Hep beraber önce 1 Ekim TBMM açışına gidelim mi?
Hatırlayalım isterseniz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "İsrail saldırganlığı Türkiye'yi de içine almaktadır", "İsrail saldırganlığı Türkiye'yi de içine almaktadır" açıklaması,
CHP'li milletvekillerinin salona girişinde Erdoğan'ı ayakta karşılamaları,
MHP Lideri Bahçeli'nin DEM Partili vekillerle tokalaşması ve
Bahçeli-Özel arasındaki sözlü diyalog hiç de alışık olmadığımız durumlardı.
Yaşanılanlar, bu Meclis döneminin farklı geçeceğinin sanki habercisiydi.
Sonra 8 Ekim. TBMM'de İsrail'in saldırıları ve Orta Doğu'daki gelişmelere yönelik bir kapalı oturum… Millete kapalı da acaba kimlere açık kimlere?
22 Ekim'de APO'ya, örgütü lağvetmesi koşuluyla, Bahçeli'nin "Umut hakkı için başvurması ve TBMM'de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşması" için çağrı yapması.
23 Ekim Ankara'da TUSAŞ tesisine saldırı.
Bahçeli'nin çıkışına tepkiler, gözaltına alınmalar, kayyum atamaları derken bir kavga ortamı haline getirilen Türkiye.
Tesadüf mü acaba bu kadar olayın hepsinin arka arkaya sıralanması? Gelinen noktaya bakılırsa, önceden yazılmış bir senaryo kokusu almamak mümkün değil.
Senaryo yazarı kim?
Türkiye, stratejik ve coğrafi konumu sebebiyle tarihin her döneminde dış müdahalelere maruz kalmış ve her zaman bölge üzerinde hesapları olan güçlerin hedefi olmuştur. Özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan olaylar, Türkiye'nin birliğine yönelik tehditlerin en somut örneklerinden biridir. Uluslararası güçlerin Türkiye'yi zayıflatmak için etnik ve mezhepsel ayrımları körüklediği ve bu ayrımlar üzerinden ülkemizi bölmeyi hedeflediği tarih boyunca kendini göstermiştir. Bu tehditlere karşı, Türkiye'nin birliği ve beraberliği için geçmişten günümüze millî bir duruş sergilemek her zamankinden daha elzemdir.
Sevr ve parçalanma tehdidi
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye'ye dayatılan Sevr Antlaşması, ülkenin bağımsızlığını sona erdirmek ve topraklarını bölmek amacıyla hazırlanmıştı. Bu anlaşma, etnik ve dini grupların bağımsızlığını destekleyerek Anadolu topraklarında bir parçalanma hedefliyordu. Atatürk ve silah arkadaşları, Sevr'i kabul etmeyerek bağımsızlık mücadelesi başlatmış ve Lozan Anlaşması ile Türkiye'nin bütünlüğünü sağlamıştır. Lozan Anlaşması'nda yapılan azınlık tanımı da bu birliğin teminatı olmuştur. Atatürk, azınlık kavramını dini bir temelde tanımlamış, Türk milletinin bir parçası olan etnik grupları bu kavramın dışında tutmuştur.
Prof. Dr. Haydar Baş da birçok konuşmasında Türkiye'nin güneydoğusunda yaşanan olayların tarihî temellerine dikkat çekerek, Sevr'in Türkiye için ne denli büyük bir tehdit olduğunu her zaman dile getirmiştir. Bağımsız Türkiye Partisi kadroları ilk günden beri, Türkiye'nin güneydoğusu üzerinde oynanan oyunların, Sevr Antlaşması'ndaki planların günümüze uyarlanmış bir versiyonu olduğunu her platformda ifade etmiştir.
Azınlık kavramının ab dayatması ve tehlikesi
Prof. Dr. Haydar Baş, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye azınlık kavramını dayatarak ülkenin iç işlerine müdahale etmeye çalıştığını birçok kez vurgulamıştır. Avrupa Birliği tarafından hazırlanan Türkiye raporlarında hep insan hakları ve azınlık hakları gibi kavramları öne sürülmüştür. Bu dayatmalar, ülkenin birliğini zayıflatmayı ve etnik gruplar üzerinden ayrımcılık yapmayı amaçlamıştır. Prof. Dr. Baş, "Avrupa Birliği'nin dayattığı azınlık kavramını kabul ettiğimizde, Türkiye 24 saat içerisinde parçalanır" diyerek bu tehdidin ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne sermiştir.
Yine Sayın Baş'ın bir TV programındaki şu cümleleri de bize çözümün adresini göstermektedir;
"Merhum Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları cumhuriyeti kurarken böyle bir kültür milliyetçiliğinden, böyle bir şemsiyeden bahsederek olayı izaha, ifadeye ve uygulamaya da koymuşlardır. Örnek ortadadır. Yeni örnekler arayıp da işte, Türkiye'nin bölünmesine, parçalanmasına imkân hazırlamak büyük bir ihanettir; hiç kimse de buna müsaade etmez."
'Atatürk birleştirici harçtır'
Onun ortaya koyduğu "Atatürk vatandır, Atatürk bayraktır, Atatürk birleştirici harçtır" söylemi, Türkiye'nin birliğini ve dirliğini korumanın en sağlam dayanaklarını işaret etmektedir.
Çözümün adresi bellidir. Vatandaşlarımız, etnik veya mezhepsel ayrımlardan bağımsız olarak Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında bir araya gelmiş, ortak kültür ve değerler etrafında kenetlenmiştir. Vatandaşlarımızın hiçbirinde farklı bir durum söz konusu değildir.
Günümüzde siyaset sahnesinde ve medyada, Türk milletinin birlik ve beraberliğine zarar verecek söylemler giderek artmaktadır. Eğer milletimiz, etnik ve mezhepsel ayrılıkları körükleyenlere karşı durabilirse, bu oyunlar boşa çıkacaktır. Bu tür ayrımcı söylemlerin hiçbir partinin tekelinde olmayan halkımızı temsil edemeyeceğini, asıl temsil gücünün Türkiye'nin birliğine ve bütünlüğüne sahip çıkmakta olduğunu unutmamalıyız.
Milletimizin, bu tür ayrılıkçı söylemler karşısında dik duruşu, ülkemizin üniter yapısını koruyabilecek tek iradedir.
Milletimizin dik duruşunu gösterebileceği adres Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) kadrolarıdır. Bu ifadelerimi BTP Lideri Hüseyin Baş'ın partisinin düzenlediği Cumhuriyet Kutlamasında yaptığı konuşmadaki;
"Şunu hiç kimse unutmasın ve iddialıyım; Türkiye'de hiçbir dış hesaplaşmanın ürünü olmayan, hiçbir yabancı unsurun değirmenine su taşımayan tek bir irade kalmıştır o da Bağımsız Türkiye Partisi iradesidir. Cumhuriyetin 101. yılında Atamıza söz veriyoruz, o irade son nefesine ve kanının son damlasına kadar bu cumhuriyeti, bu ülkenin bağımsızlığını, bu milletin birliğini ve beraberliğini sağlamak için çalışacak" cümleleri net olarak ortaya koymaktadır.
Bu vatan bizimdir, bizim kalacaktır.
- Cumhuriyete sahip çık / 05.11.2024
- Cumhuriyet: Milletin iradesine sahip çıkmak / 04.11.2024
- Yaşayacak vatan bile bulamayız! / 30.10.2024
- Türkiye'nin üniter yapısı tehdit altında / 29.10.2024
- Toplumun geleceği tehdit altında mı? / 25.10.2024
- Bize neler oluyor? / 16.10.2024
- Toplumsal değerlerin erozyonu: Sessiz bir işgalin hikâyesi / 14.10.2024
- Ortadoğu'da kan gölü ve çıkış yolu / 06.10.2024
- Arzı-ı Mev’ud ve İsrail politikası / 04.10.2024