1492 yılında insanlık tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olan Amerika kıtasının keşfi yaşanmıştır. İspanyolların açtığı bu yolla, Avrupa'da başlayan ve dünyaya yayılan düşünceler ve anlayışlar sancılı ve trajik bir şekilde modern devleti doğuracaktır. İlk defa yerliler ile karşılaşan Avrupa, ilkel olanı görmek ile devlet, insan hakları ve uluslararası hukuk üzerine daha yoğun düşünmeye başlamıştır. Düşünce tarihindeki her fikir gibi bu süreçte öncesi ve sonrasından bağımsız düşünülemese de 16 ve 17. yüzyıldaki hızlı gelişim ayrıca incelemeye değer gözükmektedir.
Bu dönemi özel kılan bir diğer durum ise; iki farklı akımın aynı anda yeşeriyor olmasıdır. Erasmus, Rönesans döneminde yaşamış Hollandalı bir düşünür olup hümanizm akımın en önemli temsilcilerinden biridir. Hükümdarlar ve halklardan, bütün bencil çıkarlarını bir kenara bırakarak, ortak değerler üzerine yükselecek bir Avrupa toplumu oluşturmalarını isteyen Erasmus, daha sonraki süreçte "soyut bir insan" mottosuna dayalı evrenselci düşünürlerin takip edeceği bir akımın fikir babası olmuştur.
Bu düşüncenin tam karşısına ise Makyavelli oturtulur. Makyavelli "hükümdara" verdiği feodal, skolastik temele dayalı iktidarı yıkma tavsiyesiyle bu konuma uyar gibi gözükse de, bunun yerine koyacak yeni bir meşruiyet odağı bulamamıştır. Modern devletin kurucusu olarak tanımlanan Floransalı, iktidarını ulustan alan devlet fikrini düşünememiş olup, 1651'de yani kendisinden yaklaşık bir asır sonra bu fikri sağlam temellere oturtacak Hobbes'a yol açmıştır.
Leviathan'da olduğu kadar net ilkeler ortaya koyamasa da, anti-feodal bir düşünce sergileyen Makyavelli için, ulus-devlet fikrinin "sıfır noktası" demek yanlış olmayacaktır.
Bir tarafta evrenselciler diğer tarafta ulusçular olan bu denklem üzerine son beş yüzyılda epey tartışma yaşandığı ve bu fikirler doğrultusunda Suarez, Bodin, Rousseau gibi birçok düşünürün ortaya çıktığını belirtmek gerekir.
Laiklik kavramı ve kuralları, toplum sözleşmesi kuramları, insan hakları ve sosyal devlet düşüncesi gibi bir çok alana dokunan bu tartışma, beraberinde dünya düşünce tarihinin en önemli dönemlerinden olan Alman idealizmini de (19.yy) getirmiştir.
Günümüzde son gelinen noktada "modern devlet düşüncesi bitiyor mu?" sorusunu sormak, nihayete varmayacak bir tartışmanın fitilini ateşleyecek olsa da bu konu tartışmaya değerdir.
Çeyrek asırdır Avrupa ve Amerika ve Rusya başta olmak üzere Dünyaya hakim olan ulusalcı devlet anlayışı Putin, Trump ve benzeri meyveleri ile kendini iyice göstermekte olup ülkemizde de bunun etkileri gözükmektedir.
Göç ve ekonomi gibi sebepler ile millileşmeye yönelen dünya, beraberinde yeni teoriler ve tanımlar getirecektir. Başta ekonomi konusunda olmak üzere devlet-birey ilişkisinin yeniden gözden geçirileceği bu yeni süreçte, milletimizin rasyonel temeller ile hareket etmesi gerekmektedir.
Bu dönemi özel kılan bir diğer durum ise; iki farklı akımın aynı anda yeşeriyor olmasıdır. Erasmus, Rönesans döneminde yaşamış Hollandalı bir düşünür olup hümanizm akımın en önemli temsilcilerinden biridir. Hükümdarlar ve halklardan, bütün bencil çıkarlarını bir kenara bırakarak, ortak değerler üzerine yükselecek bir Avrupa toplumu oluşturmalarını isteyen Erasmus, daha sonraki süreçte "soyut bir insan" mottosuna dayalı evrenselci düşünürlerin takip edeceği bir akımın fikir babası olmuştur.
Bu düşüncenin tam karşısına ise Makyavelli oturtulur. Makyavelli "hükümdara" verdiği feodal, skolastik temele dayalı iktidarı yıkma tavsiyesiyle bu konuma uyar gibi gözükse de, bunun yerine koyacak yeni bir meşruiyet odağı bulamamıştır. Modern devletin kurucusu olarak tanımlanan Floransalı, iktidarını ulustan alan devlet fikrini düşünememiş olup, 1651'de yani kendisinden yaklaşık bir asır sonra bu fikri sağlam temellere oturtacak Hobbes'a yol açmıştır.
Leviathan'da olduğu kadar net ilkeler ortaya koyamasa da, anti-feodal bir düşünce sergileyen Makyavelli için, ulus-devlet fikrinin "sıfır noktası" demek yanlış olmayacaktır.
Bir tarafta evrenselciler diğer tarafta ulusçular olan bu denklem üzerine son beş yüzyılda epey tartışma yaşandığı ve bu fikirler doğrultusunda Suarez, Bodin, Rousseau gibi birçok düşünürün ortaya çıktığını belirtmek gerekir.
Laiklik kavramı ve kuralları, toplum sözleşmesi kuramları, insan hakları ve sosyal devlet düşüncesi gibi bir çok alana dokunan bu tartışma, beraberinde dünya düşünce tarihinin en önemli dönemlerinden olan Alman idealizmini de (19.yy) getirmiştir.
Günümüzde son gelinen noktada "modern devlet düşüncesi bitiyor mu?" sorusunu sormak, nihayete varmayacak bir tartışmanın fitilini ateşleyecek olsa da bu konu tartışmaya değerdir.
Çeyrek asırdır Avrupa ve Amerika ve Rusya başta olmak üzere Dünyaya hakim olan ulusalcı devlet anlayışı Putin, Trump ve benzeri meyveleri ile kendini iyice göstermekte olup ülkemizde de bunun etkileri gözükmektedir.
Göç ve ekonomi gibi sebepler ile millileşmeye yönelen dünya, beraberinde yeni teoriler ve tanımlar getirecektir. Başta ekonomi konusunda olmak üzere devlet-birey ilişkisinin yeniden gözden geçirileceği bu yeni süreçte, milletimizin rasyonel temeller ile hareket etmesi gerekmektedir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Ali Haydar Bektaş / diğer yazıları
- Süleymani’nin ardından / 10.01.2020
- Sorunların çözümü / 28.12.2019
- Atatürk ilkeleri ve MEM / 15.10.2019
- Hukukçu enflasyonu / 02.07.2019
- Güzel günler / 20.04.2019
- Çileli günler / 18.04.2019
- Bir salonda Türkiye / 02.03.2019
- Bir müzik dehası / 27.01.2019
- İfade özgürlüğü üzerine / 24.11.2018
- Can sıkıcı bir yazı / 21.10.2018
- Sorunların çözümü / 28.12.2019
- Atatürk ilkeleri ve MEM / 15.10.2019
- Hukukçu enflasyonu / 02.07.2019
- Güzel günler / 20.04.2019
- Çileli günler / 18.04.2019
- Bir salonda Türkiye / 02.03.2019
- Bir müzik dehası / 27.01.2019
- İfade özgürlüğü üzerine / 24.11.2018
- Can sıkıcı bir yazı / 21.10.2018