Ahlak sadece bir bilgi değildir, ahlak uygulamadır, pratiktir. Sadece söz değildir aynı zamanda uygulamadır, fiildir.
Yeri gelmişken bir itirazımı da burada ifade edeyim; okullardaki "Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersinin adında bir tashih yapılmalı, derslerin işlenişinde de…
Çünkü din sadece kültür değildir, ahlak da sadece bilgi değildir. Bunlar içselleştirilerek, inanılarak uygulanması gereken kurallar, ilkeler manzumesidir.
Bu kuralları kültür ve bilgi düzeyinde bırakmamız neye benziyor biliyor musunuz? Sigaranın zararlarını bilen birinin bu bilgiyi uygulamayıp, sigara içmeye devam etmesi gibi bir şey. Veya bütün yemeklerin tarifini ezbere bilen birisinin sahanda iki yumurta kırıp sofraya koyamaması gibi. Pratiği olmayan bilginin sadece hamalı oluruz, o da bir işe yaramıyor.
Terbiye edilmeyen kart bir et düşünelim. Ateşin üzerinde, tencere içinde istediği kadar kalsın terbiye olmadığı için ne katılığı gider ne de bir lezzeti, faydası olur. Lezzet ve güzellik terbiyeden geçer. Terbiye sadece sözle olmaz, söylenilenleri önce söyleyenin yaşaması gerekiyor. Yoksa, "Ellere verir talkını kendisi yer salkımı" durumuna düşeriz. Günümüzde halimiz de biraz böyle maalesef.
Ham kalmamanın ahlaki açıdan tatlı olmanın çaresine bakmalıyız. Bunun yolu da; iyi, salih, sana hakkı hatırlatan, gördüğün zaman sana Allah (c.c)'ı hatırlatan dostlarının olmasıdır.
Bu dostlardan oluşan bir çevren yoksa sana ne kadar nasihat edilirse edilsin sen belki bu nasihatleri çok güzel bir şekilde dinleye bilirsin, hiçbirine de karşı çıkmazsın, ama farklı bir ortama yelken açtığında bu nasihatlerin hiç biri seni yanlışa düşmekten alı koymuyorsa, sen sadece dinlemişsin, manen hiçbir donanıma, ahlaka sahip olmamışsın, sen bir şey alamamışsın, boşa kürek çekmişsin demektir.
Her insan kendini Allah'ın izniyle kontrol edebilir.
İnsanlar ahlaki açıdan kendisini kontrol ettiği zamanlarda kendisindeki o ilahi ikramı koruduğunda hep mutluluğu, huzuru aynı zamanda saadeti yakalamıştır.
Ahlak berekettir, belki bu bereket gözle görülmez. Ama sonuçlarından insan zevk duyar, huzur bulur, mutlu olur.
Ahlak insanların hakka hukuka uygun bir hayat sürerken bu hayatın faniliğini göz önünde bulundurarak ebedi hayatın, ahiretin lezzetlerini duymasını sağlar.
Kim bunu istemez. İstemeyenlerle de yolunu, ortamını ayıracaksın. Elma ağacının dibinde oturanın başına elma düşer, her halde. İlla ki insanoğlu bulunduğu ortamlardan müspet veya menfi anlamda etkilenir.
Ne buyuruyor Fahri Kâinat Efendimiz; "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim."
Allah bu yazdıklarımızı hal edinip yaşayanlardan eylesin. Bu konuları belki zevk alarak yazıyoruz ancak bu yaptığımız sadece ahlak konusunu mütalaa etmektir.
Bu konuları okuyup yaşasak sanırım bugün şikâyet ettiğimiz bu dünya çok daha farklı, huzurlu, adil, bir dünya olurdu.
Bu dönemdeki kadar herhalde hiçbir dönemde ahlak konusu, dini ve milli meseleler anlatılmamış ve tartışılmamıştır.
Her halde insanlık tarihinde bilginin bu kadar hızlı üretilerek, yığılarak insanlara bu kadar çabuk ulaştığı bir dönem de olmamıştır. Peki, bu kadar imkâna rağmen neden insanlık insanlıktan çıkıyor, neden?
Çünkü Hak ile irtibatı, Hak ile olan muhabbeti kaybettik.
Hak ile olan muhabbeti kaybeden, Hakk'a kafa tutan, benlikten vazgeçmeyen insanoğlu huzuru bulabilir mi?
İnsanın insana olan merhameti, sevgisi, saygısı kalmayınca Allah (c.c)'a sevgisi, saygısı, korkusu kalır mı? Allah korkusu olmayan, Allah'tan korkmayan bir insanda, bir toplumda huzur olur mu, vicdan olur mu?
Kendi kuvvetine güvenen, kendi kuvveti dışında hiçbir kuvveti tanımayan insanlık nasıl huzur bulur ki?
Ulvi düşüncelerin kalktığı bir dünyada elbette ki zülüm hâkim olur.
Oysaki ulvi düşünceye sahip bir insan yaptığı her fiilinde şu soruyu kendisine sormak mecburiyetindedir; "Yaptığım bu fiilden, bu işten Allah benden razı mı?" Allah'ın rızası gözetilmeden yapılan işlerden ne hayır gelir ki? İşte bugün yaşadığımız bereketsizliğin sebebi fiillerimizde Rızayı Bari'yi unuttuk.
Oysaki Rahmetenlil Âlemin olan Resulü Ekrem hiçbir şeyi kendisine izafe etmezdi. Her şeyi Hakk'a verir, bütün hallerin Allah (c.c)'tan geldiğini söylerdi. Yani ben demezdi. Her şeyi Hakk'a bağlardı.
Ne diyor Niyazi Mısri Hazretleri; "Çekilirsen aradan, geri kalır yaradan." Bütün anlatmaya çalıştığımızın kısacasını, özünü bakın Yunus Emre Hazretleri nasıl ifade ediyor; "Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm."
Bu güzelliğin farkında olanlar huzuru, saadeti, mutluluğu yakalamışlardır. İnsan olmanın ve Allah'ın huzurunda daim olmanın zevkini yaşayarak bu fani âlemde heybelerini doldurup, esas gerçek olan ebedi âleme güle güle sefer etmişlerdir.
Birbirimize dua edelim.
Allah (c.c) söylenilenleri, yazılanları yaşayabilmeyi, yaşatabilmeyi hepimize nasip etsin.
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025
- İmam-ı Şafi ve Ehl-i Beyt sevgisi: Bir inanç ve ahlak meselesi / 11.03.2025