Devlet Bahçeli MHP grup toplantısında yaptığı konuşmada terörist başının Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelerek DEM grubunda konuşması gerektiğini ve PKK'yı tasfiye edeceğini ilan etmesini istedi.
Peşinen söyleyelim ki terörist başının Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelmesi ve konuşması hukuken mümkün değildir.
Ama karşımızda öyle bir iktidar var ki "hukuk hak getire" diyenleri de duyar gibiyim.
Terörle müzakere olamayacağını bizzat terör örgütü TUSAŞ tesislerine yaptığı saldırıda gösterdi.
Terör örgütünün hukuki bir konumu olmadığı için oturup anlaşmak ve bir anlaşma imzalamak anlaşmanın neticelerine uyulmaması halinde hangi meyyidelerin uygulanacağını tespit etmek pratikte de mümkün değildir.
Diyelim ki terörist başı Meclis'e gelerek konuştu ve PKK'ya silah bırakmasını istedi.
PKK da tamam dedi. Ama sonra cayarak büyük bir terör dalgası başlattı.
Bu anlaşmayı sağlayacak ve tarafları anlaşmaya uyacak bir merci var mı?
Terörle müzakerenin olmayacağını bu ülke defalarca deneyerek acı gerçeklerle büyük bedeller ödeyerek öğrendi.
Kaldı ki Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş yaptığı tarihi konuşma ve çağrıda ifade ettiği gibi "Siz terörün bittiğini ilan etmediniz mi? Biten terörle hangi anlaşma ve müzakere yapılacak, sorularını yöneltti.
Şu ana kadar kendisine bir cevap da verilmedi.
Diğer taraftan Ana Muhalefet Partisi lideri Özgür Özel, "el yükseltiyorum" diyerek Kürtlere devlet verilmesi gerektiğini söyledi ve akabinde sanki Kürtler bu ülkenin ikinci sınıf vatandaşıymış gibi eşitlik, özgürlük, hak ve hukuk çağrısı yaptı.
Ben buradan Sayın Özel'e sormak istiyorum, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Anayasası'nda Kürtleri ötekileştiren hangi ayrımcı maddeler yer almaktadır?
Türkiye Cumhuriyeti anayasası vatandaşlık bağı ile herkesi kucaklamakta ve asla bir ayırım yapmamaktadır.
Lozan Antlaşması'nda bu hukuki statü teyit edilmiş olup daha sonra anayasamızda yer aldığı şekliyle Müslümanlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu ve asli unsuru, gayrimüslimler de hakları saklı olmak üzere azınlık statüsüne alınmışlardır.
Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın bugün bile geçerliliğini sürdüren bu dahiyane çözümünü savunmak ve realize etmek varken bir kumar terimi olan "el yükseltmek" kavramıyla meseleye yaklaşmak düpedüz aymazlıktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş felsefesinde ayrımcılık ve ikinci sınıf vatandaşlık tanımı yoktur.
Lozan görüşmelerinin en çetrefilli konularından bir tanesi de azınlık konusudur.
İngiltere ısrarla etnik kökene dayalı bir azınlık kavramını bizlere dayatırken Gazi Mustafa Kemal Paşa kıran kırana geçen görüşmelerde İsmet Paşa'ya kesinlikle etnik azınlık kavramının reddedilmesi gerektiğini aksi takdirde Lozan görüşmelerinin kesilerek Ankara'ya dönülmesi talimatını vermişti.
Eğer etnik kökene dayalı bir azınlık tanımı yapılsaydı Türkiye, 18 etnik grubun resmi olarak tanındığı Lübnan'a dönecekti.
Çünkü Türkiye'de sadece Kürtler yaşamıyor.
Araplar, Lazlar, Çerkezler, Pomaklar, Yörükler, Türkmenler, Zazalar ve Boşnaklar başta olmak üzere son derece kadim Müslüman haklar yaşamaktadır.
Kaldı ki bugün itibarıyla mülteci sorunlarıyla cebelleştiğimiz bu ortamda Suriyeli Arapların ve beklediğimiz Lübnanlıların gelmesiyle beraber Arap nüfus belki de Kürtleri çok yakın gelecekte geçecektir.
Diğer taraftan Afganları ve diğer mültecileri unutmamak lazım.
Eğer etnik kökene dayalı bir millet tanımı anayasa değişikliği sonunda gündeme gelirse Türkiye'nin bir Lübnan veya Yugoslavya olması an meselesidir.
101 yıllık Türkiye Cumhuriyeti geçmişinde üniter devletimizin ve anayasamızda belirtilen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramının Türkiye'yi bir çimento gibi bir arada tuttuğunu tecrübe ettiğimiz halde siyasilerin neden bu sorumsuzca açıklamaları yaptığını iyice sorgulamamız gerekir.
Eğer siyasiler anayasa çizgisine gelmiyorlarsa seçmene düşen vazife bu partilerden istifa edip Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Hüseyin Baş'ın çağrısına uyarak Bağımsız Türkiye Partisi'ne kitlesel olarak katılmalarıdır.
Diğer taraftan şehit aileleri ve yakınlarının da özellikle tepki gösterip evlatlarının kanları üzerinden yapılan bu istismara karşı çıkmaları gerekir.
Birlik ve beraberlik çağrıları yapması gereken siyasiler maalesef meseleyi çözmek yerine daha da karmaşık hale getirmektedirler.
Eğer önlem alınmazsa MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin başlattığı sözde çözüm süreci Allah korusun bir çözülme sürecine doğru hızla evrilerek bir beka meselesi haline gelecektir.
Cihat Tekin / diğer yazıları
- İkinci Trump dönemi nelere gebe? / 11.11.2024
- İç cephe nasıl tahkim edilir? / 04.11.2024
- Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu / 03.11.2024
- Çözüm değil çözülme süreci / 25.10.2024
- Hazine üzerinde oturan dilenci olmayalım / 20.10.2024
- Hizbullah, İsrail'i frenlemeye devam ediyor -2- / 13.10.2024
- Hizbullah, İsrail'i frenlemeye devam ediyor / 06.10.2024
- Siper savaşları out Siber savaşları in / 23.09.2024
- Açlık sınırı = asgari ücret + 10.268 TL / 19.09.2024
- Lütfen herkes işini yapsın / 14.09.2024
- İç cephe nasıl tahkim edilir? / 04.11.2024
- Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu / 03.11.2024
- Çözüm değil çözülme süreci / 25.10.2024
- Hazine üzerinde oturan dilenci olmayalım / 20.10.2024
- Hizbullah, İsrail'i frenlemeye devam ediyor -2- / 13.10.2024
- Hizbullah, İsrail'i frenlemeye devam ediyor / 06.10.2024
- Siper savaşları out Siber savaşları in / 23.09.2024
- Açlık sınırı = asgari ücret + 10.268 TL / 19.09.2024
- Lütfen herkes işini yapsın / 14.09.2024