu diğer alternatifler seviyesine indirmesi, 200 yıllık bir uğraşın heba edilmesi anlamına gelmektedir" dedi.
Peki nedir bu ikiyüz yıllık uğraş ve Türk milletini nerelere getirmiştir? Çok yüzeysel de olsa kısa bir tarih turuna çıkmayı gerektiriyor bu sözler.
Meşrutiyet döneminde Batıcıların yayın organı olan İçtihad (Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı Beyler, Celal Nuri)'ın başyazarı Avrupalı olmanın zorunluluğunu şöyle dile getiriyordu: "Ya biz Avrupa'ya gitmeliydik ya Avrupa bize gelecekti."
200 yıllık batılılaşma sürecinin ana teması buydu. Çünkü o zamandan bu güne tek yol Avrupa'ydı. Ancak ne ilginçtir ki bu serüvenin sürecinde Avrupa bize gelmeye karar verince karşımıza Sevr çıkmıştı. Evet Avrupa bize gelmişti, dilim dilim parçalayıp kurtlar sofrasına pay etmek için.
Avrupa'ya gitmek sürecinde Batı kurumlarını topluma aktarmalar reform diye halka sunuldu. Bu kapsamda, önce 1838 tarihli Ticaret Anlaşması, 1839 tarihinde Gülhane Hattı Hümayunu, 1856 tarihinde Islahat Fermanı ve 1858 tarihinde de Arazi Kanunnamesi ilan edildi.
AB giriş süreci içerisinde Türkiye'ye dayatılan Kopenhag kriterleri Türk Milletine yabancı değildir. Avrupa hayranı içimizdeki batı temsilcilerinin, Osmanlı İmparatorluğun çöküşünü hızlandırdığı yıllarda, 1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan, birtakım yenilik diye sunulan aldatmacaların; 18 şubat 1856'da Sultan Abdülmecid'in meşhur İslahat Hattı-ı Hümayu'nu yayınlaması neticesinde 25 şubatta başlayıp 30 Mart 1856'da imza merasimiyle sona eren Paris Konferansıyla yapılan dayatma sonucu Avrupalı olduğumuz ilan edilmişti.
Bu serüvenin önemli bir aşaması olarak, Avrupalı olabilme hevesi uğruna imzalanan Paris Anlaşması öncesi, Avrupa devletlerince Türklere dayatılan ve zamanla aşama aşama Balkanlar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki varlığının sona ermesine zemin hazırlayan 'Islahat Fermanı'nı kabul ve ilan edildi.
Osmanlı Devleti Islahat Fermanı'na paralel olarak giden Paris Antlaşması çerçevesinde bir Avrupa devleti sayılacaktı. Ama bu antlaşmaya rağmen örtülü hedef Osmanlı'nın Avrupa'dan, Avrupa'ya ait fiziki ve kültürel coğrafyadan uzaklaştırılmasıydı.
Bu Paris Konferansı kriterleri ile Helsinki ve Kopenhag kriterlerini yanyana koyduğumuzda maddelerinin çakıştığını, farklılık olmadığı çok net olarak ortaya çıkıyor. Demek ki 146 yıl önce kabul ettiğimiz şartlar, şimdi Kopenhag kriterleri diye yine karşımızda.
1856'da Avrupalılaştığımızda 600 yıllık imparatorluk; ekonomik, sosyal ve siyasi yapısıyla tarihe gömülmek üzere defteri dürülmüştü. Sevr'e giden yolun başlangıcı, 1856 Paris Antlaşmasıyla başlamıştı.
Avrupalı dostlarımızla imzalanan bu anlaşmalardan sonra Türk Milleti bağımsızlık savaşı vermek zorunda kaldı bu dostlara(!) karşı. Batılılaşmak ve Avrupa'ya gitmek adına atılan tüm adımlar sonunda Avrupa'yı ülkemize getirmişti. 'Sömürgeciliğe ve mandacılığa hayır'diyerek verilen İstiklal mücadelesi ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu gün 'İçtihad' çıların kafasıyla yeniden Avrupa'ya gitmeyi kafalarına koymuş durumdalar.
"(...) Batının Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki isteklerinde samimiyetle hareket ettiğini iddia etmek tarih gerçeklerine aykırıdır. Osmanlılar karşısındaki üstünlüğünü tesis ettikten sonra, Batılı büyük devletler, Babıâli'ye önce tavsiyede bulunmuşlardır. Sonra teşebbüsü ele alarak ıslahat yapılması için müdahale safhasına geçmişlerdir. Daha sonra da bu müdahale ağır bir baskı haline gelmiştir. Batı medeniyeti adına yapılması istenen hususların dikte edilmesine kadar gidilmiş olması baskının ağırlığı hakkında bir fikir vermeye yeter. Batı, Osmanlı devletinin kurtuluşuna ve kalkınmasına çok kere Haçlı zihniyeti ile, fakat her şeyin üstünde, menfaatları açısından bakmıştır."(1)
Bugün, AB üyeliğine kabul edilebilme ön koşulları biçiminde Türkiye'nin önüne konulan kriterler ile 150 yıl önce konulanlar arasında birebir yöntem ve içerik benzerliği bulunuyor. Buna rağmen, geçmişte olduğu gibi bugün Türkiye bir Batı kulübü olan Avrupa Birliği'ne üye olma adına önüne konulan tek taraflı şartları, büyük bir gayret ve binbir tavizle yerine getirme ve sistemine kazandırma çabası sergiliyor.
Evet, sayın Yılmaz'ın bahsettiği ve heba etmekten korktuğu 200 yıllık batılılaşma serüveninin özetinin özeti. Batıcıların Avrupa ile bütünleşme rüyasını gördüğü gaflet uykusu mudur? Ama hiçbir gaflet uykusu 200 yıl sürmez. Sürerse ona 'gaflet' denmez, hatta uyku da denmez. Lütfen yazının başlığını tekrar okuyunuz.
(1) Tarık Zafer Tunaya(1999), "Batılılaşma Hareketleri I",Cumhuriyet yay. İstanbul,s.49
Türk milletinin 200 yılı bulan batılılaşma mücadelesi verdiğini hatırlatan Yılmaz, "Türkiye'nin bu hedeften herhangi bir şekilde vazgeçmesi veya bunu diğer alternatifler seviyesine indirmesi, 200 yıllık bir uğraşın heba edilmesi anlamına gelmektedir" dedi.
Peki nedir bu ikiyüz yıllık uğraş ve Türk milletini nerelere getirmiştir? Çok yüzeysel de olsa kısa bir tarih turuna çıkmayı gerektiriyor bu sözler.
Meşrutiyet döneminde Batıcıların yayın organı olan İçtihad (Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı Beyler, Celal Nuri)'ın başyazarı Avrupalı olmanın zorunluluğunu şöyle dile getiriyordu: "Ya biz Avrupa'ya gitmeliydik ya Avrupa bize gelecekti."
200 yıllık batılılaşma sürecinin ana teması buydu. Çünkü o zamandan bu güne tek yol Avrupa'ydı. Ancak ne ilginçtir ki bu serüvenin sürecinde Avrupa bize gelmeye karar verince karşımıza Sevr çıkmıştı. Evet Avrupa bize gelmişti, dilim dilim parçalayıp kurtlar sofrasına pay etmek için.
Avrupa'ya gitmek sürecinde Batı kurumlarını topluma aktarmalar reform diye halka sunuldu. Bu kapsamda, önce 1838 tarihli Ticaret Anlaşması, 1839 tarihinde Gülhane Hattı Hümayunu, 1856 tarihinde Islahat Fermanı ve 1858 tarihinde de Arazi Kanunnamesi ilan edildi.
AB giriş süreci içerisinde Türkiye'ye dayatılan Kopenhag kriterleri Türk Milletine yabancı değildir. Avrupa hayranı içimizdeki batı temsilcilerinin, Osmanlı İmparatorluğun çöküşünü hızlandırdığı yıllarda, 1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan, birtakım yenilik diye sunulan aldatmacaların; 18 şubat 1856'da Sultan Abdülmecid'in meşhur İslahat Hattı-ı Hümayu'nu yayınlaması neticesinde 25 şubatta başlayıp 30 Mart 1856'da imza merasimiyle sona eren Paris Konferansıyla yapılan dayatma sonucu Avrupalı olduğumuz ilan edilmişti.
Bu serüvenin önemli bir aşaması olarak, Avrupalı olabilme hevesi uğruna imzalanan Paris Anlaşması öncesi, Avrupa devletlerince Türklere dayatılan ve zamanla aşama aşama Balkanlar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki varlığının sona ermesine zemin hazırlayan 'Islahat Fermanı'nı kabul ve ilan edildi.
Osmanlı Devleti Islahat Fermanı'na paralel olarak giden Paris Antlaşması çerçevesinde bir Avrupa devleti sayılacaktı. Ama bu antlaşmaya rağmen örtülü hedef Osmanlı'nın Avrupa'dan, Avrupa'ya ait fiziki ve kültürel coğrafyadan uzaklaştırılmasıydı.
Bu Paris Konferansı kriterleri ile Helsinki ve Kopenhag kriterlerini yanyana koyduğumuzda maddelerinin çakıştığını, farklılık olmadığı çok net olarak ortaya çıkıyor. Demek ki 146 yıl önce kabul ettiğimiz şartlar, şimdi Kopenhag kriterleri diye yine karşımızda.
1856'da Avrupalılaştığımızda 600 yıllık imparatorluk; ekonomik, sosyal ve siyasi yapısıyla tarihe gömülmek üzere defteri dürülmüştü. Sevr'e giden yolun başlangıcı, 1856 Paris Antlaşmasıyla başlamıştı.
Avrupalı dostlarımızla imzalanan bu anlaşmalardan sonra Türk Milleti bağımsızlık savaşı vermek zorunda kaldı bu dostlara(!) karşı. Batılılaşmak ve Avrupa'ya gitmek adına atılan tüm adımlar sonunda Avrupa'yı ülkemize getirmişti. 'Sömürgeciliğe ve mandacılığa hayır'diyerek verilen İstiklal mücadelesi ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu gün 'İçtihad' çıların kafasıyla yeniden Avrupa'ya gitmeyi kafalarına koymuş durumdalar.
"(...) Batının Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki isteklerinde samimiyetle hareket ettiğini iddia etmek tarih gerçeklerine aykırıdır. Osmanlılar karşısındaki üstünlüğünü tesis ettikten sonra, Batılı büyük devletler, Babıâli'ye önce tavsiyede bulunmuşlardır. Sonra teşebbüsü ele alarak ıslahat yapılması için müdahale safhasına geçmişlerdir. Daha sonra da bu müdahale ağır bir baskı haline gelmiştir. Batı medeniyeti adına yapılması istenen hususların dikte edilmesine kadar gidilmiş olması baskının ağırlığı hakkında bir fikir vermeye yeter. Batı, Osmanlı devletinin kurtuluşuna ve kalkınmasına çok kere Haçlı zihniyeti ile, fakat her şeyin üstünde, menfaatları açısından bakmıştır."(1)
Bugün, AB üyeliğine kabul edilebilme ön koşulları biçiminde Türkiye'nin önüne konulan kriterler ile 150 yıl önce konulanlar arasında birebir yöntem ve içerik benzerliği bulunuyor. Buna rağmen, geçmişte olduğu gibi bugün Türkiye bir Batı kulübü olan Avrupa Birliği'ne üye olma adına önüne konulan tek taraflı şartları, büyük bir gayret ve binbir tavizle yerine getirme ve sistemine kazandırma çabası sergiliyor.
Evet, sayın Yılmaz'ın bahsettiği ve heba etmekten korktuğu 200 yıllık batılılaşma serüveninin özetinin özeti. Batıcıların Avrupa ile bütünleşme rüyasını gördüğü gaflet uykusu mudur? Ama hiçbir gaflet uykusu 200 yıl sürmez. Sürerse ona 'gaflet' denmez, hatta uyku da denmez. Lütfen yazının başlığını tekrar okuyunuz.
(1) Tarık Zafer Tunaya(1999), "Batılılaşma Hareketleri I",Cumhuriyet yay. İstanbul,s.49
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Çiçek / diğer yazıları
- Birlik çağrısı / 27.10.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014