İç politikada da omurgasızlık devam ediyor

Dün anlatmaya çalıştığım dış politikadaki istikrarsız, istikametsiz duruş iç politikada da aynen geçerli. 15 Temmuz kalkışması, devletimize ve milletimize karşı yapılmıştı ve bu hain kalkışmayı Türk Milleti bastırdı. 
Ama o günden bugüne AKP, her ne kadar bu kalkışma milletimize, devletimize yapıldı dese de meydanlarda, ekranlarda 'bize karşı yapıldı' algısını yaydı, bireyselleşti ve neredeyse tarım ve hayvancılıktaki çöküşü de FETÖ'ye bağladı. 
Tabi bu süreçte köydeki hocadan, okuldaki hizmetliye kadar on binlerce kişi tutuklandı, işten atıldı. Ama bu işin siyaset ayağı bir türlü bulunamadı. Bir tane siyasetçi bile FETÖ'den tutuklanmadı. 
İlginçtir! İstanbul eski valisi ve emniyet müdürü FETÖ'den tutuklanmış ve yargılanmıştılar. Mahkeme kararı verdi; "Bu iki isim, mülkiyedeki FETÖ yapılanmasının farkında oldukları, göz yumdukları, gerekli mercileri haberdar etmedikleri ve bunun bir nevi örgüte yardım anlamına geldiği için suçlu olduklarına" hükmetti. Değişik cezalar aldılar. İçerde yattıkları süre göz önüne alınarak serbest kaldılar.  
Şimdi soru soralım; FETÖ yapılanmasının farkına varmayan başta iktidar olmak üzere bir tane siyasi parti, milletvekili veya siyasetçi var mıdır Türkiye'de? Cevap sizde kalsın.
Gelelim Tayyar'a. 15 Temmuz'dan sonra ilk kez AKP'den öz eleştiri geldi. AKP milletvekili Şamil Tayyar, Cumhurbaşkanını şahit göstererek, 'FETÖ borsası kurulduğunu, FETÖ'cülerin, itirafçı şemsiyesi altında serbest bırakıldığını ve bu borsada milyon dolarlar döndüğünü' açıkladı.
Başbakan Binali Yıldırım, genel başkan yardımcıları Hayati Yazıcı, Mustafa Elitaş yargıdan önce bu açıklamalara nokta koydu; "yok öyle bir şey. Bu tip açıklamalar sorumsuzluktur. FETÖ sürecini sulandırmaya yöneliktir" türü açıklamalar yapınca haliyle yargıdan ses çıkmadı.  
Diğer taraftan Salim Uslu, Yiğit Bulut şeker fabrikalarının satışı noktasında Cumhurbaşkanının yeterince bilgilendirilmediği, danışmanlarının gerçekleri anlatmadıklarını ifade ettiler.
Şimdi soralım; bu nasıl bir yönetim anlayışı, biz kime, nasıl inanacağız, güveneceğiz? 
* * *
15 Temmuz gibi Suriye'deki terör örgütlerine karşı yapılan sınır ötesi harekât da siyasileştirildi. Parti politikası haline getirildi.
Allah aşkına! AKP'deki metal yorgunluk ile Afrin'deki askerimizin elde ettiği başarı arasında nasıl bir irtibat kuruluyor ki, AKP şahlanışa geçiyor.
* * *
TL, dolar karşısında son 5 yılda yüzde 100 değer kaybederken, 2 günde bir motorine, benzine zam geliyor. Gram altın rekor kırıyor. Carisi açık, bütçesi delik, getiri yok, götürü çok olan bir ülkenin başbakanı % 11 büyüdük, dünya rekoru kırdık, diyor. 
Ekonomiden sorumlu bakan, dolara yatırım yapmayın, derken Cumhurbaşkanı danışmanı doların yükselişi gerçeği yansıtmıyor, diyor. Kimin dili, kimin dilinde mi, diyelim. Biz de şaşırdık doğrusu!
* * *
Tarım ve hayvancılık bakanı ilk atandığında halkçı bir görüntü veriyordu. Tarımın, hayvancılığın çok ihmal edildiğini, bakanlıkta kanunsuz işler döndüğünü, şu kadar zamanda bu işleri çözmemiz lazım yoksa yarın çok geç olabilir gibi Türkiye gerçeklerini itiraf mahiyetinde açıklamalar yapıyordu.
AKP'nin suyundan mıdır, tuzundan mıdır bilmem ama aynı bakan şimdi tarım ve hayvancılıkta Türkiye'yi lider ülke yaptık, diyor.
Eee Sayın Başbakanımız da, "Tarımda Türkiye'yi, Avrupa'nın zirvesine çıkardık" diyordu.
* * *
Kemal Kılıçdaroğlu; "FETÖ'nün bir numaralı siyasi ayağı, Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden zattır. Bir numaralı siyasi ayağı.. Versin mahkemeye ispat edeceğim." diyor.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı ise Kılıçdaroğlu'na, "Cumhurbaşkanına nasıl böyle bir ithamda bulunabilirsin" mahiyetinde açıklamalarda bulundu.
Takıldığım nokta ise Erdoğan hangi konuşmasını Cumhurbaşkanı olarak, hangi konuşmasını da AKP Genel Başkanı olarak yapıyor, sorusunun cevabıdır. 
Hülasa iç politikada da omurganın iliği boşalmış durumda. Tutarlı, anlamlı bir söz, duruş yok.