Dünya gündeminin birinci sırasında 7 Ekim Cumartesi'den bugüne 'orantısız bir savaş' boyutuna dönüşen İsrail-Filistin gerilimi var.
En başta ifade edelim ki, sivillere yönelik saldırıların, her kim yaparsa yapsın, haklı bir gerekçesi olamaz.
Ve İsrail, 1948'de kurulduğundan bu yana Filistinli sivillere yönelik her türlü saldırıyı yapmış, toplu cinayetlerini bir rutine dönüştürmüş, yayılmacı politikalarla uluslararası hukuku hiçe saymış ve tüm dünyanın gözleri dönünde göstere göstere devlet terörünü ortaya koymuştur.
1948 yılını gösteren Ortadoğu haritasına bakın, bir de bugünküne bakın. Aradaki fark her şeyi net olarak göstermektedir.
Yahudi yerleşimcilerin, polis korumasıyla Mescid-i Aksa'ya yapılan baskınlar, yapılan işgallerin sadece siyasi bir amaç taşımadığını da ortaya koymaktadır.
1948, Filistin coğrafyasında bir kene gibi tutunmuş bir İsrail'i gösterirken, 2023, Filistin halkının yaşam alanı bulamadığı, yıldan yıla metastaz yaparak büyüyen bir İsrail işgalini göstermektedir.
İsrail'in ilk başbakanı olan David Ben Gurion'un İsrail'in kuruluş töreninde söylediği şu sözler İsrail'in gerçek amacını ifade ediyor: "Filistin'in bugünkü haritasını İngiliz manda yönetimi çizmiştir. Yahudi halkın gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirmeleri gereken bir iş daha vardır; bunu Nil'den Fırat'a kadar genişletmektir."
Bu amacı güden İsrail'in işgallerinin sadece Filistin coğrafyasıyla sınırlı kalmayacağı aşikardır.
Şimdi de Hamas'ın 7 Ekim'de gerçekleştirdiği ani saldırıyı gerekçe göstererek, bu işgal ve katliamlarına şiddetini artırarak devam etmektedir.
Hedef belli; bu gerekçeyle Gazze Şeridi'nin tamamını ele geçirmek.
Hamas'ın saldırılarından sonra İsrail'den yapılan üst düzey açıklamalar buna işaret ediyor. İsrail Başbakanı Netanyahu, uzun sürecek bir savaş başlattıklarını söyledikten sonra, Gazze'deki Filistinlilere "Gazze'yi boşaltın" dedi.
İsrail Ordu Sözcüsü de sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus şehrinin Abesan el-Kebira, Abesan Sagira ve Hırbe Huzaa beldelerinde yaşayanlar başta olmak üzere Gazze sakinlerine çağrıda bulundu ve bu beldelerdeki Filistinlilerden evlerini terk etmelerini istedi.
İsrail ordusu, 3 gündür Gazze Şeridi'nin sınır bölgelerinde yaşayanların telefonlarına rastgele mesajlar göndererek evlerini boşaltmalarını istiyor. Gazze'nin iç kesimlerinde yaşayan bazı Filistinlilerin de İsrail tarafından telefonla aranarak benzer mesajların iletildiği ifade ediliyor. İsrail ordusunun saldırı öncesinde sık sık bu yönde mesajlar göndermesi Filistinli sivillerde endişe ve korkuya neden oluyor.
Ekranlarda, sosyal medya platformlarında Hamas'ın yaptığı saldırılarla ilgili fotoğraflar, videolar sürekli olarak servis ediliyor ama İsrail'in saldırılarında ortaya koyduğu sınır tanımaz vahşet gözlerden uzak tutuluyor.
İsrail ordusu, 7 Ekim'den bu yana abluka altındaki Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarında 1000 tondan fazla patlayıcı kullandığını duyurdu. Bu saldırılarda dün itibarıyla 493 Filistinlinin hayatını kaybettiği, 2 bin 751 kişinin de yaralandığı açıklandı. İşin en kötü tarafı da bu ölenlerin içinde 100'ü aşkın çocuk ve 60'ı aşkın kadın bulunuyor. Başta da ifade ettiğimiz gibi sivillerin öldürülmesinde hiçbir gerekçe kabul edilemez.
İsrail, yaptığı saldırılara "meşru müdafaa" diyor, ama bulunduğu topraklarda işgalci olduğunu, bu toprakların gerçek sahibinin Filistinliler olduğunu unutuyor.
Şu bir gerçek ki, olayların bir noktalara gelmesi, Filistinlilerin 1900'lü yılların başında Yahudilere toprak satmasıyla başladı ve nerelere geldi.
Başta Türkiye olmak üzere diğer ülkeler için yabancılara toprak satışının nelere mal olabileceğinin en net göstergesi Filistin örneğidir.
Atatürk döneminde, İsrail devletini kurmaya cesaret edemediler. Dikkat ederseniz İsrail, Atatürk'ün vefatından 10 yıl sonra kuruldu.
Daha sonraki süreçte ise Filistinliler yaşadıkları zulümde yalnız başlarına kaldılar. İslam dünyası Batı ile ilişkileri bozmama adına derin bir sessizliğe büründü.
Bugün de İslam ülkelerinin İsrail ile normalleşme kuyruğuna girmesi Filistinlileri daha da yalnızlaştırdı.
Halbuki, Prof. Dr. Haydar Baş'ın çok önemli bir önerisi vardı: "Mescid-i Aksa tüm İslam aleminin başkenti ilan edilmelidir."
Eğer bu yapılsaydı, bugün Filistinlilerin can ve mal güvenliği de sağlanmış olacaktı, Mescid-i Aksa da koruma altına alınacaktı.
- Birlik ve beraberliğe adanmış bir ömür / 12.04.2025
- Öcalan açılımı, terörsüz Türkiye’ye götürür mü? / 10.04.2025
- Siyasette 3. yol tek seçenek / 09.04.2025
- Milli Ekonomi Modeli’ne artık duyarsız kalabilir miyiz? / 08.04.2025
- Trump yeni gümrük tarifeleriyle neyi amaçlıyor? / 05.04.2025
- Kıbrıs sürecinde düşmanlık ve müzakere aynı anda! / 04.04.2025
- Orta Doğu’da Trump’ın planı işliyor / 03.04.2025
- Tepki, demokrasinin zarar görmesinedir / 28.03.2025
- Din Allah’ın Kur’an’da anlattığı, Ehl-i Beyt’in yaşadığıdır / 27.03.2025