Kavga

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Bu yıl Eylül ayı başında kesin ihraç talebiyle AKP Merkez Disiplin Kurulu'na sevk edilmesinin ardından 2 hafta kadar sonra AK Parti'den istifa etti.

Ahmet Davutoğlu istifa açıklamasında şunları söylemişti:

"Ne gelişme olursa olsun ben verdiğim söze sadığım ve Cumhurbaşkanımız ile son nefesime kadar vefa ilişkisini sürdüreceğim. Kimse benim ağzımdan Sayın Cumhurbaşkanımız aleyhine tek söz duymadı, duymayacak. Onun onuru benim onurumdur."

Şimdi ise karşılıklı kılıçlar çekilmiş bir vaziyette.

AKP'nin içinden çıkan isimlerin parti kurmalarına tepki gösteren Son açıklamalarında Cumhurbaşkanı Erdoğan, kurucuları arasında eski başbakan Ahmet Davutoğlu'nun da bulunduğu Şehir Üniversitesi yönetimini Halkbank'ı dolandırmaya çalışmakla suçladı.

Bu sert hamleye Davutoğlu da mevcut ve hayattaki eski cumhurbaşkanları, başbakanlar ve özelleştirme yetkililerinin malvarlıklarının açıklanmasını, Meclis'te komisyon kurulmasını, verilemeyecek hiçbir hesabı olmadığını söyleyerek misliyle karşılık verdi.

En heyecan verici kavga, birbirlerinin açıklarını çok iyi bilen politikacıların kavgası olsa gerek. Zira daha kavga yeni başlamışken bile ortaya dökülenler dudaklarımızı uçuklatmaya yeter.

Davutoğlu'nun çağrısı duymazdan gelinmez ise ve bir Meclis araştırma komisyonu kurulabilirse -ki ben hiç ama hiç ihtimal vermiyorum- neler göreceğiz neler…

Biz konumuza, yani Davutoğlu'na dönelim.

Dur bakalım Davutoğlu…

Sayın Davutoğlu, Türkiye'yi yönetmeye talip. Demokrasi var, isteyen herkes, 'ben Türkiye'yi yönetmeye talibim, Türkiye'nin sorunlarını ben çözerim' diyebilir.

Ancak bu sözler, 2009-2014 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı, 2014-2016 yılları arasında ise Ak Parti genel başkanlığı ve Başbakanlık görevini yürüten Ahmet Davutoğlu'ndan duyuluyorsa, 'dur bakalım' demek gerekiyor.

Zira 2009-2016 yıllarından yaptıkları, Davutoğlu'nun bundan sonra yapacaklarının da delili değil midir?

Davutoğlu cephesi, o dönemde iplerin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elinde olduğunu bu yüzden atılan adımların sorumluluğunun Davutoğlu'ndan çok Erdoğan'da olduğunu söyleyebilir/söylüyor.

Ancak emri veren kim olursa olsun, emri yerine getirenin hiç mi sorumluluğu yok?

'Hoca' lakaplı Davutoğlu, Dışişleri ve Başbakanlık görevindeyken alınan tüm kararların getirdiği sorumluluğu Erdoğan'ın üstüne atarak sıyrılabileceğini zannediyorsa bence çok büyük bir yanılgı içerisindedir.

Davutoğlu'nun bu siyasi hesap hatası sandıkta büyük bir hezimetle sonuçlanırsa hiç şaşırmayacağım. 

Komşularla sırf sorun… 

2009-2014 yılları arasında 5 yıl süren Dışişleri Bakanlığı döneminde kendi yazdığı 'Stratejik Derinlik' kitabından da dile getirdiği, komşularla sıfır sorun(!) politikasını hayata geçiren Ahmet Davutoğlu, görevi 1 Mayıs 2009'da Ali Babacan'dan devralırken şunları söylemişti: "Öncelikle komşularla sıfır problem ilişkisini maksimum çıkar ilişkisine dönüştürme gayreti içinde olmalıyız. Türkiye tek bölgeyle anılan bir ülke değildir. Balkan ülkesidir, Kafkas ülkesidir, Ortadoğu ülkesidir, Karadeniz ülkesidir, Akdeniz ülkesidir, Hazar ülkesidir, Körfez ülkesidir hatta etkileri itibarıyla. Bütün bu bölgelerde Türkiye düzen kurucu ülke rolü üstlenmek durumundadır."

Davutoğlu'yla düzen kurucu rolüne soyunan Türkiye'nin sorun yaşamadığı komşusu kalmadı. Suriye'yle kanlı bıçaklı olduk, Irak'la köprüleri attık, Rus uçağını düşürdük, Şam'da 'Cuma namazı kılacağız' diyorlardı, 4 milyon Suriyeliyi kucağımızda bulduk…

Türkiye toprak kaybetti… 

31 Mayıs 2010'da Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanlığı döneminde Mavi Marmara saldırısında İsrail askerleri 10 Türk vatandaşını katletti. Mart 2011'de Suriye krizi başladı. Esad yönetiminin haftalar içerisinde yıkılacağı hesabıyla Türkiye, Şam yönetimiyle köprüleri atan ilk hükümetlerden biri oldu. Yine Davutoğlu döneminde DEAŞ tarafından Türkiye'nin Musul Başkonsolosu ve personeli rehin alındı. O zaman Türkiye'de siyasiler DEAŞ'lıları 'öfkeli gençler' olarak niteliyorlardı. 

Suriye'de anlaşmalarla Türk toprağında bulunan Süleyman Şah ve iki muhafızının naaşı ile değerli eşyaların Suriye'nin Eşme köyüne taşınması da yine Davutoğlu döneminde yaşandı. Evet, Süleyman Şah'ın kemikleri teröristlerden kaçırıldı, ancak Sayın Davutoğlu Türk toprağını orada bıraktı. 

Hepsi çıkmaz sokak…

Hükümetteki erime yeni yeni siyasi partilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Siyasetteki tükenişi en iyi ve hızlı bir şekilde en yakındakiler fark ediyor. Bu AKP'de de görülüyor.

Davutoğlu ve Ali Babacan cephelerindeki hareketlilik Ak Parti bünyesindeki çözülmeyi fark etmeleri nedeniyledir. Bu doğal bir sonuçtur.

Ancak milletin durumu vahamet arz etmektedir. Zira 2002 yılından bu yana geçen 17 yılda Türkiye'yi yöneten siyasi hareketin ülkeyi getirdiği durum ortadayken, bu tıkanan dönemde milletin önüne bu tıkanmışlıkta ortak olan isimler lider diye çıkarılmaktadır.

Bir 17 yıl daha harcama lüksü olmayan Türkiye, çözümü olmayan Ancak özü aynı olan, gıcır gıcır ambalajlarıyla göz boyayan siyasi hareketlerle devam etmemesi gerekiyor. 

2019 yılında gelinen durumu, büyük bedeller ödenerek zor atlatılan badireler henüz daha yaşanmadan milletimiz, müthiş öngörüleriyle Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş tarafından uyarılmıştı. 

Haydar Baş Hoca sadece uyarılarda bulunmakta yetinmemiş, aynı zamanda mevcut hükümetin 17 yılda çözemediği sorunların tamamını çözecek Milli Ekonomi Modeli kapsamında plan ve projeler sunmuştu. Türkiye'nin sorunlarını çözecek projelerini adeta bir senet gibi noterden tasdikli bir söz haline getiren Sayın Baş, iktidar olmuş olsaydı bugün konuştuğumuz Türkiye çok farklı olurdu. Hatta yakın coğrafyamız başta olmak üzere tüm dünya çok daha güvenli ve huzurlu olurdu, Türkiye Prof. Dr. Haydar Baş ile yürümeyi başarabilseydi.

O yüzden Davutoğlu ya da Babacan yollarının da tıpkı Erdoğan yolu gibi çıkmaz sokak olduğunu milletimiz hiç unutmamalı…