1974 öncesi Kıbrıs'taki manzaraları hatırlamak isteyenler, yürekleri dayanıyorsa Afganistan'daki savaş görüntülerini seyretsinler. Kıbrıs'la oranın ne alakası var, demeyin. Her iki tablo da Batı'nın insanlık, hukuk ve sömürü anlayışının mahsulleri.
Belki nüans farklılıkları var. Ama tarz aynı, mantık aynı, yaklaşım aynı, niyet aynı. Her iki tarafta da vurulan, sayısı azalan ise Batılı değil; Doğulu. Doğu Medeniyeti'nin çocukları. Müslüman; Türk, Tacik, Özbek, Peştun... farketmiyor.
Batı ve ABD, Afganistan'da masum halkın ve çoluk-çocuğun misket bombalarıyla vurulmasının yanısıra, aynı vatanın farklı aşiretlere mensup evlatları arasında yıllarca izi silinemeyecek bir katliamın ve kardeş kavgasının üzerine kurdu güya "hak arayışı"nı.
Kıbrıs'ta banyolarda boğazlanmış Türk ailelerin, kuytu mekanlarda Rum pençeleri arasında can çekişen masum çocukların ölüm sahneleri henüz hafızalardan silinmemiş. Tüm sabır taşlarının çatladığı bu acı ve ağır şartlar üzerine Barış Harekatı yapıldı. Kıbrıs'a huzur geldi. Sükunet geldi. İnsanların can ve mal emniyeti sağlandı. Batı ve ABD, Türkiye'nin insani, uluslararası hukuk ve sair şartları oluşmuş işte böylesine mukaddes harekatı karşısında ambargosunu uyguladı. Türkleri acımasızca katleden Rumların safında yer aldı. Batı açısından tablo her zamanki gibi normal ve doğal.
Türkiye'nin penceresinden bakınca işler vahim. Çelişkili. Sadece Kıbrıs'ta değil, her tarafta Türkleri dün de, bugün de boğmak isteyenlerle, biz, Afganistan'da kendi bölgemizin, kendi kültür coğrafyamızın insanlarını boğanlarla saf tutuyoruz. Sıra Kıbrıs'a gelince bunu nasıl yaparlar, diye kendi kendimize hayıflanmakla vakit ve güç kaybediyoruz. Bu tam bir politik ve stratejik iflastır.
Aynı stratejik iflas AB ile olan ilişkilerimizde de sözkonusu. Yunanistan'ın AB'de Kıbrıs'la ilgili her türlü yutma kararı, Türkiye'ye yönelik taarruzlarda her türlü inisiyatif ve veto hakkı var. Biz ise hala kendi kendimize gelin-güvey oluyoruz; sirtaki oynuyoruz. Yunanistan'ı güya görmezlikten gelerek AB'nin kriterlerine teslim oluyoruz. Boynumuza ipi geçirip Yunan'ın eline verdiğimizi farketmiyoruz. TÜSİAD ve mütareke basınının kimi dışarıdan maaşlı yazarları da içeriden destek nümayişlerine başlayınca; vay, bu kadar da olur mu, diye feveran ediyoruz.
Dün başımıza gelenlere bakınız. AB Dönem Başkanı Belçika Başbakanı Ankara'da güya "Kıbrıs ve Ege güvencesi" veriyor. Avrupa Ordusu, Kıbrıs ve Ege'ye müdahalede bulunmayacakmış... Yunanistan ayağa kalkıyor. Yunan Hükümet Sözcüsü Hristos Protopapas, Kıbrıs ve Ege'nin Avrupa ordusunun görev alanı dışında tutulmasını Yunanistan'ın hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini açıklayarak, Atina'nın resmi tavrını belli ediyor. İsmail Cem'in meslektaşı ve sirtaki arkadaşı Yorgo Papandreu işi yatıştırmaya çalışıyor, güya tansiyonu düşürmek için çabalıyor.
Bağımsız Türkiye Partisi kadrosu dışında bu vahim gelişmeleri gören var mı? Dert edinen var mı? Çaresi olan var mı?
El-cevap; yok... Bin kere yok.
Politikacılarımızın sanki beyinleri kilitlenmiş, gözlerine perde çekilmiş, kulaklarına su kaçmış.
Dolayısıyla böylesi bir süreçten Kuvay-ı Milliye ruhuyla bir ve bütün olmaktan başka bir yöntemle kurtulamayız. Bu bağlamda Bağımsız Türkiye Partisi sadece bir parti değil, bir milletin, yeniden varoluş için kalbinin attığı yerdir. Vatanın, devletin, milletin kalbidir. Merkezin ta kendisidir.
Belki nüans farklılıkları var. Ama tarz aynı, mantık aynı, yaklaşım aynı, niyet aynı. Her iki tarafta da vurulan, sayısı azalan ise Batılı değil; Doğulu. Doğu Medeniyeti'nin çocukları. Müslüman; Türk, Tacik, Özbek, Peştun... farketmiyor.
Batı ve ABD, Afganistan'da masum halkın ve çoluk-çocuğun misket bombalarıyla vurulmasının yanısıra, aynı vatanın farklı aşiretlere mensup evlatları arasında yıllarca izi silinemeyecek bir katliamın ve kardeş kavgasının üzerine kurdu güya "hak arayışı"nı.
Kıbrıs'ta banyolarda boğazlanmış Türk ailelerin, kuytu mekanlarda Rum pençeleri arasında can çekişen masum çocukların ölüm sahneleri henüz hafızalardan silinmemiş. Tüm sabır taşlarının çatladığı bu acı ve ağır şartlar üzerine Barış Harekatı yapıldı. Kıbrıs'a huzur geldi. Sükunet geldi. İnsanların can ve mal emniyeti sağlandı. Batı ve ABD, Türkiye'nin insani, uluslararası hukuk ve sair şartları oluşmuş işte böylesine mukaddes harekatı karşısında ambargosunu uyguladı. Türkleri acımasızca katleden Rumların safında yer aldı. Batı açısından tablo her zamanki gibi normal ve doğal.
Türkiye'nin penceresinden bakınca işler vahim. Çelişkili. Sadece Kıbrıs'ta değil, her tarafta Türkleri dün de, bugün de boğmak isteyenlerle, biz, Afganistan'da kendi bölgemizin, kendi kültür coğrafyamızın insanlarını boğanlarla saf tutuyoruz. Sıra Kıbrıs'a gelince bunu nasıl yaparlar, diye kendi kendimize hayıflanmakla vakit ve güç kaybediyoruz. Bu tam bir politik ve stratejik iflastır.
Aynı stratejik iflas AB ile olan ilişkilerimizde de sözkonusu. Yunanistan'ın AB'de Kıbrıs'la ilgili her türlü yutma kararı, Türkiye'ye yönelik taarruzlarda her türlü inisiyatif ve veto hakkı var. Biz ise hala kendi kendimize gelin-güvey oluyoruz; sirtaki oynuyoruz. Yunanistan'ı güya görmezlikten gelerek AB'nin kriterlerine teslim oluyoruz. Boynumuza ipi geçirip Yunan'ın eline verdiğimizi farketmiyoruz. TÜSİAD ve mütareke basınının kimi dışarıdan maaşlı yazarları da içeriden destek nümayişlerine başlayınca; vay, bu kadar da olur mu, diye feveran ediyoruz.
Dün başımıza gelenlere bakınız. AB Dönem Başkanı Belçika Başbakanı Ankara'da güya "Kıbrıs ve Ege güvencesi" veriyor. Avrupa Ordusu, Kıbrıs ve Ege'ye müdahalede bulunmayacakmış... Yunanistan ayağa kalkıyor. Yunan Hükümet Sözcüsü Hristos Protopapas, Kıbrıs ve Ege'nin Avrupa ordusunun görev alanı dışında tutulmasını Yunanistan'ın hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini açıklayarak, Atina'nın resmi tavrını belli ediyor. İsmail Cem'in meslektaşı ve sirtaki arkadaşı Yorgo Papandreu işi yatıştırmaya çalışıyor, güya tansiyonu düşürmek için çabalıyor.
Bağımsız Türkiye Partisi kadrosu dışında bu vahim gelişmeleri gören var mı? Dert edinen var mı? Çaresi olan var mı?
El-cevap; yok... Bin kere yok.
Politikacılarımızın sanki beyinleri kilitlenmiş, gözlerine perde çekilmiş, kulaklarına su kaçmış.
Dolayısıyla böylesi bir süreçten Kuvay-ı Milliye ruhuyla bir ve bütün olmaktan başka bir yöntemle kurtulamayız. Bu bağlamda Bağımsız Türkiye Partisi sadece bir parti değil, bir milletin, yeniden varoluş için kalbinin attığı yerdir. Vatanın, devletin, milletin kalbidir. Merkezin ta kendisidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019