Süleyman Demirel'in; "Muhalefet; 'Hoş geldiniz' diyene, 'Hoş bulmadık!' demek değildir..." sözünü hatırlıyorum...
Yaşamaya mecbûr edildiğimiz bugüne bizi hazırlar/lar/ken, devrin Genelkurmay Başkanına; "Kötünün iyisine mecbur edildik" dedirtmişlerdi. O günler, bugünlerden çok ehvenmiş! Çünkü bugün; kötünün kötüsüne mecbur kaldık!
"Hoş geldiniz" diyene; "Hoş bulmadık.." demeyeceğiz elbette ama serde muhaliflik var ya; serdengeçtilik var ya; herkesin sustuğu yerde bağırmayı vicdânî-ahlâkî görev biliyoruz ya; sesimiz duyulmasa da işitildiğini düşünerek haykırmamız bu yüzden!
Kurucusu olmakla övündüğü -ki hakkı- partisinin kuruluş yıl dönümünde; OHAL'i tamamen kişiselleştirerek "Başkan"laşan, Anayasayı değiştirmeden Hükumete Başkanlık yapan ve OHAL yönetimine en güvendiği elemanlarını monte ettikten sonra, siyaset üstü bir Cumhurbaşkanı edasıyla Partisinin kuruluşunu kutlayan Erdoğan'ı, aklıma kızarak izledim!
A. Hitler'in kurmaylarından J. Goebbels'in; "Yalan, ne kadar büyük olursa inanan o kadar çok olur" tezini yaşıyoruz ma'lesef 70 yıl sonra!
Dünyanın hiçbir yerinde; "Âlem gider Mersin'e, biz gideriz tersine" atasözü niye yok diye merak etmiyorum artık! Çünkü, Sakallı Celal'in 1950'li yıllarda; "Bizim aydınlarımız Doğuya seyreden geminin güvertesinde Batıya giderek Batıcılık yaptıklarını zannederler!" dediğini, ısrarla hatırlatan benim!...
Kültürü Uzak-doğu Orta Asya; ahlâki ve dini temeli İslam'a yani Orta-doğu temeline kurulu bir millet olarak 18. yy.'dan beri zoraki bir Batıcılık macerasına sürüklenmişiz! İçgüdüsel olarak Devlet Gemisi Doğuya seyrederken, Âkil Aydın(!)larımız batıya yürüyerek, iki yüz yıldır ülkeyi Batı'dan uzaklaştırdıkça uzaklaştırmışlar! Fena da olmamış! Yanlış anlaşılmasın; serçe gibi yeniden yürüyüş öğreneceğiz diye kendi yürüyüşümüzü de kaybedip, zıplaya zıplaya kaldığımızı asla unutmam!
Vahşî Batı; kendilerinden gerçekten uzaklaştığımızı her fark ettiğinde, "Yem Borusu" çalmış, biz de şartlı refleks göstererek her yem borusunda sesimizi kesmişiz!
Önce şu Yem Borusu nedir sorusuna sorulmadan cevap verelim...
Bir kıssamız var:
Devrin Padişahı, İstanbul'un yeniden imarında kullanılmak üzere eşek toplanmasını emreder. Tüccarlar, para kazanmak için Anadolu'ya dağılır ve eşek toplamaya başlarlar.
Tüccarın biri de, topladığı eşekleri Trabzon'a limana getirir ve İstanbul'a götürmek üzere hazırlığa başlar. Gemi alınır, gerekli düzenlemeler yapılır. Yolculuğun ne kadar süreceğinden hareketle, hatta bir kaç gün fazla hesaplanarak eşeklerin yemi ambarlara istif edilir.
Tüccar eşek bakıcılarına, "Yem Borusu" dediği bir borazan verir. Yolculuk boyunca eşeklere yem vermeden önce bu borunun çalınmasını emreder.
Bakıcılar, yem ile boru, boru ile eşek arasında bir bağ kuramadıkları için bir anlam veremezler ama patron emri, mecburen uygularlar. Önce boruyu çalar, sonra yem verirler.
Kimi zaman rüzgarla kimi zaman kol gücü küreklerle yolculuk başlar ve kopan bir fırtına yüzünden yolculuk hesap edilenden bir-kaç gün uzun sürer.
Yolun bitmesine bir-kaç gün kala yem stoku tükenir. Bir iki gün kızıp, kamçılayarak kontrol edilen eşekler, üçüncü gün açlıktan zıvanadan çıkar, tepinmeye bağırmaya başlar!
Bakıcılar, çaresiz Tüccara gelir durumu anlatırlar. Tüccar, hiç düşünmeden; "Eşekler her tepindiğinde yem borusu çalın" der. Bakıcılar, patron emrini uygular ve hayretle görürler ki, tepinen eşekler, yem borusunu duyar duymaz uysallaşmaktadır!
Şimdi hissemiz:
Bu davranışa, sonradan öğrenilen veya "Şartlı Refleks" deniyor. Yemden önce Yem Borusunu duya duya, hayvanlar bu boru sesini de yemin bir parçası zannediyor ve Yem Borusunu duyduklarında yem yiyecekmiş gibi uysallaşıyorlar!
Vahşi Batı'nın Türkiye'yi kaç yıldır AB Yem Borusu ile teskin ettiklerini sorgulayan var mı? Kaç kere, "Müzakereler Başladı" yem borusu ile kutlamalar yaptığımızı unuttuk mu?
Eğer Türkiye Cumhuriyeti, "Dip Dalgalanma"lara kulak verip AB'den vazgeçerek, Devlet Gemisinin seyrettiği Doğu'ya Giriş Kapısı sayılan Rusya ile her yakınlaştığında, artık işe yaramayan Yem borusu yerine, "Yem Topu"nu patlatıp NATO Generallerine darbe yaptırıyorlardı!
Yine aynısı oldu; "Dinler Arası Diyalog"dan, "Medeniyetler Arası İttifak"tan ve NATO'dan rahatsızlık yükselince ve Türkiye ile Rusya arasında diplomatik yakınlaşma başlayınca; "15 Temmuz Yem Topu" patlatıldı! Ve Vatikan İftar Sofrasındayız!
Biz öldük, bizi öldürdük! Biz kazıdık, biz kaybettik! Kaçan biziz, kovalayan biz!
Onlarca yıldır teamülleşen bir yanlışla on yıl öncenin hainleri yeniden kahraman oldu, kahramanlar hain ilan edildi yeniden!
Ve OHAL Yem Torbası'ndan, müthiş özelleştirmeler çıkmaya başladı! TRT de satılacak, TDK da, AKM de ve askerden fethedilen münbit araziler de!...
Bize bu oyun, defalarca oynatıldı!
Biz bu Yem Borusu'nu defalarca yedik!
Bu Haçlı oyununu da, biliyorduk ama ahmaklığını, aldatıldığını ve suçlarını itiraf eden edene... Bu kadar itiraf ve itirafçıya rağmen hâlâ her yerde var olduğu ve Ejderha gibi tarif edilen Yel Değirmenlerine Don Kişot'ça saldırıyoruz!
Büyük Müttefik ABD bilmem neresiyle, ABD'nin Orta Doğudaki en sağlam müttefiki İsrail bilmem neresiyle, AB bilmem neresiyle halimize gülerken biz; ABD'nin kurup kurguladığı "Paralel Yapı"nın öbür paraleline Demokrasi Kahramanı diye alkış vuruyoruz!
Aldatıldığını itiraf edenler, aldatılmalarına sebep oldukları vatandaşı cezalandırıyorlar!
Biliyor musunuz; -demokrat olmadığını gözlemlediğim- Sayın Tayyip Erdoğan'a belki de en az kızan benim, çünkü demokrat değilim!
Hâlâ Doğuya seyreden Devlet Gemisi güvertesinde yüzünü Batıya dönüp yerinde sayan Batıcı Ahmaklar var!
Var olmasına var amma gemi, kaptan ve yardımcıları tarafından delindi! Geminin su almaya başladığını da farelerin terk etmesinden anlıyoruz!..
Gariptir ki, hâlâ Devlet Gemisini en yakın tersaneye çekerek tamiri düşünen yok! Çünkü kaptan korkudan sarhoş!
Gemi millî, kaptan millî değil, rotası millî değil!
Geminin başına gelebilecek en kötü iyi iş, acilen karaya oturup batmaktan kurtulmasıydı!
15 Temmuz'da Türk Milleti, Devlet gemisini batmaktan kurtarıp, karaya oturttu!
İnşallah gemi kızağa çekilip tamir edildikten sonra milli rotayı çizebilecek tek millî karakter Haydar BAŞ Hoca' ya müracaatta geç kalınmaz...
YANLIŞ YOLDAN, DOĞRU ADRESE VALLAHİ GİDİLEMEZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Yaşamaya mecbûr edildiğimiz bugüne bizi hazırlar/lar/ken, devrin Genelkurmay Başkanına; "Kötünün iyisine mecbur edildik" dedirtmişlerdi. O günler, bugünlerden çok ehvenmiş! Çünkü bugün; kötünün kötüsüne mecbur kaldık!
"Hoş geldiniz" diyene; "Hoş bulmadık.." demeyeceğiz elbette ama serde muhaliflik var ya; serdengeçtilik var ya; herkesin sustuğu yerde bağırmayı vicdânî-ahlâkî görev biliyoruz ya; sesimiz duyulmasa da işitildiğini düşünerek haykırmamız bu yüzden!
Kurucusu olmakla övündüğü -ki hakkı- partisinin kuruluş yıl dönümünde; OHAL'i tamamen kişiselleştirerek "Başkan"laşan, Anayasayı değiştirmeden Hükumete Başkanlık yapan ve OHAL yönetimine en güvendiği elemanlarını monte ettikten sonra, siyaset üstü bir Cumhurbaşkanı edasıyla Partisinin kuruluşunu kutlayan Erdoğan'ı, aklıma kızarak izledim!
A. Hitler'in kurmaylarından J. Goebbels'in; "Yalan, ne kadar büyük olursa inanan o kadar çok olur" tezini yaşıyoruz ma'lesef 70 yıl sonra!
Dünyanın hiçbir yerinde; "Âlem gider Mersin'e, biz gideriz tersine" atasözü niye yok diye merak etmiyorum artık! Çünkü, Sakallı Celal'in 1950'li yıllarda; "Bizim aydınlarımız Doğuya seyreden geminin güvertesinde Batıya giderek Batıcılık yaptıklarını zannederler!" dediğini, ısrarla hatırlatan benim!...
Kültürü Uzak-doğu Orta Asya; ahlâki ve dini temeli İslam'a yani Orta-doğu temeline kurulu bir millet olarak 18. yy.'dan beri zoraki bir Batıcılık macerasına sürüklenmişiz! İçgüdüsel olarak Devlet Gemisi Doğuya seyrederken, Âkil Aydın(!)larımız batıya yürüyerek, iki yüz yıldır ülkeyi Batı'dan uzaklaştırdıkça uzaklaştırmışlar! Fena da olmamış! Yanlış anlaşılmasın; serçe gibi yeniden yürüyüş öğreneceğiz diye kendi yürüyüşümüzü de kaybedip, zıplaya zıplaya kaldığımızı asla unutmam!
Vahşî Batı; kendilerinden gerçekten uzaklaştığımızı her fark ettiğinde, "Yem Borusu" çalmış, biz de şartlı refleks göstererek her yem borusunda sesimizi kesmişiz!
Önce şu Yem Borusu nedir sorusuna sorulmadan cevap verelim...
Bir kıssamız var:
Devrin Padişahı, İstanbul'un yeniden imarında kullanılmak üzere eşek toplanmasını emreder. Tüccarlar, para kazanmak için Anadolu'ya dağılır ve eşek toplamaya başlarlar.
Tüccarın biri de, topladığı eşekleri Trabzon'a limana getirir ve İstanbul'a götürmek üzere hazırlığa başlar. Gemi alınır, gerekli düzenlemeler yapılır. Yolculuğun ne kadar süreceğinden hareketle, hatta bir kaç gün fazla hesaplanarak eşeklerin yemi ambarlara istif edilir.
Tüccar eşek bakıcılarına, "Yem Borusu" dediği bir borazan verir. Yolculuk boyunca eşeklere yem vermeden önce bu borunun çalınmasını emreder.
Bakıcılar, yem ile boru, boru ile eşek arasında bir bağ kuramadıkları için bir anlam veremezler ama patron emri, mecburen uygularlar. Önce boruyu çalar, sonra yem verirler.
Kimi zaman rüzgarla kimi zaman kol gücü küreklerle yolculuk başlar ve kopan bir fırtına yüzünden yolculuk hesap edilenden bir-kaç gün uzun sürer.
Yolun bitmesine bir-kaç gün kala yem stoku tükenir. Bir iki gün kızıp, kamçılayarak kontrol edilen eşekler, üçüncü gün açlıktan zıvanadan çıkar, tepinmeye bağırmaya başlar!
Bakıcılar, çaresiz Tüccara gelir durumu anlatırlar. Tüccar, hiç düşünmeden; "Eşekler her tepindiğinde yem borusu çalın" der. Bakıcılar, patron emrini uygular ve hayretle görürler ki, tepinen eşekler, yem borusunu duyar duymaz uysallaşmaktadır!
Şimdi hissemiz:
Bu davranışa, sonradan öğrenilen veya "Şartlı Refleks" deniyor. Yemden önce Yem Borusunu duya duya, hayvanlar bu boru sesini de yemin bir parçası zannediyor ve Yem Borusunu duyduklarında yem yiyecekmiş gibi uysallaşıyorlar!
Vahşi Batı'nın Türkiye'yi kaç yıldır AB Yem Borusu ile teskin ettiklerini sorgulayan var mı? Kaç kere, "Müzakereler Başladı" yem borusu ile kutlamalar yaptığımızı unuttuk mu?
Eğer Türkiye Cumhuriyeti, "Dip Dalgalanma"lara kulak verip AB'den vazgeçerek, Devlet Gemisinin seyrettiği Doğu'ya Giriş Kapısı sayılan Rusya ile her yakınlaştığında, artık işe yaramayan Yem borusu yerine, "Yem Topu"nu patlatıp NATO Generallerine darbe yaptırıyorlardı!
Yine aynısı oldu; "Dinler Arası Diyalog"dan, "Medeniyetler Arası İttifak"tan ve NATO'dan rahatsızlık yükselince ve Türkiye ile Rusya arasında diplomatik yakınlaşma başlayınca; "15 Temmuz Yem Topu" patlatıldı! Ve Vatikan İftar Sofrasındayız!
Biz öldük, bizi öldürdük! Biz kazıdık, biz kaybettik! Kaçan biziz, kovalayan biz!
Onlarca yıldır teamülleşen bir yanlışla on yıl öncenin hainleri yeniden kahraman oldu, kahramanlar hain ilan edildi yeniden!
Ve OHAL Yem Torbası'ndan, müthiş özelleştirmeler çıkmaya başladı! TRT de satılacak, TDK da, AKM de ve askerden fethedilen münbit araziler de!...
Bize bu oyun, defalarca oynatıldı!
Biz bu Yem Borusu'nu defalarca yedik!
Bu Haçlı oyununu da, biliyorduk ama ahmaklığını, aldatıldığını ve suçlarını itiraf eden edene... Bu kadar itiraf ve itirafçıya rağmen hâlâ her yerde var olduğu ve Ejderha gibi tarif edilen Yel Değirmenlerine Don Kişot'ça saldırıyoruz!
Büyük Müttefik ABD bilmem neresiyle, ABD'nin Orta Doğudaki en sağlam müttefiki İsrail bilmem neresiyle, AB bilmem neresiyle halimize gülerken biz; ABD'nin kurup kurguladığı "Paralel Yapı"nın öbür paraleline Demokrasi Kahramanı diye alkış vuruyoruz!
Aldatıldığını itiraf edenler, aldatılmalarına sebep oldukları vatandaşı cezalandırıyorlar!
Biliyor musunuz; -demokrat olmadığını gözlemlediğim- Sayın Tayyip Erdoğan'a belki de en az kızan benim, çünkü demokrat değilim!
Hâlâ Doğuya seyreden Devlet Gemisi güvertesinde yüzünü Batıya dönüp yerinde sayan Batıcı Ahmaklar var!
Var olmasına var amma gemi, kaptan ve yardımcıları tarafından delindi! Geminin su almaya başladığını da farelerin terk etmesinden anlıyoruz!..
Gariptir ki, hâlâ Devlet Gemisini en yakın tersaneye çekerek tamiri düşünen yok! Çünkü kaptan korkudan sarhoş!
Gemi millî, kaptan millî değil, rotası millî değil!
Geminin başına gelebilecek en kötü iyi iş, acilen karaya oturup batmaktan kurtulmasıydı!
15 Temmuz'da Türk Milleti, Devlet gemisini batmaktan kurtarıp, karaya oturttu!
İnşallah gemi kızağa çekilip tamir edildikten sonra milli rotayı çizebilecek tek millî karakter Haydar BAŞ Hoca' ya müracaatta geç kalınmaz...
YANLIŞ YOLDAN, DOĞRU ADRESE VALLAHİ GİDİLEMEZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017