Operasyonun adı kurtarma...
Hukuksuzluğun adı kuşatma...
Evet, hukukun siyaset kuşatması operasyonlarla devam ediyor.
Geç uyanan Anayasa Mahkemesi Reisi’ne geçen yazımızda günaydın dedik ama mahmûr bakışların çaresizliği sürmekte.
Malum soruşturma “Deniz Feneri”nin sanıkları, önce savcılardan sonra da üstlerine atılmış suçların ağırlığından kurtarıldılar.
Nasıl mı?
Şöyle;
Deniz Feneri soruşturmasının doğum yeri ve yılı: Almanya - 2006 soruşturma, Almanya’da hukuk tarihine “asrın bağış yolsuzluğu” olarak not düşürdü.
Soruşturma ve yargılama sonucunda, Almanya’da topladıkları bağış paralarını Türkiye’deki şirketlerin hesabına geçirmekle suçlanan sanıklar, dolandırıcılık ve haksız kazanç sağlamaktan hapis cezasına çarptırılarak mahkum edildiler. Almanya’daki savcılık iddiası, asıl suçluların, faillerin Türkiye’de olduğunu işaret ediyordu. İşaret ediyordu etmesine ama anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
“Bana değildir inşallah” diyen yetkililerimiz, “yüzyılın bağış yolsuzluğu” nun ağırlığı karşısında, daha fazla durumu idare(!) edemedi ve 2008’in sonbaharında Türkiye’deki Deniz Feneri soruşturması başladı. Ne var ki, bir yılı aşkın bir süre sonra 13 Ekim 2009’da Kanal 7’nin de dahil olduğu pek çok noktaya yapılan baskından önemli belgeleri, suç delili olarak ortaya çıkarıp da, sonunda 2011 Temmuz’unda RTÜK başkanlarından Zahid Akman ve Kanal 7’nin yöneticilerinin de aralarında bulunduğu şüpheliler tutuklanınca, “fincancı katırlarını ürküten” soruşturma savcıları, akabinde hemen Ağustos ayında görevlerinden alındılar.
Dokunmayacaksın ya...
Kime?
İşin ucu AKP iktidarına, uzantılarına, yandaşlarına dokunuyorsa, sen yanmışsın arkadaş (!)
İster savcı, ister yargıç ol, durum değişmez; dahası Genel Kurmay Başkanı da olsan... Akademisyenler, aydınlar, yazarlar, çizerler, sanatçılar onlar da kadroya dahil.
“Kötülüklerin kaynağı siyasal iktidarların keyfi yönetimleridir. Bu yönetimler, siyasal hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaktadır. Bu hak ve özgürlükleri korumak için geçerli ve etkin bir yöntem bulmak gerekir. Devlet işlerinde (güçlerin ayrılması) bize, bu yöntemi sağlayabilir.” (Montesquieu, Kanunların Ruhu)
1748 yılında yayımlanan “Kanunların Ruhu” adlı kitaptan alıntılanan yukarıdaki satırlar, iktidarın keyfiliğinin ancak “kuvvetler ayrılığı” ile önlenebileceğini öne sürmektedir.
Devletin gücü tek elde, tek organda değil; yasama, yürütme, yargı erkleri ayrı organlar tarafından kullanılsın ki, bunlar birbirlerini denetlesin, dikta ve keyfi yönetim yolu açılmasın.
Bizde “kuvvetler ayrılığı” var; anayasa her organın yetki ve görevlerini belirlerken “hukuk devleti” ilkesiyle de siyasal iktidarın gücünü anayasal çerçeve içine almış, bunun dışına çıkamazsın, demiştir. Çıkarsa, anayasal yargı, idari yargı, hükümetin hukuksuzluğuna dur(!) der. Ama sen, demokrasiden nasibini almamışsan, hak, hukuk ve özgürlükleri kendi siyasi rant ve çıkarlarına indirgemişsen, “kuvvetler ayrılığı” ve onun sigortası yargıyı çoğunluk diktası uğruna harcamışsan, desene ki, sen önce adam olamamışsın.
Hukuksuzluğun adı kuşatma...
Evet, hukukun siyaset kuşatması operasyonlarla devam ediyor.
Geç uyanan Anayasa Mahkemesi Reisi’ne geçen yazımızda günaydın dedik ama mahmûr bakışların çaresizliği sürmekte.
Malum soruşturma “Deniz Feneri”nin sanıkları, önce savcılardan sonra da üstlerine atılmış suçların ağırlığından kurtarıldılar.
Nasıl mı?
Şöyle;
Deniz Feneri soruşturmasının doğum yeri ve yılı: Almanya - 2006 soruşturma, Almanya’da hukuk tarihine “asrın bağış yolsuzluğu” olarak not düşürdü.
Soruşturma ve yargılama sonucunda, Almanya’da topladıkları bağış paralarını Türkiye’deki şirketlerin hesabına geçirmekle suçlanan sanıklar, dolandırıcılık ve haksız kazanç sağlamaktan hapis cezasına çarptırılarak mahkum edildiler. Almanya’daki savcılık iddiası, asıl suçluların, faillerin Türkiye’de olduğunu işaret ediyordu. İşaret ediyordu etmesine ama anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.
“Bana değildir inşallah” diyen yetkililerimiz, “yüzyılın bağış yolsuzluğu” nun ağırlığı karşısında, daha fazla durumu idare(!) edemedi ve 2008’in sonbaharında Türkiye’deki Deniz Feneri soruşturması başladı. Ne var ki, bir yılı aşkın bir süre sonra 13 Ekim 2009’da Kanal 7’nin de dahil olduğu pek çok noktaya yapılan baskından önemli belgeleri, suç delili olarak ortaya çıkarıp da, sonunda 2011 Temmuz’unda RTÜK başkanlarından Zahid Akman ve Kanal 7’nin yöneticilerinin de aralarında bulunduğu şüpheliler tutuklanınca, “fincancı katırlarını ürküten” soruşturma savcıları, akabinde hemen Ağustos ayında görevlerinden alındılar.
Dokunmayacaksın ya...
Kime?
İşin ucu AKP iktidarına, uzantılarına, yandaşlarına dokunuyorsa, sen yanmışsın arkadaş (!)
İster savcı, ister yargıç ol, durum değişmez; dahası Genel Kurmay Başkanı da olsan... Akademisyenler, aydınlar, yazarlar, çizerler, sanatçılar onlar da kadroya dahil.
“Kötülüklerin kaynağı siyasal iktidarların keyfi yönetimleridir. Bu yönetimler, siyasal hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaktadır. Bu hak ve özgürlükleri korumak için geçerli ve etkin bir yöntem bulmak gerekir. Devlet işlerinde (güçlerin ayrılması) bize, bu yöntemi sağlayabilir.” (Montesquieu, Kanunların Ruhu)
1748 yılında yayımlanan “Kanunların Ruhu” adlı kitaptan alıntılanan yukarıdaki satırlar, iktidarın keyfiliğinin ancak “kuvvetler ayrılığı” ile önlenebileceğini öne sürmektedir.
Devletin gücü tek elde, tek organda değil; yasama, yürütme, yargı erkleri ayrı organlar tarafından kullanılsın ki, bunlar birbirlerini denetlesin, dikta ve keyfi yönetim yolu açılmasın.
Bizde “kuvvetler ayrılığı” var; anayasa her organın yetki ve görevlerini belirlerken “hukuk devleti” ilkesiyle de siyasal iktidarın gücünü anayasal çerçeve içine almış, bunun dışına çıkamazsın, demiştir. Çıkarsa, anayasal yargı, idari yargı, hükümetin hukuksuzluğuna dur(!) der. Ama sen, demokrasiden nasibini almamışsan, hak, hukuk ve özgürlükleri kendi siyasi rant ve çıkarlarına indirgemişsen, “kuvvetler ayrılığı” ve onun sigortası yargıyı çoğunluk diktası uğruna harcamışsan, desene ki, sen önce adam olamamışsın.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Prof. Dr. Ali Ünal Emiroğlu / diğer yazıları
- Terör / 01.02.2024
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023