Yaklaşık 5 yıl önce daha sonra Greenpeace üyesi olduğunu öğrendiğim bir beyefendi, Taksim'de ısrarla benimle çevre konusunda konuşmak istedi.
Meşgul olmama ve hızlı adımlarla yürümeme rağmen o kadar ısrar etti ki sonunda dayanamayarak kendisine biraz vakit ayırabileceğimi söyledim.
Konuya giren arkadaş denizlerin kirliliğinden, avlanma probleminden, balık ölümlerinden yani kısaca çevre problemlerinden bahsederek kendilerine bağış ve yardım yapılması halinde bunları düzeltebileceklerini iddia etti.
Uluslararası bir kuruluş olarak faaliyet gösterdiklerini ve dünya çapındaki eylemlerle mevcut çevre problemlerini hükümetlere ve devletlere baskı yaparak düzelteceklerini söyledi.
Ben de kendisine deniz ve av konusunda Balıkçı Kenan'dan öğrendiğim şeyleri aktardım.
Birincisi deniz canlıları avlanmaktan değil denizdeki kirlilikten dolayı tehdit altındadır.
İkincisi sadece bu tip eylemlerle meselelerin çözülemeyeceğini çevre duyarlılığı olan siyasetin iktidara gelmesi halinde bunun bir devlet politikası olarak uygulanması gerektiğini ifade ettim.
Yine Balıkçı Kenan'ın anlatımından yola çıkarak bir balığın bir defada 100.000 yumurta yaptığını dolayısıyla bu balıkları avlanma ile bitirelemeyeceğini balıkların deniz kirliliğinden kaynaklanan sanayi atıkları, denizlerin doldurulması, denizlere çöplerin atılması, kıyılardaki aşırı yapılaşma gibi dış etkenlerle balıkların barınamadığını ve özellikle Marmara Denizi'nin bir bataklık haline geldiğini söyledim.
Akabinde şehirlerimizin aşırı büyümesinin temelinde göç olgusu yaptığını ve bu göç olgusunun çözülmemesi halinde denizlerimizin de tehdit altında olduğunu ifade ettim.
Öncelikle bir konuda fikir birliğine varmamız gerekiyordu. O da şehirlerimizin plansız bir şekilde aşırı büyümesinin su kaynaklarına, denizlere ve akarsulara çok büyük bir tehdit oluşturduğu konusuydu.
Bu konuda anlaştıktan sonra çözüme sıra gelmişti.
Göçün durdurulabilmesi için her ülkenin, her şehrin kendi kaynaklarını devreye sokması ve orada bulunan insanlara iş ve aş imkânı temin etmesi gerektiğini bunun da bir ekonomi modeliyle mümkün olabileceği konusunda da anlaştıktan sonra bu modeli hangi partinin uygulayabileceğini ele aldık. AKP'nin, CHP'nin, MHP'nin ve diğer partilerin böyle bir projesi olmadığı konusunda da fikir birliğine vardık.
Son olarak Bağımsız Türkiye Partisi lideri Prof. Dr. Haydar Baş'a ait Milli Ekonomi Modeli'nin böyle bir çözümü olduğunu ve çevreye de en duyarlı yaklaşımı ortaya konduğunu ifade edince mırın kırın etmeye başladı.
Bu sefer beni konuşmaya davet eden arkadaş, bahaneler ileri sürerek toplantıyı bitirmek niyetini sık sık saatine bakarak açığa vursa da dinlemek ve bütün görüşlerimizi onaylamak durumunda kaldı.
Çevrenin korunması için, balıkların yaşaması için, sağlıkla gıdaya erişim için ve hastalıklardan korunmak için de Milli Ekonomi Modeli'ne muhtacız. Çünkü Milli Ekonomi Modeli'nde hiç kimse kendi şehrini, köyünü ve kasabasını terk etmek zorunda değildir.
Çiftçi çiftçiliğini yapacak; köylü köyünde, şehirli şehrinde yaşayacak.
Günümüzde maruz kaldığımız gıda terörünün temel sebebi köylünün toprağını terk etmesi, ekip biçmemesi, maliyetlerin yüksekliğinden dolayı terk-i sanat eyleyip büyük şehre kâh kapıcı, kâh seyyar satıcı olarak veya herhangi bir vasıfsız işçi olarak hayatına devam etmesidir.
Köylüyü milletin efendisi yapmadıktan sonra ne göç problemi çözülebilir ne de güvenli ve temiz gıdaya ucuz bir şekilde ulaşabiliriz.
Köylüyü milletin efendisi değil de elalemin kölesi yapan bu sistem, milletimizin geleceğini ve güvenliğini de maalesef altüst etmiştir.
- İç cephe nasıl tahkim edilir? / 04.11.2024
- Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu / 03.11.2024
- Çözüm değil çözülme süreci / 25.10.2024
- Hazine üzerinde oturan dilenci olmayalım / 20.10.2024
- Hizbullah, İsrail'i frenlemeye devam ediyor -2- / 13.10.2024
- Hizbullah, İsrail'i frenlemeye devam ediyor / 06.10.2024
- Siper savaşları out Siber savaşları in / 23.09.2024
- Açlık sınırı = asgari ücret + 10.268 TL / 19.09.2024
- Lütfen herkes işini yapsın / 14.09.2024