Son yazımızda, enflasyon ve deflasyonun aynı anda nasıl gerçekleştiğinin mekanizmasını anlatmaya çalışmıştık. Bunu ekonomimizdeki rakamlara uyarlarsak, deflasyonun negatif etkisine rağmen, tüketiciye yansıyan pahalılığın en az yüzde 40 olduğunu görürüz. Deflasyonun söz konusu olduğu yerde tüketicinin talep gücünün geriye gittiğinin mutlak bir gerçek olduğundan hareketle, gerçek enflasyon oranının belirlenebilmesi için diğer şartlar sabitken tüketicinin alım gücünün, piyasada yaptığı mevcut alışverişi, üreticiyi ve satıcıyı mağdur etmeyecek fiyatlardan yapabilecek seviyeye çıkarmanın şart olduğu kanısındayım. Ekonomideki gerçek enflasyon oranından bahsedebilmek için bir kere tüketiciye alışveriş yapabilme hakkının verilmesi gerekir. Bu hak ortada yokken açıklanan oranlar afakidir gerçek dışıdır. Tüketicinin talep etme kapasitesi bir vasata çıkarılabilirse, ancak o zaman gerçek enflasyon oranından bahsetmiş oluruz. Başka bir yolu da, sayın Selim Kotil'in ifade ettiği gibi, fiyatlar genel seviyesindeki düşüşün(deflasyon oranının)mutlak değerini alarak mevcut yüzde 40'lık enflasyonun üstüne eklemektir. Bu yapıldığında oranın yüzde 60-65 lere tırmandığını görürüz. Enflasyon ve deflasyonun birlikte yaşandığı bir ekonomide, stagflasyonun eninde sonunda gelip kapıyı çalmayacağına inanmak hayalcilik olurdu. Nitekim piyasa değerinin altında ve zararına yapılan satışlara karşın pahalılığın sürmesi dolayısıyla piyasanın durgun seyretmesi stagflasyonun tanımına fazlasıyla uyuyor. Ekonomide durgunluk varken fiyatların yinede artması diye tanımlayabileceğimiz stagflasyonun ekonomiyi getireceği noktada iflaslar ve işten çıkarmalardır.Saydığımız üç kavramın bir ekonomide iç içe nasıl yaşandığının müşahhas bir örneği olması bakımından Türkiye ekonomisi tam da derslik bir araştırma alanıdır.Toplumun her kesimi sırasıyla bu yollardan geçerken en son buluşulacak nokta, son satıcı, son sanayici, son üretici, son çiftçi iflasını ilan ettiğinde, bu süreçte elden çıkarılmak durumunda kalınıp çok ucuz fiyatlarla yabancıların eline geçen eski yerli firmalarda, fabrikalarda, zamanında işlemeyip üç kuruşa sattığımız madenlerde boğaz tokluğuna çalışmaktır. Bunun anlamı da kendi yurdunda köle olmaktır.Son günlerde çok tartışılan özelleştirme tezgahının bir zararı da, bütün bunlar olurken bir perde gibi bu el değiştirmeleri, normal iktisadi hayatın bir elemanı olarak algılatmaktır. Ülkemizin en değerli ve stratejik kurumları ele geçtikten sonra, bu kuruluşların piyasadaki hakimiyetlerini kullanarak o sektörlerdeki şirketleri ele geçirmeleri yada kontrol etmeleri zor olmayacaktır.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Serdar Peker / diğer yazıları
- Domuz jeltini / 09.07.2012
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007
- Dış ticaret ve futbol endüstrisi / 20.06.2012
- Tüketim kabiliyeti / 03.06.2012
- 21. yüzyıl ve paranın hürriyeti / 25.04.2012
- 21. yüzyıl ve paranın işlevi / 12.04.2012
- Belirleyici olan kabullerdir / 06.03.2012
- MEM presi altında kapitalizm / 18.02.2012
- Ekonomide belirlilik / 23.04.2010
- Reel faiz gerçekten reel mi? / 19.10.2007
- Dolardan Kaçışın Akıbeti / 04.10.2007