Hz. Peygamber Efendimizin mübarek babaları Hz. Abdullah'ın alnında eşsiz bir nur, yüzünde harika bir güzellik ve müstesna bir tatlılık vardı...
Bir gün Kâbe'nin yanından geçerlerken, Abdullah'ın karşısına bir kadın dikiliverir. Bu kadın, Abdullah'ın dillere destan güzelliğine hayranlardan biri olan, Varaka bin Nevfel'in kız kardeşi Rukiyye idi. O da, kardeşi Varaka gibi eski mukaddes kitapları okumuş, o kitaplarda ahir zamanda gelecek peygamberin sıfatlarını görmüş ve öğrenmişti. İç âleminde, Abdullah'ın yüzünde, o âna kadar hiç kimsede görmediği müstesna parlaklıkla karşı karşıya kalınca, bu sıfatlarla münasebet kurdu. Bu şerefi başkasına kaptırmamak için de, adeta güzelliğini ve iffetini unutarak Abdullah'ın yanına yaklaştı ve fısıldadı:
"Delikanlı, biraz dursana!"
Abdullah durdu.
Kadın, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Yüzünde parlayan nurun masumiyeti içinde Abdullah, "Babamla gidiyoruz" diye cevap verdi.
Kadın, bu masum cevap üzerinde pek durmadı ve asıl maksadını açıkladı. "Abdullah" dedi. "Benimle şimdi evlenir misin?"
Abdullah'ın yüzü bir anda kıpkırmızı kesildi. Masumiyetini yırtmak isteyen bu teklife pek aldırmadı ve yoluna devam etmek istedi.
Fakat Rukiyye, ona sahip olmak istiyordu. Arzusunu bir başka teklifle cazip hale getirdi. "Eğer" dedi. "Benimle evlenmeyi kabul edersen, senin için kurban edilen develer kadar develerim var, onların hepsini sana vereyim!"
Abdullah, bu cazip teklife de iltifat etmedi ve iffetini sergileyen bir cevap verdi.
Bu asil cevabından sonra da, güzel Rukiyye'nin hüzün ve hayranlığı birleştiren bakışları önünde yoluna devam etti.
Günler sonra, evlenmiş bulunan Hz. Abdullah, aynı kadınla Mekke sokaklarında bir kere daha karşılaştı. Aynı Rukiyye, ona karşı en ufak bir arzu ve hasret belirtisi göstermedi; bilâkis, hissiz ve bakışları, hayranlık şöyle dursun, çok donuktu.
Abdullah sebebini sordu: "Ne oldu sana? Halin değişmiş!"
Rukiyye, "O gün, alnında esrarlı bir nur parlıyordu. O nur karşısında kendimden geçtim. Ama şimdi onu göremiyorum!" diye cevap verdi.
Evet, Hz. Abdullah'ın alnında parlayan nur artık yoktu.
Çünkü o nur Kâinatın Efendisine hamile olan, annelerin en büyüğü Hz. Âmine'ye intikal etmişti.
Aslında, Hz. Abdullah'a hayran ve meftun olan sadece bu kadın değildi. Kötü ahlâktan uzak, tertemiz ve en güzel haslet ve faziletlerle bezenmiş bu delikanlıya bütün Kureyş kızlarının gözleri çevrilmişti! Ama yüzündeki parlaklığın sırrına akıl erdiremeden; Hak Teâlâ'nın ona ahir zaman peygamberinin babası olmak gibi şereflerin en büyüğünü mukadder kıldığının hikmetini idrak edemeden!
Hz. Abdullah, gün geçtikçe büyüyor, büyümesiyle de gönülleri etrafında pervane gibi döndürüyordu. Fakat o, dönen pervanelerin hiçbirine iltifat etmiyor, iffet ve namusunu tertemiz koruyordu.
Çok sevdiği oğlunun evlenme çağına geldiğini gören Abdülmuttalib, bir an evvel onu mesut bir yuvaya kavuşturmak istiyordu. Ancak ona, her yönüyle denk birini bulmak gerekiyordu. Abdülmuttalib, bunu bulmada gecikmedi. Benî Zühre kabilesinin büyüğü Vehb b. Abdi Menaf'ın yanına vararak, kızı Âmine'yi oğlu Abdullah'a istediğini söyledi. Vehb, teklifi memnuniyet ve sevinçle karşıladı, sonra da şöyle konuştu:
"Ey amcamoğlu! Biz bu teklifi sizden önce aldık! Âmine'nin annesi, geçenlerde bir rüya görmüştü. Anlattığına göre, evimize bir nur girmiş, aydınlığı yerleri ve gökleri tutmuş. Ben de bu gece rüyamda, dedemiz İbrahim'i (a.s.) gördüm. Bana, 'Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah ile kızın Âmine'nin nikâhlarını ben kıydım! Sen de onu kabul et' dedi. Bugün sabahtan beri bu rüyanın tesiri altındayım. 'Acaba ne zaman gelecekler?' diye kendi kendime sorup duruyordum!"
Bunları duyan Abdülmuttalib sevincinden, "Allah ü Ekber! Allah ü Ekber!" diyerek tekbir getirdi.
Vehb'in kızı Âmine, hem güzellik, hem ahlâk, hem de nesep itibarıyla Kureyş kızları arasında en yüksek mevkie sahipti. Her hususta Abdullah'a denkti. Kısa zamanda düğün yapıldı ve Kâinatın Efendisini dünyaya getirecek mesut aile yuvası kuruldu.
Evliliklerinin üzerinden henüz birkaç hafta geçmişti ki birçok kimsenin fark ettiği garip bir durum oldu: Hz. Abdullah'ın yüzündeki nur, Hz. Âmine'nin alnında parlamaya başladı. Demek ki artık Hz. Âmine, Kâinatın Efendisine hamile idi.
Evliliklerinin ilk ayları dolmuştu. Hz. Abdullah, bir ticaret kervanına katılarak Suriye'ye gitti.
Gidiş, o gidiş oldu; Hz. Abdullah, bir daha Mekke'ye dönmedi. Aylar sonra Mekke'ye dönen ticaret kervanı arasında Hz. Abdullah yoktu. Sadece acı haberi vardı.
Hz. Abdullah, ticaret yolculuğundan dönüşte Medine'de hastalanmıştı. Ve onu orada dayılarının yanına bırakmışlardı.
Bu haberi alan Abdülmuttalib, derhal oğlu Hâris'i Medine'ye gönderdi. Haris, Medine'ye varıncaya kadar her şey olup bitmişti. Hz. Abdullah, Kâinatın Efendisi oğlunun bir kerecik olsun yüzünü görmeden ebedî âleme göç etmişti ve orada Adiyy bin Neccaroğulları'ndan Nâbiğa'nın evinin avlusuna defnedilmişti.
Hâris, bu acı haberi alıp Mekke'ye getirdi. Mekke bir anda matem havasına büründü. Hele, henüz genç bir gelin olan Hz. Âmine'nin teessürünü tarif etmek imkânsızdı. Haberi duyduğu andan itibaren bir mum gibi erimeye yüz tuttu. Günlerce gözyaşlarını tutamadı. Hz. Âmine, hadiseden duyduğu derin üzüntüyü gözyaşları arasında şiirinde şöyle dile getirdi:
Artık Mekke'nin Betha kolu Hâşimoğulları'ndan boş kaldı / Mekke, Hâşimoğulları'nın şanından mahrum kalacak artık!
Hz. Abdullah, dünyaya gözlerini yummuştu. Geride son derece mütevazı bir miras bıraktı: Ümüm Eymen Bereke adında, Kâinatın Efendisini çok seven bir cariye, beş deve, birkaç koyun, bir kılıç ve bir miktar da gümüş para.
Fakat geriye, Allah'ın lütfuyla iki cihanın güneşi olacak hayırlı bir evlat bıraktı. Nuruyla âlemi aydınlatacak bir zât; Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed Mustafa…
- Cihat Müslümanı Atatürk / 22.11.2024
- Hz. Fatıma Ana sırrı / 18.11.2024
- Atatürk ahlak-ı Muhammedi ve edebi Ali idi / 08.11.2024
- İmam Ali’nin eli yükselmedikçe… / 21.10.2024
- ‘Sofra yay’ / 24.08.2024
- Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli / 23.08.2024
- Ankara'nın taşına bak / 20.06.2024
- İzmir'in işgalindeki vatan hainleri / 20.05.2024
- İzmir'in işgalindeki vatan hainleri / 20.05.2024