Son dönemde sosyal medyada ve siyasette dikkat çeken "Vakit tamam, söz konusu vatan" temalı söylemler, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Bu tür ifadeler, bir yandan milliyetçilik ve vatan sevgisi gibi kutsal değerler üzerinden toplumu harekete geçirme amacı taşırken, diğer yandan yanlış yönlendirme ve kutuplaşma risklerini de beraberinde getiriyor. Tarihimize baktığımızda, bu tür söylemlerin yanlış yönetilmesi durumunda toplumsal ve siyasi sonuçlarının ağır olabileceğini görmek mümkün. Özellikle 1980 öncesi yaşanan acı tecrübeler, bu tür söylemleri değerlendirirken dikkate alınması gereken önemli dersler içeriyor.
Söylemler ve arkasındaki gerçekler
Her ne kadar "emperyalizme karşı duruş" gibi bir gerekçe öne sürülse de son günlerde arka arkaya yaşadığımız süreç, bu tür söylemlerin arkasında ortaklaşa yazılmış bir senaryo olduğu hissi uyanıyor. Herkesin kendi rolünü oynadığı bu tiyatro, bir yandan kitleleri motive etmeyi amaçlarken, diğer yandan siyasi hesapların bir parçası gibi görünüyor. Bu noktada önemli olan siyasi hesaplar değil, milletin çıkarlarını nasıl savunacağımız olmalıdır.
1980 öncesi: Kamplaşmanın bedeli
1980 darbesi öncesinde Türkiye, ideolojik çatışmaların pençesindeydi. Sağ ve sol kampların ideolojik mücadeleleri, gençleri birbirine düşman eden söylemler ve ayrıştırıcı politikalar, ülkeyi kaosa sürüklemişti. O dönem "vatan sevgisi" gibi kutsal değerler üzerinden yapılan manipülasyonlar, siyasi hedeflerin gölgesinde gençleri birer piyon haline getirdi. Sonuç, binlerce gencin hayatını kaybettiği, toplumsal dokunun zarar gördüğü ve ülkenin derin yaralar aldığı bir süreç oldu.
"Vatan" ve "milliyetçilik" gibi kavramların yeniden siyasetin merkezine alınması, bu tür riskleri tekrar hatırlatıyor. Söylemler doğru yönetilmezse, 1980 öncesinde olduğu gibi, toplumsal kutuplaşmaya ve yeni çatışmalara zemin hazırlayabilir. Milliyetçilik, ayrıştırıcı bir araç değil, birleştirici bir değer olarak ele alınmalıdır.
"Misak-ı Milli" söylemleri
Diğer yandan bazı sosyal medya paylaşımlarında karşımıza sık sık çıkmaya başlayan Musul ve Kerkük üzerinden dile getirilen "Misak-ı Milli" söylemleri de dikkatle ele alınmalıdır. Bu bölgelerle ilgili söylemler, topluma bir rüya gibi sunulmaktadır. Bu rüyanın hedefi, halkın duygularını harekete geçirerek başka alanlardaki eksiklikleri örtbas etmektir. Ancak unutulmamalıdır ki milliyetçilik, gerçekçi ve somut adımlarla anlam kazanır. Milliyetçilik, yalnızca tarihsel referanslarla sınırlı kalamaz; aksine bugünün sorunlarına çözüm üreten bir anlayışı gerektirir.
Aksi halde, bu tür ifadeler halkın duygularını istismar eden, kısa vadeli siyasi kazançlara hizmet eden bir araç olmaktan öteye geçemez.
Gardırop milliyetçiliği: Sözde milliyetçilik üzerine
"Vakit tamam, söz konusu vatan" ifadesi, halkın vatanseverlik duygularını harekete geçirmek için güçlü bir çağrı gibi görünebilir. Ancak bu söylemin arkasındaki mesajların açık ve tutarlı olması gerekir. Tarih boyunca, büyük milletlerin güçlü liderleri ve sağlam politikaları, toplumu birleştirici bir dil kullanmayı başarmışlardır. Bu söylemde ise, halkın duygularını harekete geçirmenin ötesine geçemeyen, uzun vadeli bir vizyonu olmayan bir yaklaşımın izleri görülmektedir.
Bu tür söylemler, bizi gardırop milliyetçiliği kavramına geri götürüyor. Gardırop milliyetçileri, milliyetçiliği yalnızca semboller ve sloganlarla savunur, ancak somut adımlar atmakta başarısızdır. Ülkenin üniter yapısını korumaktan ziyade, kısa vadeli siyasi kazançlar uğruna ayrıştırıcı politikaları körüklerler. Oysa gerçek milliyetçilik, ülkenin kaynaklarını savunmayı, halkın birliğini korumayı ve bölgesel iş birliğini artırmayı gerektirir.
Unutulmamalıdır ki, 1980 öncesindeki çatışmalarda, her iki taraf vatan sevgisiyle hareket ettiğini savunuyordu. Ancak bu sevgi, ortak değerler yerine, ideolojik ayrışmaların içine hapsedilmişti. Bugün de benzer bir tuzağa düşülmemelidir. Vatan sevgisi, yalnızca bir slogan değil, somut adımlarla hayata geçirilmesi gereken bir sorumluluktur.
Bu bağlamda, Atatürk'ün milliyetçilik anlayışı bize önemli bir yol haritası sunar. Atatürk, milliyetçiliği ayrıştırıcı bir unsur değil, birleştirici bir değer olarak tanımlamıştır. "Ne mutlu Türk'üm diyene" ifadesi, etnik kimlikleri değil, ortak tarih, kültür ve medeniyet birlikteliğini esas alır. Bugün bu anlayışı yeniden hatırlamak hem geçmişteki hatalardan ders almak hem de geleceğe sağlam adımlarla yürümek için gereklidir.
Geçmişten ders almak ve geleceği inşa etmek
Tarih, milletler için bir hafızadır. Geçmişte yaşanan hatalardan ders çıkarmadan, geleceğe yönelik sağlam adımlar atmak mümkün değildir. En önemli adım, toplumun birliğini esas alan, somut ve gerçekçi politikalar üretmektir. Bu anlayış, Atatürk'ün bağımsızlık ve birlik ruhuna dayalı bir siyasetle mümkündür. Türkiye'nin geleceği, sloganlarla değil, milletin değerlerini yaşatan ve koruyan bir iradeyle şekillenecektir.
- Gardırop Atatürkçülüğü / 19.11.2024
- Doğu Akdeniz’de güç dengesi / 16.11.2024
- Kıbrıs, Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesidir / 15.11.2024
- Türkiye küresel dengeyi etkileyecek potansiyele sahiptir / 14.11.2024
- Milli Ekonomi Modeli ve ABD seçimleri / 13.11.2024
- Trump’ın geri dönüşü ve ABD’nin küresel oyundaki yeni dönemi / 12.11.2024
- Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ve Cumhuriyet / 10.11.2024
- Filmin sonuna kim karar verecek? / 08.11.2024
- Cumhuriyete sahip çık / 05.11.2024